Güncel
Siyaset mi devleti yönetmek mi?- İbrahim Kiras
Follow @dusuncemektebi2
Meseleyi yalnızca Erdoğan karşıtlığı veya Erdoğan taraftarlığı bakış açılarıyla yorumlamadığınız takdirde devlet yönetmenin -dolayısıyla milli hedeflere ulaşmanın ve ortak sorunları çözmenin- yeni dönemde eskisinden çok daha zor bir iş olacağını öngörmek kolay. Umalım ki yapılan değişiklik sonucunda güçlü liderliğin güçlü bir Türkiye getireceğini, kuvvetler birliğinin önümüzü açacağını, Meclis’in artık çok daha etkin çalışacağını ve demokrasimizin daha da güçleneceğini düşünenler haklı çıksınlar.
16 Nisan referandumuna katılan vatandaÅŸlarımızın çoÄŸu, evet oyunu “ErdoÄŸan’a evet”, hayır oyunu ise “ErdoÄŸan’a hayır” olarak gördü ve bu çerçevede tercihini yaptı. Bu durum CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan’ın siyasi liderliÄŸinin yanısıra temsil gücüyle ve tabii ÅŸahsında temsil ettiÄŸi toplumsal deÄŸerlerle de ilgili.
Ancak referandumda onaylanmış bulunan 18 maddelik anayasa değişikliği sembolik mahiyetinin ötesinde -evet diyenlerin de hayır diyenlerin de ciddi bölümünün farkında olmadığı veya umursamadığı- somut sonuçlar da getirecek.
Öncelikle, propaganda sürecinde ne söylenmiÅŸ olursa olsun, devlet yönetiminde son birkaç yıldır atılmaya baÅŸlanan aşırı merkeziyetçilik adımları hem anayasal çerçeveye oturtulmuÅŸ oluyor hem de bir adım daha ileri götürülüyor bu yeni sistemle. 1924-1946 arasında yaÅŸanan kesinti dışında 1908’den beri devlet yönetiminin odağında yer alan Meclis’in gücü neredeyse sembolik hale getiriliyor. Kurulacak hükümetleri onaylama yetkisi ve bir bakanı veya bakanlar kurulunu gensoru verip düşürme imkânı milletvekillerinin elinden alınıyor. Sembolik demiÅŸken, Meclis baÅŸkanları artık cumhurbaÅŸkanına vekalet görevini de yapmayacaklar. Bu görevi cumhurbaÅŸkanın atayacağı yardımcılarından biri üstlenecek. Meclis’i feshetme yetkisi ise sembolik olduÄŸu kadar pratik bir güç kaynağı.
CumhurbaÅŸkanına yürütmeyle ilgili konularda “cumhurbaÅŸkanlığı kararnamesi” çıkarma hakkının yanısıra üst düzey devlet görevlileri ile kurum yöneticilerini belirleme yetkilerinin verilmesi hem yasama hem de yürütme alanında radikal deÄŸiÅŸiklikler.
Yargı kurumlarının yönetimiyle ilgili getirilen düzenlemeleri de hesaba katarsanız devletin yönetim şekli kuvvetler ayrılığı düzeninden uzaklaşıp kuvvetler birliği modeline yaklaşacak diyebilirsiniz.
***
Elbette güçlü bir liderliğin ve yetkilerin tek elde toplanmasının bazı pratik avantajları olabilir ama diğer taraftan tek tek kurumların üstlenmesi gereken bunca görev ve sorumluluğu tek bir kişinin omzuna yüklemenin ciddi riskleri olduğu açık.
Meseleyi yalnızca Erdoğan karşıtlığı veya Erdoğan taraftarlığı bakış açılarıyla yorumlamadığınız takdirde devlet yönetmenin -dolayısıyla milli hedeflere ulaşmanın ve ortak sorunları çözmenin- yeni dönemde eskisinden çok daha zor bir iş olacağını öngörmek kolay.
Umalım ki yapılan deÄŸiÅŸiklik sonucunda güçlü liderliÄŸin güçlü bir Türkiye getireceÄŸini, kuvvetler birliÄŸinin önümüzü açacağını, Meclis’in artık çok daha etkin çalışacağını ve demokrasimizin daha da güçleneceÄŸini düşünenler haklı çıksınlar.
***
Referandumdan önceki siyasi tartışmalar baÄŸlamında yazdığım bir yazıda kısaca deÄŸinmiÅŸ olduÄŸum bir mesele daha var: Aşırı merkeziyetçiliÄŸin adem-i merkeziyet üretme potansiyeli. Etnik bölücülükle mücadele eden Türkiye için bu ciddi bir tehdit anlamı taşıyor. Zaten toplumsal iliÅŸkiler -ister çatışma olsun ister uzlaÅŸma- kurumsal temele deÄŸil kiÅŸilere baÄŸlı olursa kolaylıkla tersine dönebilir. Önümüzdeki dönemde devletin yönetilmesi alanındaki en büyük zorluklardan biri bu olacak gibi görünüyor. Yani toplumdaki gerilimlerle baÅŸ edebilme ve toplumu yekpare tutabilme iÅŸi. Sözgelimi YSK’nın ciddiyetsizliÄŸi ve lüzumsuz tasarrufları yüzünden referandumun sonucundan kuÅŸku duyma noktasına gelen kitlelerin ikna edilebilmesi aynı zamanda toplumdaki kutuplaÅŸmanın yükselmesini durdurmak için de gerekli olan bazı önlemlere ihtiyaç duyuruyor.
Bu önlemlerin en başında ise siyasi retoriÄŸin gözden geçirilmesini de içermesi gereken bir yenilenme ve toplumu kucaklama giriÅŸimi olmalı. Ancak 16 Nisan’dan sonra da sürdürülen retorik itibarıyla maalesef görünen o ki bu konuda fazla ümitlenmemek durumundayız.
Çünkü meselenin temelinde siyaset ve devlet kavramları arasında oluşturulan hayali ayrımı ciddiye alan bir zihniyet var. Bugünlerde bunların gürültüsü bastırıyor sağduyunun sesini.
Oysa siyaseti yalnızca seçim kazanıp iktidara gelmek ve iktidarda kalmak için yapılan işlerden ibaret gören holiganların devleti yönetmek konusunda fikir ve öneri üretmeleri beklenemeyeceğinden gelecekte hepimizin durumu bugünkünden daha zor olabilir.
Henüz yorum yapılmamış.