Kürsü
Bir Ä°tikad Meselesi(!) Olarak Siyaset
Deniz BARAN
Aklım siyasete erdiÄŸinden beridir “dini siyasete karıştırmayın” diyenlerden olmadım. Olmadığım gibi bu söylemi en iyi ihtimalle “yüzeysel ve kavrayışsız” gördüm (daha kötü ihtimal nedir denir ise Türkiye’de hatta genel olarak dünyada hâkim olan pozitivist hegemonyanın karşısına dikilebilecek bir dinamiÄŸin önünü kurnazca kesmeye yarayan bir retorik olarak niteleyebilirim).
Öte yandan, “dini siyasete karıştırmak” ile “dini siyasete alet etmek” deyiÅŸleri arasında büyük bir fark olduÄŸuna da inanageldim. Hatta bu fark ÅŸu ana kadar kendi zihnimde din-siyaset iliÅŸkisi baÄŸlamındaki söylemsel meÅŸruiyetin sınırlarını çizdi. Dini bir motivasyonla, hatta bizim ülkemizi ele alacak olursak, katı bir laik dayatmaya karşı kendi inanç dünyasının saÄŸladığı zihinsel altyapıyla direnmesi gerektiÄŸine inananlarla salt kendi siyasi çıkarları için dini motifleri söylemlerine sos eden ve toplumun dini hassasiyetleri üzerinden “tribüne oynayanları” ayırma hususundaki kriterimi de bu fark belirledi.
Ä°ÅŸte bu girizgâh, aktüel politika çerçevesinde gitgide daha fazla kullanılan Ä°slami içerikli retoriÄŸe dair bu yazıda yapacağım sitemin nasıl bir baÄŸlama oturuyor olduÄŸunu izah etmek açısından önemli. Çünkü ileriki satırlarda yazacaklarımın o meÅŸhur dini siyasete karıştırmayın” kliÅŸesinden beri görülmesini önemsiyorum.
Evet, ÅŸimdi bana bu yazıyı yazdıran sitemime, üzüntüme geçebilirim…
Politika için araçsallaştırılan dini söylem
Esasında ÅŸu an yazmakta olduÄŸum tarzda, kendi duygularımı ve sübjektif dünyamı yansıtan yazılar yazmaya pek yanaÅŸan biri deÄŸilim. Ancak genel olarak 2014’ten beri, özel olarak da 16 Nisan Referandumu süreciyle beraber dini söylemin politika sahnesinde kullanılmasına dair öylesine bir yozlaÅŸma ve sığlaÅŸma yaÅŸanıyor ki bunun yarattığı tehlikeye dair hislerimi dışa vurmak, benim için kaçınılmaz hâle geldi. Zira günbegün daha fazla siyasallaÅŸan hayatımızın bir parçası haline gelen bu söylemlere maalesef alışıyor ve duyarsızlaşıyor oluÅŸumuz, yine bizzat biz Müslümanlara büyük bir vebal yüklüyor diye düşünüyorum. En son olarak, politikacılarımızın hayati gördükleri 16 Nisan Referandumu’nda istedikleri sonucu almak içini dini söylemleri öne sürmede son derece özensiz olmasıyla ise bu alışma süreci tavan yaptı.
Aslında bugünlerde herkes benzer sitemlerde bulunuyor, herkes aynı problemden muzdarip ve herkes günlük politikaya malzeme edilen kaba, sığ ve yozlaÅŸmış dini referanslı söylemleri en basitinden sosyal medyada kınıyor ve “bu iÅŸin bir sonu gelmeli” diyor. Benim de bunları tekrar etmenin bir anlamı yok.
Lakin dini söylemlerin/argümanların politika sahnesinde, salt politik çıkarlar için geliÅŸigüzel kullanılmasına dair hassasiyetimizi kaybediyor oluÅŸumuz, bana kalırsa, uzun vadede etkisi görülecek çok baÅŸka bir tehlikenin sinyalini veriyor. Ben de herkesin her gün yinelediÄŸi sitemleri tekrarlamak yerine kısaca bu tehlikeden bahsedeceÄŸim ve tabi ki çoÄŸunlukla, ana gündemimiz olan referandum süreci baÄŸlamında bunu yapacağım. Sonuçlar belli olduktan sonra bunu yapmamın, yazıdaki “yakarışı” daha içten göstereceÄŸini ümit ediyorum.
