Sosyal Medya

Güncel

Avrupa'nın Türkiye'ye karşı yeni silahı

Hollanda’daki seçimler, kriz ve nihayet Türkiye referandumu akabinde çifte vatandaşlık konusundaki açıklamalar konunun tamamen siyasi olduğuna işaret etmekte. Prof. Dr. Kadir Canatan'nın önemli makalesi sizlerle...



Son yıllarda Hollanda’da yapılan çifte aidiyet ve bununla baÄŸlantılı kılınan Ã§ifte vatandaÅŸlık tartışması, 16 Nisan tarihinde yapılan referandumun ardından Almanya, Belçika ve Avusturya’da da gündeme geldi.

Almanya’da Hıristiyan Birlik partileri Federal Meclis Grubu içiÅŸleri uzmanı Hıristiyan Sosyal Birlik partili (CSU) Stephan Mayer, “Die Welt” gazetesine yaptığı açıklamada, “Gelecek yasama döneminde çifte vatandaÅŸlık düzenlemesine iliÅŸkin kolaylıkları iptal etmemizin önemli olacağını düşünüyorum” derken, Belçika’da hükümet ortağı Flaman Hıristiyan Demokrat Partisi (CD-V) milletvekillerinden Hendrik Bogaert, ‘Türkiye'de totaliter bir rejimi destekleyenlerin’ çifte vatandaÅŸlığına son verilmesini istedi. Avusturya İçiÅŸleri Bakanı Wolfgang Sobotka ise Avusturya vatandaşı olduktan sonra yasadışı yollarla yeniden Türk vatandaşı olanlara para cezası verilmesi konusunda hazırlık yapıldığını açıkladı.

‘Gurbet gurbet olmaktan çıktı’

Çifte aidiyet, post-endüstriyel toplumların yeni bir gerçeğidir. Çifte aidiyet, 20. yüzyılda giderek artan göç hareketlerinin bir sonucu olarak sınırlar ötesinde yaşamak durumunda kalan göçmenlerin hem kendi anavatanlarına hem de yaşadıkları ülkelere duydukları sadakati ifade etmektedir. Geçen yüzyıldan beri oluşan göçmenlik, tarihsel örneklerinden apayrı bir özelliğe sahiptir. Küreselleşme öncesi çağlarda ülkelerini terk ederek başka topraklara göç eden topluluklar kendi ülkeleriyle bağlarını koparmak zorundaydılar.

Sınırlı iletiÅŸim, ertelen göç ve yeni ülkede kurulan hayat ve nihayet yeni kuÅŸakların gelecek perspektifleri bunda etkili oluyordu. Ancak küreselleÅŸme çağında yeni iletiÅŸim ve biliÅŸim teknolojileri, iletiÅŸim bilimci McLuhan’ın deyimiyle dünyayı “küçük bir köye” çevirmiÅŸtir. McLuhan bu sözü sarfettiÄŸi yıllarda (1959) dünya interneti ve dünya çapında web olgusunu tanımıyordu. Bilgisayar ve internetin yaygınlaÅŸmasıyla onun kehaneti bir anlamda gerçek oldu.

Yeni göçmenler, sık sık kendi ülkelerine yaptıkları aile ziyareti ve tatillerin ötesinde uydu antenlerle televizyon kanallarını izleme ve internet yoluyla günübirlik haber ve görüntüleri almaya, hatta sosyal medya mecralarında yazılı, sözel ve görsel iletiÅŸim kurmaya baÅŸladılar. Seksenli yılların ortalarında baÅŸlayan bu süreç, 'gurbeti gurbet olmaktan çıkardı'. Yeni göçmenler ‘gurbet’ sözcüğünden nefret ediyorlar. Çünkü gurbet iÄŸretiliÄŸi ve geçiciliÄŸi ifade ediyor. Oysa göçmenler seksenli yıllara girerken Avrupa’da kalıcı bir topluluk haline geldiler. Bunda yabancı işçiye duyulan yapısal ihtiyaç, ertelenen geri dönüş, giderek artan aile birleÅŸimi ve ikinci kuÅŸağın ortaya çıkması önemli bir rol oynadı.

