Sosyal Medya

YaÅŸam

'Bir gül için yanmak'-Kemal Sayar

Dünya onların olsun, ahiret bizim. Anadolu asırlardır bu ipin üzerinde yürüyor. Sıradan insanı bilgeleştiren, sokaktaki adamı yiğit bir savaşçıya dönüştüren bu varoluş, bu hayattan sonra bir başka hayatın, ebedi bir asıl hayatın var olduğu bilgisinin toplumsal bilinçaltına adeta nakşolmasıdır. Düşmanla savaşırken yanında melekleri gören, gayb âlemiyle hemdem, bu dünyada dolaşırken ruhuyla ötelerde yüzebilen insanlar. Onların kıssalarıyla, türküleriyle emzirilmiş bir toprak. Galiba bu. Öteki âlemle aramıza büyük duvarlar örülmüş değil şükür ki. Biz iki cihanda dolaşan insanlarız.



Kelimeler etrafımızı sarıyor, onlardan bir dünya kuruyoruz, uzun sessizlikler kuruyoruz onlardan, kelimeler ruha deÄŸiyor ve bazen can yakıyor. Türlü cambazlıklar yapıyoruz onlarla, uç uca ekleyerek onları gidebildiÄŸimizce kendimizden uzaÄŸa gidiyoruz. Ama kalp aynasını cilalamak, bir arı duruluÄŸa ulaÅŸmak için, âlemi seyreyleyip de kendimize bir daha dönmek için de binek ediyoruz onları. Kelimeler bazen bizi bizden örtüyor, çünkü ruhun heyelanları çok kez söze gelmiyor. Sözü kalabalığa boÄŸmakla acıdan uzaÄŸa savurduÄŸumuzu sansak da kendimizi, derinlerde bir yara fokurdayıp duruyor. Sözün açmadığı yara, sözle iyileÅŸmiyor. Bu dünyaya tutunmak için sevebilmek gerek, sevmeyi bilmek gerek. Ne ki çoÄŸu kez ihtiyaçlarımızla sevgiyi karıştırıyoruz birbirine, sevgiye susadığımızda delicesine sevdiÄŸimizi sanıyoruz. YaÄŸmurun toprağın izlerini silmesi gibi, siliyor dünya saÄŸanağı yüreÄŸe diÅŸlerini geçirmemiÅŸ bir aÅŸkın izlerini. Yürek kanamadıysa bize bu aÅŸk pazarında ekmek yok. Beline zünnarı baÄŸlayıp da sevdiÄŸinle aynı renge boyanmayacaksan, bir köle deÄŸilsin sen aÅŸk pazarında, seni alacak satacak kimse yok. Yok o zaman bu ÅŸehir içre senin söylediÄŸin sevgili. Ömrünü yalan yere yaÅŸadıysan, kalkan etme kendine kelimeleri, bırak kaza okları delsin de sineni, o acıyla bil, ömrünü bir gül için yakmak nedir.  Bir gül için yanmak, ömrünü bir gül için yakmak. ‘Ballar balını buldum / Kovanım yaÄŸma olsun’.
 
Orada o sahnede az sonra sıranın bana gelmesini bekliyorum. Bir elem doktoruyum ben, kederler, elemler alırım. Ä°nsanlardan hikâyeler alırım. Az sonra ömrümün en ürkek, en tedirgin konuÅŸmalarından birini yapacağım. Ne söylemeliyim bilmiyorum. Fazladan bir söz, ruha dokunmayacak, insana merhaba etmeyecek bir lakırdı etmenin kaygısı bir gulyabani gibi kesiyor yolumu. Yok o yoldan gidemem.  Oradan gidersem dönüşte bir daha evin yolunu bulamam. Her zaman her yerde herkesle konuÅŸur gibi konuÅŸamam onlarla.  KonuÅŸurken kelimelerden yollar yapmayı, daÄŸlar, ovalar, göller yapmayı bilirim sanıyordum. Hüner kelimelerle oynamakta deÄŸil artık,  onlardan korunaklı bir yuva kurmakta deÄŸil, hüner o evi harap edebilmekte, o asude ülkeden, bir med cezir halinde kelimelerden geri çekilebilmekte. Hüner sadece ve sadece kalbe yer açmakta, hırkayı giymekte. ‘Geydim hırkayı Hakk’ın yolunda/ Sildim aynayı Hakk’ın yolunda / Müstakim oldum nefsimi bildim / Dostula dostum Hakk’ın yolunda’.
 
