Sosyal Medya

Güncel

Mardin notları-Taha Kılınç

Daha önceki ziyaretlerimin aksine, Mardin'i bu defa son derece sakin (hatta tenha) buldum. 'Hendek savaşları' şehir merkezinde etkili olmasa da, PKK'nın sivil halk üzerindeki baskıları ve sonrasında yaşanan çatışmalar, Mardin ve çevresindeki canlılığı yok etmiş. Bunun üzerine, Suriye'de devam eden savaşın sınır ticaretini vurmasının direkt etkileri de eklenince, şehirde hayat durma noktasına gelmiş. İnsanı hâlâ hayat dolu, esnafı hâlâ o klâsik dönemlerin âhî esnafları gibi ahlâklı ve güler yüzlü; ama bir iksir kaybolmuş Mardin'den. Kaybolduğunu herkesin bildiği, ama yerine yeniden koymak için ne yapılması gerektiği noktasında -henüz- adım atılamayan bir iksir.



ÇarÅŸamba günü, Artuklu Ãœniversitesi Mimarlık Fakültesi'nin misafiri olarak Mardin'deydim. Fakültede görevli akademisyenler Abdullah Asım Divleli ve Emin Selçuk TaÅŸar'ın zarif davetiyle, “Åžehir Deneyimleri” etkinliÄŸi kapsamında Kudüs'ü konuÅŸtuk. Ä°lgili ve dikkatli bir izleyici kitlesiyle, taÅŸ mimarisinin ÅŸaheserlerini barındıran Mardin'de, ona birçok yönden benzeyen Kudüs'ü anmak gerçekten keyifliydi.

Artuklu Mimarlık, yaklaşık 5 yıldır devam eden “Åžehir Deneyimleri” oturumları çerçevesinde, her hafta bir konuÄŸu ağırlıyor. ÇeÅŸitli meslek gruplarından insanların, ziyaret ettikleri ÅŸehirleri, kendi bakış açıları ve tecrübelerine göre anlattığı etkinlik, fakülte öğrencilerinin hem farklı insanlarla tanışmasını saÄŸlıyor, hem de dinledikleri ÅŸehir betimlemelerini kendi mimarlık bilgileriyle harmanlamalarını saÄŸlıyor.

Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi üzerinden, Müslümanların mimari baÄŸlamında kurdukları dili incelediÄŸi bir doktora çalışmasını sürdüren Emin Selçuk TaÅŸar, fakülte öğrencilerine kendi ufuklarını oluÅŸturmalarını öğütlediklerini anlatıyor. “DiÄŸer ÅŸehirlerdeki fakültelerle kendimizi kıyaslamak yerine, biz akademik dünyaya buradan orijinal ve hakiki bir söz söylemeliyiz” diyen TaÅŸar, aynı zamanda “Mardin AraÅŸtırmaları Merkezi”nin de müdürlüğünü yapıyor. “Arap MilliyetçiliÄŸi ve Mimarlık” konulu doktorasına devam eden Abdullah Asım Divleli de, Mardin gibi mimarlık için açık hava laboratuvarı hüviyetindeki bir ÅŸehirde olmanın avantajlarını anlatırken, fakültenin son yıllardaki atılımlarından umutla söz ediyor.

Eski Mardin'in sonunda yer alan Artuklu Mimarlık'ın binası da Osmanlı döneminden kalma harika bir taş yapı. Dikkatli bir restorasyonla şimdiki haline getirilen bina, dışarıdan misafirlerin ziyaretine de açık olmasıyla dikkat çekiyor. Öğrenciler, 24 saat hiç kapanmayan mekânı diledikleri gibi kullanabiliyorlar; ayrıca diğer fakültelerin öğretim üyeleri ve öğrencileri de mimarlık fakültesine yollarını düşürmeleri için her fırsatta davet ediliyor.