Entegrasyon politikaları

Avrupa ülkeleri, göçmenleri kalıcı bir unsur olarak tanıdıktan sonra bir entegrasyon politikası izlemeye yöneldi. EÄŸitim, iÅŸpazarı ve siyasete katılım, hukuksal önlemlerle desteklendi. Bir yandan ayrımcılığın önlenmesi, diÄŸer yandan da ‘yabancılar’a vatandaÅŸlık haklarının verilmesiyle entegrasyon süreci ilerletilmeye çalışıldı. Hollanda, altmışlı yıllarda Avrupa ülkelerinin çifte vatandaÅŸlığı özendirmeme noktasında aldıkları karara raÄŸmen çifte vatandaÅŸlığı kabul eden bir politika izledi. Ne kadar kiÅŸi ‘yabancılar yasası’na tabi olmaktan çıkarılırsa ve hukuksal konum itibariyle güçlendirilirse entegrasyon süreci o kadar hızlı geliÅŸecekti.

Çifte vatandaÅŸlık hem entegrasyonu saÄŸlama hem de bazı ülkelerin hukuk sistemleri açısından zorunluydu. Sözgelimi Fas örneÄŸinde görüldüğü gibi bazı ülkeler kendi vatandaÅŸlarını vatandaÅŸlıktan çıkartma gibi bir imkâna sahip deÄŸiller. Anayasa ve yasalar vatandaÅŸlıktan çıkartma iÅŸlemini yasaklıyor. Bu hukuksal ve politik anlayışların ötesinde, ulus devletin sınırlarının aşılmaya baÅŸladığı, Avrupa’da sınırların kaldırıldığı ve tüm dünyada serbest dolaşımın özendirildiÄŸi bir dünya idi. ÇoÄŸu kiÅŸi, çifte vatandaÅŸlığın bir sakınca olmaktan ziyade bir avantaj olduÄŸunu vurguluyordu.

Çifte vatandaşlık, çifte aidiyet

Şimdi ne oldu da çifte vatandaşlık kaldırılmak isteniyor? Bu geriye doğru atılmış bir adım olmayacak mıdır? Kazanılmış bir hakkın kaybedilmesi, insan hakları ihlali olarak görülmeyecek midir? Bu soruların yanında daha önemli bir soru şudur: Gerçekten iddia edildiği gibi çifte aidiyet, çifte vatandaşlığın mı bir ürünüdür?

Hollanda öteden beri çifte aidiyet konusunu araÅŸtırıyor. Çifte aidiyet, kimlik meselesiyle baÄŸlantılı olarak ele alındığında kimliÄŸin duygusal boyutunu ifade ediyor. Burada sorulan temel soru ÅŸudur: “Kendinizi Hollanda’da evinizde mi hissediyorsunuz” ya da “Kendinizi Hollandalı mı hissediyorsunuz?” Sosyal Kültürel Plan Büro’nun son yıllarda (2006-2015) yaptığı araÅŸtırmaya göre Türklerin yüzde 60’ı kendini Hollanda’da iyi hissediyor. Kadın ve erkek arasında fark olmadığı gibi birinci ve ikinci kuÅŸak arasındaki fark da anlamlı görünmüyor. Ancak dikkat çekici olan nokta ÅŸu ki, 2006 yılına kıyasla Hollanda’yla özdeÅŸim grafiÄŸi kısmi bir düşüş kaydetmiÅŸtir.

“Kendinizi ne kadar Hollandalı hissediyorsunuz?” sorusuna Türklerin yüzde 41’i “çok kuvvetli”, yüzde 33’ü ise “biraz” ÅŸeklinde cevap veriyor. Bu demektir ki Türklerin yüzde 75’e yakını kendini Hollandalı olarak hissediyor. Tersinden konuÅŸmak gerekirse, sadece yüzde 27’si kendini hiç Hollandalı hissetmediÄŸini söylüyor.

Muhtemeldir ki bu grubun bir kısmını Hollanda’ya aile birleÅŸimiyle yeni gelmiÅŸ kiÅŸiler, bir kısmını da topluma entegre olamayan birinci kuÅŸak üyeleri oluÅŸturmaktadır. Hollandalı hissetme noktasında kadın-erkek arasında fark olmamakla birlikte birinci ve ikinci kuÅŸak arasında kısmi bir fark göze çarpmaktadır. Şöyle ki ikinci kuÅŸak kendini daha fazla oranda Hollandalı hissetmektedir.

Tarihsel arka plan belirleyici

KimliÄŸin bir boyutunu Hollanda ile özdeÅŸim oluÅŸtururken, diÄŸer bir boyutunu da etnik grupla özdeÅŸim oluÅŸturmaktadır. Aynı araÅŸtırmaya göre Türklerin yüzde 80’i kendini etnik grubuyla özdeÅŸ görüyor ve Türk hissediyor. Bu noktada ne cinsiyet ne de kuÅŸak farkı önemli görünmüyor.

Acaba Türklerin konumu, diğer etnik gruplara kıyasla farklı mıdır?