Tehlike arz ettiÄŸini iddia ettiÄŸim söylemlere dair örnekler üzerinden yazıyı kurgularsam amacın daha iyi vasıl olacağını düşünüyorum. Elbette Beyaz TV’deki bir programda ÅŸeytana dair bir hikayenin referandum oylamasına baÄŸlandığı rezalet (https://twitter.com/harunkaranfilci/status/828666939467776004) ya da Åževki Yılmaz’ın referanduma dair hadis var iddiaları gibi (gerçi ben, Yılmaz’ın lafızdananladığımız kadar yansıtıldığı kadar ileri gittiÄŸini sanmıyorum ama kendisinin zikrettikleri yine de bir fecahat olarak kayıtlara geçti/ https://www.youtube.com/watch?v=cEw0Xr2iH-s ) uçuk örnekleri esas almayacağım. Bunlar üzerinde konuÅŸmaya deÄŸmeyecek kadar uçuk örnekler.
"ErdoÄŸan, Allah'ın tüm vasıflarını üstünde toplayan bir lider" (https://www.youtube.com/watch?v=L1yIMK7mfdE),"ErdoÄŸan'a dokunmak bile ibadettir.(www.cnnturk.com/2011/turkiye/07/20/623516.0/index.html) tarzı deli saçması laflardan, yanda görülen grafikteki gibi sosyal medyaya saçılan zilyon tane grafikten, “Referandumda evet demek ÅŸirktir” deyip meseleyi tevhide dair bir tartışmaya dönüştüren sözlerden (http://www.haber7.com/guncel/haber/2255584-hdpli-vekil-huda-kaya-evet-demek-allahi-inkar-etmektir) ya da “Gezi Parkı’ndaki aÄŸaçlarını kesmek ÅŸirktir gibi” gibi haddini aÅŸan sözlerden, kimi hoca sıfatlı insanların yaptığı zorlama tevillerden de bahis açmaya gerek görmüyorum. Tüm bunlara yönelik diyebileceÄŸim ÅŸey ancak “bu sözlerden Allah’a sığınırım” demek olacaktır.
Benim asıl olarak ele alacağım örnekler, teorik olarak altı daha dolu gözüken, daha ciddi hükümler ortaya koyan, amiyane tabirle, “daha ayakları yese basıyormuÅŸ gibi duran” söylemler. Bu söylemlerin benim nezdimde önem arz etmelerinin sebebi, sahih bir dini bir arka plana yaslanıyor gibi durarak yüksek etki gücüne sahip olmalarıdır. Bu tarz söylemlerin öne sürdüğü teorik zemin, günlük politik söyleme ve haliyle alınacak olan politik karara ustaca dini bir boyut katıp yüksek bir meÅŸruiyet saÄŸlayabilmektedir. Ä°ÅŸte deminden beri aÄŸzımda tuttuÄŸum baklayı da bu noktada çıkarabilirim:
Asıl tehlike tam olarak da bu tip söylemlerin altında yatmaktadır çünkü üzerinde düşünülmeden geliÅŸigüzel ortaya saçılan bu tip “dini dayanaklar”, bizlerin; yani Müslüman kesim addedilen kesimin gençlerinin, sorgulaması ve kavraması gereken birçok “büyük soruyu” pas geçip kuru bir retoriÄŸe saplanmasına yol açıyor. Bizler, elektrik devresinde izlemesi gereken yolu izleyemeyip kısa devre yapan akım misali, günü son derece yüzeysel ve palyatif ÅŸekilde kurtaracak fakat “zamana dirençsiz” durumdaki bu hatlara sapıyoruz. Bu durum artık genel bir eÄŸilime dönüşürken de esasında daha birkaç yıl öncesinin Türkiyesinde konjonktürel olarak ortaya çıkan atmosferin bizlere sunduÄŸu, ayakları yere basan bir paradigma inÅŸa etme fırsatını tepmiÅŸ oluyoruz.
