Güncel
Sıkışan coğrafya-Süleyman Seyfi Öğün
Tuhaf ve çok kadersiz bir coğrafya bu. Dikkâtli okuyucu hemen anlamıştır; Balkanlar, Anadolu ve Mezopotamya'dan bahsediyorum. Roma ve Osmanlı Barışı'nın ardından iflâh olmadı. Çözülmeler ilk defâ 19.Asrın başlarında ortaya çıktı. Yunanistan'ın “bağımsızlık” kazanmasının ardından, sarsıntılar şiddetlendi. 1900'lü senelerin başlangıcında Balkanlar tekmil ayrıştı. Balkanlar'da zâten her dâim varolan bir protest gelenek yeni ideolojik formatlarda şekillendirildi ve millîleşme humması her yanı sardı. Osmanlı, tamamlanması neredeyse iki asır süren Balkan hâkimiyetini neredeyse iki haftada kaybetti. Balkanlar daha sonra bölgesel ve iç savaşlar yaşadı. II.Genel Savaş sonrasında, Romanya, Macaristan ve Bulgaristan'da olduğu üzere bir kısmı Sovyet nüfûzuna geçti. Yugoslavya ve Arnavutluk bunun dışında kaldı, denilebilir. Ama meselâ Arnavutluk'ta, misline belki Güneydoğu Asya'da rastlanabilecek , dünyânın en kapalı rejimlerinden birisi hüküm sürdü. Evet, Tito'nun Yugoslavya'sı, “özyönetim” adı altında sosyalist cenahta bile garipsenen, özerklik temelinde, hâkim bürokratik-merkeziyetçi modellere nispetle bir hayli demokratik sayılabilecek, nev'i şahsına mahsus bir idâre kurdu. Ama bu tecrübenin neticeleri hiç de beklendiği gibi olmadı. Ölümünün ardından Yugoslavya kanlı bedeller ödeyerek ve tâmiri kâbil olmayan husûmetlere boğularak dağıldı ,gitti. Dağılmalardan nasibini alan Romanya, Macaristan ve Bulgaristan ise kapağı AB'ye atarak kayıp senelerini telâfi edeceğini sandı. Ama AB krizi en başta buraları vurdu. Hâl-i hazırda krizle boğuşuyor ve ekserisi aşırı sağ zihniyetli kadrolarca yönetiliyor.
Avrupa'nın şımarık çocuğu Yunanistan ise iç savaş ve açlık çemberinden geçti. Askerî darbelerle boğuştu. AB'ye girdikten sonra bir miktâr belini doğrulttu gözüktü. Ama AB krizinin en fazla vurduğu yer, yine Yunanistan oldu. Şu aralar derin bir umutsuzluk içinde bir çıkış arıyorlar.
Mezopotamya'da ise cetvel hesâbı coğrafî parseller üzerinden sun'i parti-devletler kuruldu. Sûriye ve Irak'da neredeyse her aya bir darbe düşen günler yaşandı. Sahneye İsrâil'in çıkmasından sonra, neredeyse tamâmı utanç veren mağlûbiyetlerle ve kayıplarla sona eren savaşlar yaşandı. Dahası, bu coğrafyanın insanları savaş hâllerinin hayâtın normâlleri verdiği bir iklimde yaşamaya mahkûm edildiler.
İran-Irak Savaşı ile başlayan; Körfez Savaşı ile devâm eden, milyonlarca insanın ölümünü, yertsiz yurtsuz kalmasını hiç umursamayan yeni bir plân devreye sokuldu. İlk iki evrede Irak odaktaydı. Tablo Arap Baharı üzerinden Sûriye'yi de içine aldı. Şu aralar üçüncü evreyi idrâk ediyoruz. Dâire büyüyor ve yangın Türkiye'yi yalamaya başlıyor. Eski hesaplar yeniden açılmakta. Coğrafyada, etnik ve dinî eksenlerde çatışma potansiyeli olan ne varsa devreye sokuluyor. Yetmiyor, imâl edildiği her hâlinden anlaşılan bir canavar sahneye sürülüyor. Târihsel olarak zâten parçalanmış olan coğrafya yeniden parçalanmak isteniyor.
Trump yönetiminin göstere göstere; üstelik Türkiye'nin gözünün içine baka baka PKK'yı en ağır silâhlarla silâhlandırması sürecin en kritik evresini oluşturuyor. Artık adını koyabiliriz: Türkiye'nin Güneydoğusunu boydan boya kuşatan bir Kürdistan Devleti kurdurma tercihi ağırlık kazanıyor. Ben bunun ardında Britanya-İsrâil mühendisliğinin başat rolü oynadığını düşünüyorum. Mezopotamya'nın PKK üzerinden yeniden tanımlanması, Türkiye'nin stratejik bütün gücünü kırmaya mâtuf bir girişim. Hesap ortada: Ortadoğu ile bağı koparılmış bir Türkiye'nin gücü en azından yarı yarıya düşürülmüş demektir. Bunu başarırlarsa; ikinci etabın, şimdilik askıya alınmış olan Kafkasya'yı karıştırmak ve ister aşamalı, ister eş anlı olarak Türkiye-Yunanistan ve Türkiye-İran tırmandırmak olacağını bekleyebiliriz.
Bugüne kadar insaflı oldular mı ki, bundan sonra olmalarını bekleyelim?
Henüz yorum yapılmamış.