Son günlerde Avrupa’da yükselen aşırı saÄŸ olgusunun sebeplerini onların iç siyasetinde oy devÅŸirme olarak algılayamayız sadece. Çünkü bunu oya sevk edecek bir alt yapı da var. Bu alt yapıları da göz önünde bulundurursak, din savaÅŸlarına giden bir yoldayız diyebilir miyiz?
DoÄŸrudan din savaÅŸlarına giden bir yolda olduÄŸumuzu pek zannetmiyorum. Çünkü bunun olabilmesi için gerekli olan hem tarihsel hem de kültürel ortam çok müsait deÄŸil. Dünya deÄŸiÅŸti, Orta ÇaÄŸ’da yaÅŸamıyoruz, küresel bir çaÄŸda yaşıyoruz. Ama bu din savaÅŸlarını bildiÄŸimiz askeri ve kinetik anlamda bir savaÅŸ deÄŸil de, kültürel anlamda bir savaÅŸ olarak düşünebiliriz.
Din savaşları kültür savaşlarına mı dönüştü demek istiyorsunuz?
YaÅŸadığımız çaÄŸda kimlikler çok önemli hale geldi. Siyaset kimlik üzerinden yapılıyor. Özellikle küreselleÅŸmeyle birlikte, her ne kadar yerel kimlikler eriyecek diye baksak bile aslında yerel kimlikler erimedi. Hem etnik kimlikler önem kazanmaya baÅŸladı, biz bunun etkilerini Avrupa’nın göbeÄŸinde Bosna savaşında görmüştük ve ÅŸu anda da coÄŸrafyamızdaki savaÅŸlarda görüyoruz, hem de kültürel kimlikler önem kazanmaya baÅŸladı. Siyaset de ÅŸu anda aslında bir kimlik siyaseti olarak öne çıkıyor. Bir yerde Huntington’un Medeniyetler Çatışması öngörüsü gerçekleÅŸiyor gibi. Medeniyetler Çatışması’nın yaÅŸanmayacağını varsaymıştık, ama ÅŸu anda hem Avrupa’daki geliÅŸmeler, hem OrtadoÄŸu’daki geliÅŸmeler, Suriye’deki iç savaÅŸ, bütün bunlar dünyada ister istemez küresel anlamda bir kimlik ve kültür savaÅŸlarını tetikliyor. Din savaÅŸlarını da böyle anlamak lazım. Çünkü bizde Ä°slam dünyasını bir arada tutacak Osmanlı, karşımızda da Batı’yı bir arada tutacak bir Vatikan yok. Bu ikisi olmadığı için doÄŸrudan din savaÅŸlarını askeri anlamda karşı karşıya getirecek organizasyonlar mevcut deÄŸil. Ama din savaÅŸlarını bir kültür savaşı olarak algılarsak, evet, muhtemelen Avrupa’daki aşırı sağın yükseliÅŸi, Ä°slam dünyasında radikalizmin tetiklenmesi çatışmayı derinleÅŸtirebilir. Ve bu küresel dünyada kültür savaÅŸlarına dönüşebilir.
Hilal Haç savaşında dengeler değişecek
Hilal’i temsil eden kültür dünyasıyla Haç’ı temsil eden kültür dünyası belli, din savaÅŸlarında da karşı karşıya gelebilecek olan dünyalar bunlar. Bu anlamda bir Hilal-Haç savaşı düşünebilir miyiz? Böyle bir ÅŸey olursa Orta ÇaÄŸ’ın aktörleri Vatikan ve Osmanlı’ya tekabül eden gerçeklik nedir?
Evet, muhtemelen böyle denilebilir. Yekpare ve tek biçimli deÄŸilse de Hilal’i ve Haç’ı temsil eden bir kültür evreni var. Hilal’i temsil eden bir Ä°slam dünyasından bahsetmek oldukça zor olsa bile, bunun en ön cephesinde Türkiye bulunuyor. Avrupa da bunu böyle görüyor. Demek ki Orta ÇaÄŸ’dan bugüne çok fazla ÅŸey deÄŸiÅŸmemiÅŸ. Ä°slamofobi denildiÄŸi zaman Avrupa’nın aklına gelen en öncelikli ÅŸey, Türkofobi. Karşı tarafa baktığımızda da iki yapı görüyoruz. Bir tarafta Amerika, bir tarafta da Avrupa. Eskiden soÄŸuk savaÅŸ döneminde Amerika her ÅŸeye hakimdi. KüreselleÅŸmeyle birlikte Avrupa BirliÄŸi öne çıkmıştı. Fakat Ä°ngiltere’nin çekilmesiyle birlikte Avrupa bir varoluÅŸ krizi yaşıyor. Aslında Hilal de Haç da kendi krizlerini yaşıyorlar. Ve bu krizi nasıl atlatabileceÄŸimiz soruları kendi açısından hala çözülebilmiÅŸ deÄŸil. Bu kriz döneminde Çin’in ve Asya’nın yükseliÅŸi söz konusu olabilir. Çin bir Hristiyan dünya deÄŸil, Hilal’le Haç dengesinde Çin’i nereye oturtacağız? Orta ÇaÄŸ’dan en farklı olanı da bu. Bu nedenle Hilal’le Haç kültür savaÅŸları muhtemelen Çin’in ve Asya’nın yükseliÅŸini hem hızlandırabilir, hem de tahkim edebilir.