Åžahsi fikrim ÅŸudur ki gençler olarak birkaç yıl önce güzel bir eÅŸikteydik… Birçok meseleyi kökten sorguyalabileceÄŸimiz bir konjonktüre sahip olmuÅŸtuk. Fakat hem Türkiye’deki keskin kutuplaÅŸma hem de bölgemizdeki ve uluslararası düzlemdeki yıkıcı eÄŸilim, yöneticilerimizi kendi mahallelerini hızla konsolide etmelerini saÄŸlayacak basit söylemlere itince ve maalesef kanaat önderlerimiz saydıklarımız da feraset gösterip bu eÄŸilime yeterince ayak diretemeyince, paradigma inÅŸası yolunda kendimizi sorgulayabildiÄŸimiz bir halden çıkıp bolca ezberin, hamasi söylemin ve içi boÅŸ retoriÄŸin etrafı sardığı bir hale mahkum olduk. Öyle ki günlük politikanın ÅŸiddeti, bizleri ahlaksızlığın her türlüsünü kanıksar hale getirdi. Kısa sürede ortaya çıkan deformasyon o kadar büyük ve geliÅŸigüzellik o kadar benimsenmiÅŸ bir hâlde ki artık asıl meselelerimizi tartışamıyoruz. Asıl sorgulamamız gereken meseleleri sorgulayamıyoruz… Ä°slam-iktidar iliÅŸkisi; modern devlet, ulus-devlet ve milliyetçilik meselesi, laiklik ile kurduÄŸumuz baÄŸlantı, öteki ile yaÅŸama meselesi, insan hakları, eÄŸitim, para ve servet ile iliÅŸkimiz [Ak Partili bir milletvekilin yıllar önce yolsuzluklarla alakalı yaptığı bir açıklama (http://www.radikal.com.tr/politika/akpli-vekilin-gunah-isleme-ozgurlugu-sozlerine-tepki-1179808/), Müslümanların iktidar-kamu malı-servet dağıtımı gibi meselelerde yeterli sorgulamayı yapmadan olan bitene bir perde çekmesini teÅŸvik etmesi bakımından ibretlik bir örnekti] gibi birçok konuda sorgulama yapmak neredeyse ayıp hale gelmiÅŸ durumda. En basit sorgulama dahi deÄŸer görmediÄŸi gibi, üstüne üstlük hedefe konuyor. Çünkü böyle bir ortamda “pespayelik” prim yapmaya baÅŸlıyor… Bu durum, sadece entelektüel deÄŸil itikadi sorunlara da gebe, çünkü pespayelik hızla zemin kazanıyor ve belli ekonomik ve siyasi güç odaklarınca önüne kasten set çekilmedikçe –hatta araçsallaÅŸtırıldıkça- bu alçalmanın önü alınamıyor.
Bu anlattığım sürecin en çarpıcı aÅŸamalarını da FETÖ ile hükümetin çatışması alevlendiÄŸinde gördük. ÖrneÄŸin, FETÖ’nün kendi bataklığını örtebilmek için dini suiistimal etme seviyesi ÅŸaÅŸkınlık verici boyuttaydı. Tüm kirli hesaplarını yürütmek için yıllar boyunca fütursuzca “Yezid retoriÄŸine” nasıl sarıldıkları bu bakımdan oldukça net bir örnekti.
Sonuç Niyetine…
Hâlbuki bizim neslimiz derin ikilemler içerisindeyken ciddi bir teorik altyapıya ihtiyaç duyar hâldeydi. Modern zamanın ikilemleriyle samimi bir ÅŸekilde mücadele yürütmek dahi zorken böylesine palyatif çözümlerle, günlük kazanımlar için yapılan ötelemelerle iÅŸ daha da çetrefilli bir hâle geldi ve geliyor. Bizler, modern dünyanın ortaya çıkardığı ikilemlerle esaslı cevaplar bulmanın peÅŸinde olmalıyken muteber saydığımız hocalarımız, 16 Nisan Referandumu gibi son derece dünyevi siyasete dair bir oylamayı “farz kabilinden dini bir vecibe” olarak tanımlarsa zihinlerimiz neyin peÅŸine düşebilir? Bu tip, dünyevi siyasetin cüzü olan kararları neredeyse itikadi bir probleme çevirmenin getireceÄŸi epistemolojik ve düşünsel karmaÅŸa hesaba katılıyor mu? Ya da hocalarımız, büyüklerimiz bu karmaÅŸaları önemsemeyecek kadar tarihin dar bir dilimine mi hapsetmiÅŸler kendilerini?