***

Daha önceki ziyaretlerimin aksine, Mardin'i bu defa son derece sakin (hatta tenha) buldum. 'Hendek savaşları' şehir merkezinde etkili olmasa da, PKK'nın sivil halk üzerindeki baskıları ve sonrasında yaşanan çatışmalar, Mardin ve çevresindeki canlılığı yok etmiş. Bunun üzerine, Suriye'de devam eden savaşın sınır ticaretini vurmasının direkt etkileri de eklenince, şehirde hayat durma noktasına gelmiş.


İnsanı hâlâ hayat dolu, esnafı hâlâ o klâsik dönemlerin âhî esnafları gibi ahlâklı ve güler yüzlü; ama bir iksir kaybolmuş Mardin'den. Kaybolduğunu herkesin bildiği, ama yerine yeniden koymak için ne yapılması gerektiği noktasında -henüz- adım atılamayan bir iksir.

Tarih boyunca benzer birçok imtihanı başarıyla savuşturan, son yıllarda çevresini kasıp kavuran sarsıntıları iç içe geçmiş bir kardeşlik ve sağlam bir bünye sayesinde en az hasarla atlatan Mardin, bu günleri de aşacaktır.

***

Eski ÅŸehrin sokaklarını adımlarken, sadece Mardin'i deÄŸil, tarih boyunca Müslümanların kurdukları, fethedip imarına katkıda bulundukları ya da içinden geçerek eser bıraktıkları bütün kadim ÅŸehirleri düşünüyordum. Bugünkü siyasi manzarada ÅŸahit olunan “yenilmiÅŸlik” görüntüsünün bile yok edemediÄŸi, insanın geleceÄŸe dair umutlarını diri tutan ve bu topraklar için daha fazla çalışmaya teÅŸvik eden muhteÅŸem bir mirastı bu.


Zihnim her bir kapıyla, taşla ya da merdiven aralığıyla bir başka İslâm şehrine geçiş yaparken, kaçınılmaz olarak şu soruları da soruyordum kendime: Mirasımızı ne kadar tanıyoruz? Tanımak ya da tanıtmak için ne yapıyoruz? Medeniyetimizin kodlarını barındıran yeni şehirler kurmak iddiası bir yana, eskilerin inşa ettiği şehirlerle ilgili elimizde derli-toplu dökümler, envanter çalışmaları, kayıtlar, izlekler var mı?

Bunlar, cevapları henüz tatmin edici düzeyde olmayan sorular şüphesiz. Ama cevabını vermekten ve vermek için çaba göstermekten de kaçınamayacağımız sorular aynı zamanda. Çevremizi temiz tutmak ödeviyle, üzerinde yaşadığımız şehri derinlemesine tanımak ödevi arasında, sadece biçim farkı var. İkisi de, bir şehre karşı borçlarımızdan.

Kişisel olarak da, küçük gruplardan başlayıp devlet idarecilerine kadar açılan boyutlarda da, yapılabilecek sayısız iş var. Öncelikle şehirlerimizin tarihini ve kültürel yapısını ayrıntılarıyla bilmekle ve tarih boyunca bu alanda bizden öncekilerin neler yaptıklarını öğrenmekle mükellefiz.

Bir mimar ya da sanat tarihçisinin profesyonelliğinde değil belki ama, İslâm kültürünü ve Müslümanlığını ciddiye alan herkesin, asgari düzeyde İslâm şehirlerini tanımak yükümlülüğü bulunuyor. Tutulacak küçük notlardan, kaleme alınacak dev ansiklopedilere kadar, tamamlamamız gereken dev bir literatür boşluğu da karşımızda durmuş, yalvaran gözlerle biz Müslümanlara bakıyor.

Güncel siyasi tartışmaların ya da kavgaların, hayatımızın her alanını baÅŸka hiçbir ÅŸeye yer bırakmaksızın iÅŸgal etmesine izin veremeyiz. Klâsik kaynaklarımızda “bir ÅŸeyi, hak ettiÄŸi yere yerleÅŸtirmek” olarak tanımlanan 'hikmet'e baÅŸka türlü eriÅŸilemez.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.