Türklerle kıyaslanabilir bir grup olarak Faslı göçmenler, yüzde 80 oranında kendilerini az ya da çok Hollandalı hissederken, yüzde 80 oranında bir kesim kendilerini güçlü bir ÅŸekilde Faslı hissetmektedir. Türk ve Faslılara kıyasla, Hollanda sömürgelerinden gelen Sürinam ve Antilliler daha fazla Hollandalı hissederken, daha az oranda kendi etnik gruplarıyla özdeÅŸleÅŸtirmektedir.

Etnik ve duygusal özdeÅŸimi özendiren ya da sakındıran etkenler arasında en belirgin faktör tarihsel arka plan ve iliÅŸkilerdir. Hem Avrupa içinden gelen göçmenler hem de sömürgelerden gelen göçmenler kendilerini daha fazla Hollanda’ya ait hissediyorlar. Böyle bir arka plana sahip olmayan etnik gruplar da etnik kimlik daha güçlü görünüyor. Ä°kinci bir faktör, topluma katılım düzeyidir. EÄŸitim, iÅŸpazarı ve siyasete yüksek düzeyde katılım saÄŸlayanlar ile saÄŸlamakta güçlük çeken ya da ayrımcılığa uÄŸrayan kesimler arasında özdeÅŸim bakımından farklılıklar bulunmaktadır. Bu noktada ikinci kuÅŸağın daha ÅŸanslı olduÄŸu söylenebilir.

Referandum süreci ve ‘biz’den olmayan Türkler

Üçüncü olarak 11 Eylül 2001 tarihinden sonra artan Ä°slamofobi, özellikle Müslüman grupların etiketlenmesine ve toplumdan dışlanmasına sebep olmuÅŸtur. Bu meselenin kısa vadeli ve dönemsel bir sorun olmadığı anlaşılmıştır. Ãœstelik aşırı saÄŸ partilerin güçlenmesiyle Avrupa’daki sosyal, kültürel ve politik atmosfer Müslümanların aleyhine dönmüştür.

Dördüncü olarak son zamanlarda Türkiye ile Hollanda/Almanya arasında yaÅŸanan kriz, etnik gerginliklerin artmasına yol açmıştır. Her iki ülke de siyaseten bu krizden güç devÅŸirmiÅŸse de olan Avrupalı Türklere olmuÅŸtur. Türkiye yanında yer alan Türkler, Avrupalı siyasetçiler tarafından ‘biz’den olmayan Türkler ÅŸeklinde kategorize edilmiÅŸ ve muhtemel bir ayrımcılığın hedef noktası haline getirilmiÅŸlerdir.

Son olarak Türkiye’deki referandum ve bu referandumda 'evet' cephesinde yer alanlar, ‘Türkiye’nin uzantısı ve diktatörlüğe destek veren bir grup’ olarak damgalanmıştır. Bu noktadan itibaren etnik gerginliklerin artması ve kutuplaÅŸmanın ilerlemesi siyaset ve medyanın marifeti olarak görülebilir.

Kimlik üzerinden yaratılan toplumsal gerginlik

Hollanda’daki seçimler, kriz ve nihayet Türkiye referandumu akabinde çifte vatandaÅŸlık konusundaki açıklamalar konunun tamamen siyasi olduÄŸuna iÅŸaret etmektedir. Bu noktada çifte kimliÄŸin ya da aidiyetin oluÅŸturucusu olarak çifte vatandaÅŸlığı görmek, biraz önce saydığımız sosyolojik faktörlerden dolayı olayı dünya gerçekliÄŸinden kopuk olarak okumak ve yüzeysel bir ÅŸekilde düşünmek anlamına gelir. Kimlik üzerinden yaratılan toplumsal gerginlikler, yeni toplumsal gerçeÄŸi görmek istemeyen ve katı bir ulus-devlet fikrine sıkı sıkıya baÄŸlanan tutucu kesimler tarafından yaratılmaktadır.

Çifte aidiyet ve çifte kimlik kendi başına bir sorun oluÅŸturmamaktadır. Çifte vatandaÅŸlık kaldırılırsa, bir baÅŸka deyiÅŸle insanlara ya “Türkiye”yi ya da “bizi” seçeceksin denilirse, bu kiÅŸilerin ilgili ülkeye ait olmaktan ziyade o ülkeye karşı mesafeli bir tutum geliÅŸtirmesine sebep olacaktır. Kendi kimliÄŸi kabul edilmeyen insanlar, içinde yaÅŸadıkları topluma yabancılaÅŸacaklardır. Çifte vatandaÅŸlığın kaldırılması, çifte aidiyeti azaltmak yerine güçlendirecektir.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.