Esasen bu yazı çok daha fazla uzatılabilir, yukarıda bir çırpıda sıraladığım noktaların her birine dair örnekler detaylıca verilip elimizde olan hazin tablo iyice ortaya konabilir. Ancak bu yazı, bu sorunları irdelemekten ziyade karşı karşıya olduğumuz tehlikeye dair bir yakarış ve dikkat çekme çabasıdır. O hâlde, az ve öz konuşmak daha çok şey anlatır.
Tüm bu anlatılanlardan çıkarılması gereken ÅŸu sonuç çok önemlidir: Ne kadar zafer kazanırsak kazanalım, bunlar geçici. Sürdürülebilirlik için, ağızlara pelesenk edilen medeniyet inÅŸası için önce düşünsel bir altyapı inÅŸa etmek ya da inÅŸa edilmesine zemin hazırlamak gerekir. Arkasında bin bir türlü hasar bırakmak pahasına bugünü kurtaran kararlar, konjonktürün yardımıyla ve on yıllarca toplumun belli kesimlerinde birikmiÅŸ enerji sayesinde iÅŸ görüyor olabilir ama asıl sorun ÅŸudur ki geriye eli yüzü düzgün bir miras bırakma çabası ortaya konmadığı gibi “bu mahallenin gençlerine” kötü bir miras birikiyor. Ä°slami kaygıları/hassasiyetleri olan yeni nesil olarak bir gün gelip de elimizde içi boÅŸ bir retorikle kalakaldığımızda neyi temsil edip, kimi hangi cevapla ikna edeceÄŸiz?
Yoksa muhalifken demokrasi, iktidarken tahakküm yolunu seçmenin tutarsızlığına mahkûm kalıp nesillere hitap eden bir dil kuramayacak mıyız? Ya da dünyevi gücün hep bizde kalacağından mı eminiz?
Yukarıda sıraladığım örneklerde de görüldüğü üzere bu sorularımın tek müsebbibi iktidar partisi çevreleri deÄŸildir. Ä°ktidar partisinin muhalifi konumunda durup Ä°slami kesimden olan birçok kiÅŸinin de iktidar çevrelerinden hiç aÅŸağı kalmayacak bir ÅŸekilde aynı yollara tevessül ettiÄŸini gördüğümüz gibi “diÄŸer kesimler” diyebileceÄŸimiz kesimlerin siyasi temsilcilerinin dahi dini araçsallaÅŸtırmaktan beri durmadığını görüyoruz.
Ama bizi daha çok ilgilendiren kısım, kendi mahallemiz diye nitelediÄŸimiz mahallenin ürettikleridir ve tüm bu zihinsel çözülmenin “dindar” addedilen bir iktidarın döneminde olması hazindir.
Anlatmaya çalıştıklarımın güzel bir özeti olmasından ötürü Ä°brahim Kiras’ın bir köşe yazısından yapacağım alıntı ile noktayı koyayım:
“Güncel siyasi bir konuyu Ä°slam inancının bir cüzü olarak görmek her bakımdan son derece tehlikeli. Bugünün siyasi ayrışmaları yarın ortadan kalkabilir ama inanç temelindeki ayrışmalar kolaylıkla izale edilemiyor. Onun için din âlimlerinin görevi, benimsedikleri siyasi görüşe dini dayanak bulmak deÄŸil, hurma aÄŸaçlarının aşılanması konusunda fikrini soran ashabına “dünya iÅŸlerini siz benden daha iyi bilirsiniz” cevabını veren Ä°slam Peygamberi’nin yolunu izlemek olmalıdır.”
Deniz BARAN
Henüz yorum yapılmamış.