YaÅŸam
Mahşere hızlı tren-Gökhan Özcan
![](resimler/detay/146056.jpg?1537809257)
Follow @dusuncemektebi2
Her şeyin daha hızlısının bizim için daha iyi olduğu konusunda adın konmamış bir mutabakat var insanlar arasında. Bu üstünde düşünmediğimiz, düşünmeye imkan bulamadığımız ama yine de hiç itiraz etmeden, sessizce kabullendiğimiz bir şey... Hatta peşinde koştuğumuz bir gaye, bir hedef... Asırlar boyunca hiçbir insan neslinin yaşamadığı, yaşamayı aklından bile geçirmediği bir yaşama temposuna erişmeye çalışıyoruz
Bizi kendimize yaklaştıracak olan şey yavaşlamakken, biz her geçen gün her şeyin biraz daha hızlanmasını istiyoruz. Daha hızlı ulaşım, daha hızlı internet, daha hızlı okuma, daha hızlı düşünme, daha hızlı pişirme, daha hızlı çalışma; velhasıl daha hızlı yaşama... Her şeyin daha hızlısının bizim için daha iyi olduğu konusunda adın konmamış bir mutabakat var insanlar arasında. Bu üstünde düşünmediğimiz, düşünmeye imkan bulamadığımız ama yine de hiç itiraz etmeden, sessizce kabullendiğimiz bir şey... Hatta peşinde koştuğumuz bir gaye, bir hedef... Asırlar boyunca hiçbir insan neslinin yaşamadığı, yaşamayı aklından bile geçirmediği bir yaşama temposuna erişmeye çalışıyoruz. Peki ama neden? Her şeyin daha fazlasına sahip olmak için mi? Her şeye sadece uğrayıp geçmeye yetecek kadar vakit bulabilen bir insan gerçekte neye sahip olabilir ki!
“Kimsenin gözlerinin içine bakacak kadar vaktim olmuyor” diye geçirdi içinden kederle, “Herkes hızla yanımdan gelip geçen tanınmaz karaltılara dönüştü!”
Hatır soran ama verilen cevabı dinleyecek kadar vakti olmayan insanlara dönüşüyoruz hepimiz!
“YaÅŸadığımız her an, göz açıp kapayıncaya kadar eski olmaktadır ve yeni sadece belirsiz bir boÅŸluktan ibarettir. O sadece zaman içinde derhal kaybolan bir noktadır ve geriye alınmadığı gibi ileriye de bir uzantısı yoktur. Geriye doÄŸru bütün zaman ve mekân eskiye aittir, ileriye doÄŸru olan ise devamlı bir ÅŸekilde eskiye eklenmektedir. En yeni diye öğrendiÄŸimiz ÅŸeyler bile maziye aittir çünkü bizim onları öğrenmiÅŸ olmamız bu yeniliÄŸin artık geçmiÅŸ bir zamanda kaldığını gösterir” diye yazmış Erol Güngör, rahmet olsun.
Her şeyi birkaç kelimeyle anlatabilecek olan o esrarlı cümle parmaklarının ucuna kadar geliyor ama tuşlara dokunup onu bir türlü kayda geçiremiyordu.
“Yoksa uyandırdım mı?” diye sordu usulca kağıdın beyaz tenine dokunan divit. Sadece gülümsedi mahmur gözlerle kağıt.
Unuttuğumuz şeyler, belki de biz onları unuttuğumuzdan beri her yerde bizi arıyor.
Acaba birbirlerini dengelesinler diye mi kelimelerde sessiz harflerle seslileri birlikte kullanıyoruz. Öyle ya sadece sessiz harflerden oluştursaydık kelimelerimizi, hiç kimse duyamazdı onları. Ya da sadece sesli harflerden oluştursaydık, kim bilir ne kadar gürültülü bir yer olurdu dünya!
Bir söyleyene bir dinleyen, bir dinleyene bir söyleyen gerek aynı vücut içinde!
Ummandır o; bir gün masmavi bir sükûnet, bir gün fırtına kıyamet... Kayıksın haddini bil, senden sadır olmaz hiç bir hareket!
“Dilerse gözümü giryân eden dost/ Dilerse baÄŸrımı biryân eden dost/ Dilerse hâk ile yeksân eden dost/ Dilerse lûtf ile ihsân eden dost” buyuruyor Ãœmmi Sinan Hazretleri. Allah ÅŸu dünya deÄŸirmeninde hepimize böyle bir gönül enginliÄŸi nasip etsin.
Mahşerde başı dik dolaşabilmek için, bir ömür boynu bükük dolaşan insanlar da var.
“Pilavım yensin diyorsan” dedi meczup, “pirincin taşını iyi ayıkla!”
Henüz yorum yapılmamış.