YaÅŸam
Her kaybolan sabırla bir şekilde yolunu bulur, olan kaybolduğunun farkında olmayanlara olur-Gökhan Özcan
Follow @dusuncemektebi2
Biri o tarafı gösteriyor, topluca o tarafa doğru koşuyoruz. Biri bu tarafı gösteriyor, topluca bu tarafa koşuyoruz. Biri gülün diyor, gülüyoruz. Biri surat asın diyor, asıyoruz. Biri gerçek budur diyor, inanıyoruz. Biri gerçek bu değildir diyor, inanıyoruz. Rüzgâr esiyor, savruluyoruz. Fırtına kopuyor, sürükleniyoruz. Her şeyin başında neredeydik, artık hiç bilemiyoruz.
Gözlerimizde teşhisi konmamış tehlikeli bir bozukluk var. Hayatın içindeki birçok şey aslında olduğundan çok daha büyük, birçok şey de önemiyle kıyaslanamayacak kadar küçük görünüyor gözümüze. Dikkatli bakarsak; büyük görünen şeylerin aslında kısa ömürlü, gelip geçici şeyler olduğunu görebiliriz. Bunun aksine, küçümseyerek önemsiz saydığımız şeylerin kahir ekseriyetinin de hayatın seyri içinde yerlerini kaybetmeyen esaslı şeyler olduğunu hayretle fark ederiz. Nereye, nasıl baktığımızla ilgili kendimize sormamız gereken sorular var demek ki!
“Bir karınca gökte turna avlıyor/ Örümcekler kurt peÅŸine havlıyor/ Fare gitmiÅŸ balinayı avlıyor/ Su içerken bir fil düşmüş kovaya” diyor Aşık Åžeref TaÅŸlıova, 'Hayal Åžehri' isimli ilginç eserinde.
Bütün gün konuştuğumuz şeyler, bir gün sonra yerini konuşulacak başka şeylere bırakacak ve neredeyse tümüyle unutulacak. Oysa hayatın kendi aslî düzeni içinde bize sürekli tekrar ediyormuş gibi gelen birtakım şeyler daha var ki; aslında hakikat onların bu seyrüseferi içinde gösteriyor kendini.
Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra, “Üçüncü cemre de düştü mü?” diye sordu saÄŸda oturan. “Evet düşmüş! Ama o kadar sessiz düşüyorlar ki fark etmiyoruz!” dedi solda oturan.
Büyük sandığımız şeylere ayırdığımız vakitler küçük sandığımız şeyleri hissetmemize mani oluyor. Gelip geçici olana yaptığımız zihinsel yatırım, tabiatı üzere bizi sürekli sermayesiz bırakıyor, insanlığımıza büyük mahrumiyetler getiriyor. Buna karşılık, aslî olana karşı o kadar ihmalkârız ki, kendi tabiatımızla bağımız kopacak hale geliyor, farkına bile varamıyoruz.
Yelkenini üfürükçüler şişiriyorsa senin gemin sittin sene bir sahile varamaz, hayat böyle!
Modern zamanların en büyük felaketi zihinsel köksüzlük! Herkesin ismiyle isimsiz, kimliğiyle kimliksiz, sözüyle sözsüz, yönüyle yönsüz kılındığı, anlam değirmeninin onca yorgunluğa rağmen sürekli boşa döndürüldüğü acayip bir zamandayız!
Her gün takipçilerimizi saymakla bu kadar meşgul iken, kimin ayak izlerinin takipçisi olduğumuzu idrak etmeye nasıl olsun da vaktimiz kalsın?
Biri o tarafı gösteriyor, topluca o tarafa doğru koşuyoruz. Biri bu tarafı gösteriyor, topluca bu tarafa koşuyoruz. Biri gülün diyor, gülüyoruz. Biri surat asın diyor, asıyoruz. Biri gerçek budur diyor, inanıyoruz. Biri gerçek bu değildir diyor, inanıyoruz. Rüzgâr esiyor, savruluyoruz. Fırtına kopuyor, sürükleniyoruz. Her şeyin başında neredeydik, artık hiç bilemiyoruz.
Her kaybolan sabırla bir şekilde yolunu bulur, olan kaybolduğunun farkında olmayanlara olur.
“Düşüncensin sen, kardeÅŸ, düşüncen/ Düşünceyi düşünce et-kemik kalır senden./ Gül bahçesisin, düşüncen gülse;/ Kütüksün külhana sürülen yok eÄŸer dikense.” buyuruyor Hazreti Mevlânâ irfan ve ibret membaı Mesnevî'sinde.
Ömür sermayesinin her bir akçesini güzellikler bedesteninde harcayan, kalbinin bir tek heyecanını zayi etmeyen insanlar da var.
“Hep alıyor, alıyor, alıyorsun” dedi meczup, “sermayen azalıyor ama sen hiç çoÄŸalmıyorsun!”
Henüz yorum yapılmamış.