O zaman dünyada dengeler nasıl değişir?
Åžu anda dengeler deÄŸiÅŸiyor zaten. YaÅŸadığımız kriz de biraz bununla ilgili. Akdeniz’den Avrupa’ya geçen güç dengesi, ÅŸimdi birden bire Atlantik’e, Asya’ya geçti. Dünyanın kalbi bir zamanlar Akdeniz’de atıyordu, küresel dünyada Avrupa’da atmaya baÅŸladı. Åžimdi dünyanın kalbi Çin’de atıyor veya atacak. 2030’dan itibaren en geliÅŸmiÅŸ ülkeler sıralaması yeniden deÄŸiÅŸecek. Bu kültür savaÅŸları bu deÄŸiÅŸimi hızlandıracaktır. O yüzden belki yeni bir çaÄŸa geçiÅŸ süreci yaşıyor dünya. Ve böyle giderse kültür savaÅŸları yeni dengelerin oluÅŸmasını saÄŸlayacak.
Tarihi belleklerinde Türkofobi var
Ä°slamofobi kavramı Amerika’da ve Batı’da 11 Eylül’den sonra dillendirilmeye baÅŸladı. DEAÅž’ın etkisiyle de gittikçe yayıldı. Ä°slamofobi’nin yaygınlaÅŸmasını terör olaylarıyla paralel düşünürsek, El Kaide de DEAÅž da her ne kadar Ä°slam tandanslı olsa bile bizim coÄŸrafyamızdan çıkmadı. Buna raÄŸmen Arapfobi deÄŸil de Türkofobi’nin depreÅŸmesinin sebebi tarihi bellekleriyle mi alakalı?
Aslında Ä°slamofobi 11 Eylül saldırısıyla gündeme geliyor gibi görünse de kökleri ta 16. yüzyıla kadar giden Türkofobi korkusudur. Bu Avrupa’nın kültürel kimliÄŸinin alt belleÄŸine kadar kazınmış en önemli unsurlardan bir tanesidir. Hristiyan teolojisinde kökleÅŸmiÅŸtir. Martin Luther veya Desiderius Erasmus’un eserlerine baktığımızda, Ä°slam üzerine yazılmış olsa bile, Osmanlı’yı ve Türkleri anlatır. Avrupa kimliÄŸi, Türk korkusu ve Ä°slam korkusu üzerine inÅŸa edilmiÅŸtir. 11 Eylül’den sonra OrtadoÄŸu’daki ÅŸiddet sarmalı ve radikalleÅŸme özellikle Batı dünyasında Ä°slam karşıtlığını besleyen bir rüzgara dönüştü. Ä°slam korkusu ve radikalleÅŸme aynı ikiz kardeÅŸ gibiler. Birbirlerinin kanından besleniyorlar. Avrupa’da ve dünyanın birçok yerinde siyasette de aşırı saÄŸ hızlı bir ÅŸekilde güç kazanıyor. Aşırı saÄŸ hem radikalizmi kendi meÅŸruiyeti için bir araç olarak kullanıyor, hem de kendi kültürel belleÄŸinde var olan Türk ve Ä°slam korkusunu yeniden kabartmak için kullanıyor. Arap dünyasının Batı için alternatif olma ihtimali çok fazla yok. Ä°slam dünyasında aktör olabilecek yegane güç Türkiye’dir. Batı, Ä°slam dünyasını durdurabilmek için onun ön kalesi olan Türkiye’yi durdurmak zorunda olduÄŸunu düşünüyor.
16 Nisan’da yapılacak olan halk oylaması için Türk bakanların Avrupa’da konuÅŸma yapmalarını engellemeleri, “Hayır” kampanyasına destek olmaları güçlü bir Türkiye korkularından mı kaynaklanıyor?
