Kürsü
Övmek ve övünmek-Hayrettin Karaman
Follow @dusuncemektebi2
Arapçada “tezkiye” kelimesinin asıl ve terim manaları arasında övmek, temizlemek, eğitmek, yüceltmek vardır. Necm suresinin 32. âyetinde Allah Teâl⠓Kendinizi tezkiye etmeyin” buyuruyor. Burada tezkiye övmek manasına geliyor. Şu halde bir kimsenin kendini övmesi, övünmesi hoş görülmüyor.
Kültürümüzde “tahdîs-i ni'met” diye de bir ifade vardır; bundan maksat, bir müminin, Allah tarafından kendisine lütfedilen nimetleri, güzellikleri, iyilikleri O'na izafe ederek (O'na ait olduÄŸunu, O'ndan olduÄŸunu zikrederek) anmasıdır ki, bu dil ile şükrün de bir çeÅŸidi sayılır ve makbuldür.
“Bakmaz mısın yâ Muhammed ÅŸu kendilerini temize çıkarıp duranların haline?! Bildikleri gibi deÄŸil, dilediÄŸini Allah temize çıkarır. Ve haklarında zerre kadar zulmedilmez” (Nisa: 49) mealindeki âyet ve yukarıda meali verilen âyetlerin tefsirinde hem övünmek hem de baÅŸkasını övmek ele alınmış, hadislerden de yararlanılarak hükümleri açıklanmıştır.
Peygamberimizin (s.a.) yanında biri methediliyor, Peygamberimiz methedene “Yazıklar olsun sana, kardeÅŸinin boynunu kopardın, eÄŸer biriniz bir baÅŸkasını övmek durumunda kalırsa ve bunda samimi ise 'öyle zannediyorum' desin, onun gerçek durumunu bilecek ve hesabını görecek olan yalnızca Allah'tır, Allah üzerine kimseyi övmesin” buyurmuÅŸtur.
Bir kimsenin gözüne girmek, gücünden yararlanarak menfaat saÄŸlamak gibi ahlak dışı maksatlarla onda bulunmayan güzel nitelikleri sayarak övmek Ä°slam ahlakına aykırıdır ve menedilmiÅŸtir. Bu davranış övülenin kendini ıslah etmek için yapacağı nefis muhasebesine zarar verir. Bir kimseyi güzel niteliklerini sayarak övmenin ise iki sonucu olabilir: 1. Kesin konuÅŸulduÄŸunda övülen kibre, kendini beÄŸenmeye, manevi yolda (ahlak eÄŸitiminde) ilerleme cihadını gevÅŸetmeye meyledebilir. Ä°ÅŸte “kardeÅŸinin boynunu koparmak” bunları ifade etmektedir. 2. Duruma göre övülenin güzel niteliklerinde sebat etmesine, baÅŸkalarının da onu örnek almalarına vesile olabilir; bu takdirde övmek caiz görülmüş ve uygulanmıştır.
Toplumda insanların çoÄŸu, hocalarını, ÅŸeyhlerini, ustalarını, arkadaÅŸlarını, yakınlarını… överler ve bunu da hem “güzel zan, öyle sanma” üslubunda deÄŸil de kesin olarak yaparlar. Daha ziyade tasavvuf âleminde müridlerin çoÄŸu, ÅŸeyhlerinin cennetlik olduklarını söylemenin ötesinde ona mensup olanların, hatta kabrine yakın gömülenlerin de ÅŸefaate mazhar ve cennetlik olacaklarını söylerler. Bu kardeÅŸlerimize bir uyarı olması için sahih kaynaklarda geçen bir hadisi aktarmak isterim:
Ä°lk muhacir Müslümanlardan deÄŸerli sahâbî Osman b. Maz'un vefat etmiÅŸti. Medine yerlilerinden Ummu'l-Alâ isimli hanım onu şöyle tezkiye etti: “Allah'ın rahmetine mazhar olasın, ben senin için tanıklık ederim ki, Allah sana ikramda bulunmuÅŸtur.” Bunun üzerine Efendimiz ile aralarında ÅŸu konuÅŸma geçti:
-Allah'ın ona ikramda bulunduğunu nereden biliyorsun?
-Babam sana feda olsun yâ Resûlallah, Allah (ona değilse) kime ikram eder?
-O şimdi gerçekle karşı karşıya geldi, vallahi ben de onun hakkında hayır umarım, vallahi ben Allah'ın elçisi olduğum halde bana ne yapacağını bilmiyorum.
-Vallahi bundan sonra kimseyi asla tezkiye etmeyeceÄŸim (Buhârî, “Cenâiz”, 3).
İbn Hacer'in de açıkladığı gibi Peygamberimizin bu ifadesi Ahkaf suresinin 9. âyetine uygun idi:
“Ben peygamberler arasında benzeri gelip geçmemiÅŸ biri deÄŸilim, bana ve size ne yapılacağını da bilemem, ancak bana vahyedilene uyarım. Ben yalnızca açık bir uyarıcıyım”.
Daha sonra gelen Fetih suresinde ise Allah Teâlâ Peygamberimizin güzel akıbetini bildirmiştir.
Akıbeti vahyile bildirilmemiş kimselerin cennetlik olacaklarını, kurtulup kurtaracaklarını ummak değil de söylemek ehl-i sünnet inancına uygun değildir.
Henüz yorum yapılmamış.