Hayır, onlarla psikolojinin soÄŸuk dilinden konuÅŸamam, o dilin bir maneviyatı yok. Varlığın gerilimlerini yüklenemiyor o dil, körler ülkesinde bir ÅŸaşı gibi oradan oraya atıyor da kendisini, ‘Neden?’ sorusuna bir cevap, hayattan sonraki hayata dair bir mana üretemiyor. Oysa tam da bunun için buradayız. Bu salonda oturan herkes On beÅŸ Temmuz ÅŸehitlerinin anneleri, babaları, eÅŸleri ve kardeÅŸleri. YüreÄŸi yaralı, baÄŸrı yanık. Ben onlara bir ÅŸey öğretemem. Onlardan kahraman bir vatan evladı yetiÅŸtirmenin, ona yarenlik etmenin ve bir kahramanı özlemenin ne demek olduÄŸunu talim edebilirim ancak. Onların dizinin dibinde oturabilir ve bir gül için yanmak nasıl bir ÅŸeydir dinleyebilirim. Gönlümden öyle geçti ki bu memleketin o isimsiz kahramanları kendi hikâyelerini en güzel kendileri anlatırlar. Onlar konuÅŸtu ve ruhlarımız cem oldu. Sabrın ve tevekkülün, vatan ve evlat sevgisinin ruhlarında bir mücevher gibi ışıldadığı o güzel insanlar. O sabah, hani o hep konuÅŸulan ve pek çoÄŸumuzun karanlıkta görmekte zorlandığı Anadolu irfanı, bir güvercin olup kalplerimizi tavaf etti. Ä°nsanlığımızın etrafında uçtu da bizi daha insan kıldı. Uyur idik bizi uyandırdı.
 
Ne de güzel baÅŸlıyorlardı söze. Önce ÅŸehidin ismini anıyor, onun bıraktığı gül yapraklarını izleyerek kendi hikâyelerini anlatıyorlardı. Tuhaf bir ÅŸey oluyordu salonda, ihtimamlı bir ÅŸefkatle birbirlerinin yaralarını iyileÅŸtiriyor, yakınlık ve sözleriyle birbirlerine teselli oluyorlardı. Evladını ÅŸakî kurÅŸunuyla ötelere uÄŸurlamış bir annenin feryadına, çok sevgili eÅŸini aynı kalleÅŸliÄŸin vurduÄŸu bir ÅŸehit eÅŸi yetiÅŸiyor, birbirlerine vakar ve asaletleriyle ÅŸifa veriyorlardı. Gül yüzlü kızının resmini gösteren anne, ‘Nasıl kıydılar benim cancağızıma?’ diye inlediÄŸinde gencecik evladını topraÄŸa veren baba söz alıyor, ‘Evladımla iftihar ediyorum, onun mirasıyla ÅŸeref duyuyorum’ diyordu. Kader ve keder arasında med cezirler. ‘Kadere iman eden kederden kurtulur.’ Bu ülkeyi bize vatan kılan imanın asaleti, iÅŸte orada mücessem bir halde karşımda duruyordu.  Bir ruhlar şöleni gibi, herkesin bir ötekini iyileÅŸtirirken kendisine de teselli verdiÄŸi eÅŸsiz bir yakınlaÅŸma. ‘Ben kimseyle konuÅŸmak istemiyorum’ diyordu bir ana, ‘sadece ÅŸehit yakınları beni anlıyor, ben de sadece onlarla konuÅŸmak istiyorum’. Mum ateÅŸinde yanmayan pervanenin halinden bilmez. ‘Döküp varlığı gitmektir adı aÅŸk’. Acı, ruhu yalan olan her ÅŸeyden soyar.
 
Taze kocasını ebedi âlemlere sırlamış genç kadın aÄŸlayarak anlatıyor: “Hz. Ömer Resul-i Ekrem efendimizin dizinin dibinde hüngür hüngür aÄŸlıyormuÅŸ da hani sormuÅŸ ya Allah’ın resulü, niye aÄŸlıyorsun ya Ömer? Nice hükümdarlar saraylar malikânelerde hüküm sürüyor da ey Allah’ın resulü, sen ÅŸu sedir üzerinde oturuyorsun ona aÄŸlıyorum. Ä°ster misin ya Ömer, demiÅŸ insanlığın önderi, dünya onların olsun, ahiret de bizim.”
 
Dünya onların olsun, ahiret bizim. Anadolu asırlardır bu ipin üzerinde yürüyor. Sıradan insanı bilgeleştiren, sokaktaki adamı yiğit bir savaşçıya dönüştüren bu varoluş, bu hayattan sonra bir başka hayatın, ebedi bir asıl hayatın var olduğu bilgisinin toplumsal bilinçaltına adeta nakşolmasıdır. Düşmanla savaşırken yanında melekleri gören, gayb âlemiyle hemdem, bu dünyada dolaşırken ruhuyla ötelerde yüzebilen insanlar. Onların kıssalarıyla, türküleriyle emzirilmiş bir toprak. Galiba bu. Öteki âlemle aramıza büyük duvarlar örülmüş değil şükür ki. Biz iki cihanda dolaşan insanlarız.
 
Toprağı ve insanı diriltecek ülkü, bu mukaddesatın harcı üzerine temellenecek. Bir gül uğruna bizden evvel gidenlere, layık olmak zorundayız. Bu ruhaniyete borcumuz var. Ömrünü bir gül için yakmak nedir bilenler, önümüz sıra yürüdüler. O halde kardeşim, durma, gey hırkayı!

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.