Büyük ihtimalle korkuyorlar. Bunun en somut örneklerinden bir tanesini 15 Temmuz’da gördük. 15 Temmuz’un baÅŸarılı olmamasından büyük üzüntü duymuÅŸ gibiler. 15 Temmuz baÅŸarılı olsaydı Türkiye’nin Avrupa ile ve Ä°slam dünyasıyla olan bütün baÄŸları kopmuÅŸ olacaktı. Bu da biraz önce dediÄŸimiz gibi Türkiye’yi hem depolize ediyor, hem de bir yerde güçsüzleÅŸtiriyor. Öncelikle Türkiye’nin rolünün herkes tarafından anlaşılması gerekiyor.
Batı’ya yürüyüşümüz devam ediyor
Batı için Türkiye ne anlam ifade ediyor sorusu mu gündeme geliyor burada? Güçsüz bir Türkiye Batı’nın ne iÅŸine yarar?
Bunun cevabı “Batı için Türkiye ne anlam ifade ediyor”da gizli bence. Batı için Rusya ne anlam ifade ediyor sorusu ile Batı için Türkiye ne anlam ifade ediyor sorusu birbirine çok benziyor. Biz Osmanlı’dan beri sürekli batıya doÄŸru yürüyen bir topluluÄŸuz. Hiçbir zaman doÄŸuya doÄŸru yürümüyoruz. Uzunca bir süre bizim Kızıl Elmamız Ä°stanbul’du. Fethettik. Ondan sonra Roma’ydı, sürekli batıydı yani, o yüzden Viyana’ya kadar gittik. Batıya doÄŸru yürüyüşümüz Osmanlı’yla birlikte sona ermiÅŸ olabilir ama kültürel anlamda devam etti. O yüzden batıyı uzunca bir süre kendi kültür evrenimizden bağımsız görmedik. Yine Orta ÇaÄŸ’a gidelim, Batı dünyası bizi öteki olarak görürken, biz Batı dünyasını ve Hristiyan dünyayı, onların peygamberlerini ÅŸeytanlaÅŸtırmadık. Çünkü biz onu da kuÅŸatan ve kapsayan son dinin temsilcileri olduÄŸumuzu kabul ediyoruz. Bu anlamıyla biz Batı’yı kuÅŸatıyoruz aslında. Almanya’da üç milyon civarı Türk’ü düşünürsek, batıya yürüyüşümüz hala devam ediyor. Batı dünyası bu kriz döneminde, Türk dünyasının veya Türkiye’nin batıya yürüyüşünün devam etmesini kendisi için ciddi bir tehdit olarak görüyor. Onları rahatsız eden ÅŸey, bizim yani Ä°slam’ın batıya yürüyüşü aslında.
Batı’nın bu rahatsızlığının sebebi, onlardaki nüfusun azalması, Türklerin nüfusundaki artış mı yoksa malum Türkofobi mi?
Birçok etki var. Ekonomik, siyasi etkileri alabilirsiniz. Batı nüfusu hızla yaÅŸlanan bir nüfus, Türkiye’nin batıya doÄŸru yürüyüşü demek, genç bir nüfusun oraya doÄŸru akması demektir. Bunun anlamı iÅŸsizliÄŸin derinleÅŸmesi demektir. Kültürel anlamda Batı dünyasının girdiÄŸi kriz döneminde, güçlü bir Türkiye’nin kendilerini kuÅŸatmasından korkuyorlar. Son olarak da kültürel anlamda zaten kodlarında böyle bir korku var. O yüzden de en kolay ÅŸey öncelikle bu kültürel kodlardaki tehdidin ortaya çıkması. Bunun OrtadoÄŸu’daki geliÅŸmelerle de ilgisi var. OrtadoÄŸu’da Suriye savaşı çok ciddi sıkıntı oluÅŸturdu. Suriye savaşı ile birlikte bir göç dalgası var, bu göç dalgasının batıya doÄŸru akışı batılıları yine korkutuyor.
Avrupa’da aklıselim kalmadı
Korkutmasının yanı sıra frenliyor da mı?
Biraz zor frenliyorlar gibi, içlerinde olanı dışa vurmaktan geri durmuyorlar bir taraftan da. Her ne kadar frenleseler de içlerindeki korku onları esir alabiliyor. Çünkü ÅŸu anda Avrupa’da siyasette çok aklıselim hakim deÄŸil. Alttan gelen bir aşırı saÄŸa kayış var. Bu da Avrupa’nın aklıselimle hareket etmesini engelliyor. Biraz aklıselimle hareket etseler, Türkiye’yle kavga etmek yerine ÅŸu anda dünyanın genel konjonktürü itibariyle onunla ortak hareket etmeyi tercih etmeleri daha lehlerine olur. Bence Avrupa’nın Türklerle kavga etmesi için hiç de uygun bir zemin yok. Amerika’da da aynı sıkıntılar var.
Avrupa’nın dengeli bir siyaseti vardır, ‘reel politik’i dikkate alırlar gibi bir ön kabul var dünyada. Åžimdi bu durum deÄŸiÅŸti mi?
Bence deÄŸiÅŸti. Avrupa’nın soÄŸukkanlı, rasyonel siyaseti yok olmak üzere. Aynı ÅŸey Amerika için de geçerli. En gerçekçi politikaları onlar izlerdi. Fakat son zamanlarda bu politikaların hızla kaybolup daha çok duygusal, tepkisel ve akıl dışı politikaların egemen olduÄŸu bir dünyaya doÄŸru kayıyor her taraf. Aklıselimle hareket etseler bu kültür savaÅŸlarını tetiklemek yerine, medeniyetler arası iletiÅŸim dilini hakim kılmak için çabalarlardı. Hatırlayın, iki binlerde dünyada bunları konuÅŸuyorduk. Åžimdi bir anda tüm bu siyasi jargon deÄŸiÅŸmeye baÅŸladı. Çünkü korkular aklın önüne geçti. Bu Avrupa’da çok daha keskin.
Hilal Haç savaşı bize de yaramadı onlara da
Bir yazınızda Avrupa 16. yüzyılda iç krizini Türkler üzerinden aşmaya çalıştı demişsiniz. Avrupa yine aynı şeyi mi yapıyor?
Dün Avrupa kendi iç hesaplaÅŸmasını Türklerin üzerinden yürütüyordu, bugün de öyle yapıyor. Daha makul, daha rasyonel siyaset üretmek yerine, en kolay olana sarılıyor. O da Türkofobi, en kullanışlı düşman. Çünkü tarihte kullandılar bunu. Oysa bu düşman onları güçlü kılmıyor, krizlerini derinleÅŸtiriyor. O yüzden Avrupa’nın daha makul ve akıllı bir siyaset izleyerek, Türk’le kavga etmek yerine Türk’le ortak olmayı, paylaÅŸmayı, bölüşmeyi tercih etmeli. Bütün bu krizlerden çıkış yolu burada çünkü.
Diyelim ki kültürel anlamda bütün yollar bu Hilal-Haç savaşına çıktı. Bu durumda halihazırda bir okuma yapacak olursak bu savaşın kazananı kim olur?
Ne Hilal ne de Haç, bu savaşı Çin kazanacak. Büyük ihtimalle dahil olmayacak, kenardan güzel güzel seyrediyor zaten. Bu durumun en güzel örneklerinden bir tanesi OrtadoÄŸu’da yaÅŸanan savaÅŸtır. OrtadoÄŸu’da biz kazanmadık, Avrupa’da kazanmadı. Petrol fiyatları düştü, Çin kazandı, herkes küçülürken Çin büyümesine devam ediyor. Ä°kinci olarak Rusya kazandı, aslında en büyük zararı görmesi gerekirken bölgeye yerleÅŸti. Üçüncü kazananı da bana göre Ä°ran. Eskiden Suriye’de Irak’ta bu kadar etkili olmazken, artık Irak’ın da Suriye’nin de deÄŸiÅŸmez aktörlerinden birisi haline geldi. Batı’ya göre uzunca bir süre Ä°ran terörist bir devletken, ÅŸimdi Batı dünyası Sünni terörizmden bahsediyor. Ve Åžiilik Batı dünyası için cici çocuk haline geldi. Bir de kazananlar açısından PKK’yı saymak lazım. Günümüz Hilal ve Haç savaşında da ne Hilal ne de Haç kazanarak çıkacak. Çünkü tarih bunu gösterdi. 16. yüzyıldan sonra biz de çok kazandık sayılmaz. Batı dünyası da kazanamadı. Ve Batı’nın kendini toparlaması uzunca bir süre aldı. Bizim ise hala sürüyor. Bu iki kavga maalesef üçüncü aktörlere yarıyor. O zaman üçüncü aktör olarak Amerika doÄŸmuÅŸtu, geldi hem Batı’nın hem OrtadoÄŸu’nun sahibi oldu. O yüzden hem Batı, hem de Ä°slam dünyası kafasını kaldırıp “üçüncü aktörler kim” sorusunu sormak zorunda.
GERÇEK HAYAT
Henüz yorum yapılmamış.