Sosyal Medya

Dünya

Avrupa'da aşırı sağ nasıl yükseldi?

Sadece Hollanda'da da değil, Avrupa'nın bir çok ülkesinde sağ popülist, yabancı düşmanı partiler yükselişte. Sabancı Üniversitesi'nden, Avrupa siyaseti üzerine çalışan Doçent Senem Aydın Düzgit Al jazeera'ya Avrupa siyasetini anlattı



Türkiye- Hollanda krizi ve Hollanda’daki genel seçimler Avrupa’da göçmen karşıtı, Ä°slamofobik, popülist söylemler kullanan partileri yeniden gündeme getirdi. Bu partiler, iktidarda olmasalar bile siyasal gündemi ve siyasetin gidiÅŸatını belirliyorlar. Åžimdi, Avrupa’da endiÅŸeyle sorulan soru ÅŸu: SaÄŸ popülist partiler, bir zamanlar demokrasinin ve özgürlüklerin beÅŸiÄŸi olarak anlatılan Avrupa’nın yeni normali mi? Bu soruyu biz de, Sabancı Ãœniversitesi Uluslararası Ä°liÅŸkiler Bölümü öğretim üyelerinden Doçent Dr. Senem Aydın Düzgit’e sorduk.

Ä°stanbul Politikalar Merkezi’nde de araÅŸtırma koordinatörü olan ve Avrupa siyaseti üzerine çalışan Düzgit, popüler sağın yalnızca Avrupa’da deÄŸil, küresel anlamda da yükseliÅŸte olduÄŸunu söyledi.

Düzgit, kimlik sorunları, göç, ekonomik zorluklar, geleneksel partilerin halkın taleplerine yanıt verememesi ve değişen değerlere tepki olarak ortaya çıkan sağ popülist hareketlerin, demokrasinin sonunu da getirebilme potansiyeline dikkat çekiyor.

Doçent Düzgit, karizmatik liderlerlik, elit düşmanlığı, kendisini halk iradesi olarak tanımlayıp, yaptığı her eylemi haklı göstermeye çalışmak, yabancı düşmanlığı, Rusya'ya yakınlık, kriz çıkartan söylemler kullanmak gibi ortak özellikleri olan saÄŸ popülist akımların geleceÄŸini ve bugününü anlattı.  

“SaÄŸ popülizmin yükseliÅŸi küresel”

'Sağ popülist, faşist, aşırı milliyetçi...' Bütün bu kavramlar kullanılıyor. Bu tanımlar tam olarak neye tekâbül ediyor ve bunların geleneksel sağdan farkı ne?

Hem saÄŸ, hem de sol popülist hareketler var. Sol popülist hareketlerse daha çok Güney Avrupa’da var. Mesela Yunanistan’da. SaÄŸ popülist hareketlerse daha yaygın. DoÄŸu Avrupa’dan baÅŸlıyor, Orta Avrupa, Kuzey ve hatta Güney Avrupa’da bile var. Aslında küresel bir durum. Amerika’dan, Hindistan’dan da söz etmek durumundayız.

Sağ ve sol popülist hareketler arasındaki farksa, sol popülist hareketlerin daha kapsayıcı, içine alıcı hareketler olduğunu görüyoruz. Göçmen karşıtı değiller, aşırı kısıtlayıcı milliyetçi anlatılara yaslanmıyorlar. Sol popülist hareketlerin, neo-liberalizmle ilişkileri de sağ popülistlerde olduğu kadar barışçıl değil.

SaÄŸ popülist hareketlere baktığınızda bunların arasında da derece farkları var. Meselâ, Yunanistan’daki Altın Åžafak hareketi bildiÄŸiniz faÅŸist bir hareket, saÄŸ popülist diyemezsiniz. Farkı ne? Bir kere kendilerini öyle tanımlıyorlar. Ãœlkedeki bütün yabancıların ülkeden atılmasından yanalar. Para-militer güçleri var. Göçmenlere karşı iÅŸlenen suç eylemlerine karışıyorlar. Fransa’daki Le Pen, Avusturya’daki Heider, Macaristan’daki Orban bunlara baktığınızda biraz daha farklı. Avusturya’dakinin eski Nazi iliÅŸkileri var. Bunlar ırkçılar ama ırkçı ve saÄŸcı söylemi bildiÄŸimiz biyolojik temellerden deÄŸil, kültür üzerinden yapıyorlar.

Yani şöyle mi diyorlar: 'Biz, göçmenlere siyah saçlı, koyu tenli oldukları için karşı değiliz. Buraya geliyorlar ve bize kendi kültürlerini dayatıyorlar, biz bu yüzden onları istemiyoruz?'

Evet. 'Aynı zamanda bizim kültürümüzü erozyona uÄŸratma potansiyeli var.' Almanya’da meselâ, 'ÅŸu kadar Türk var, ya da Fransa’da ÅŸu kadar Müslüman var. Bunlar gittikçe artıyor. Arttıkça bizim kültürümüz erozyona uÄŸrayacak, biz azınlık haline geleceÄŸiz. Bütün kıta Müslümanlar ya da bizimki gibi olmayan hayat tarzları tarafından ele geçirilecek' gibi bir söylemleri var.

Kimlik, ekonomik zorluk, değişen değer yargıları

Neden yükselişteler? Ne oldu da geleneksel sağı bile etkisizleştirecek biçimde güç kazandılar?

Bir kaç farklı iddia var. Bazıları da birbiriyle uyumlu deÄŸil. ABD’deki saÄŸ popülizmin yükseliÅŸinin kimlik odaklı olduÄŸunu iddia ediyorlar. Beyaz, ihmal edildiÄŸini düşünen, kendisini dışlanmış hisseden, New York’da ya da Washington’da eÄŸitilmiÅŸ olanlar tarafından yönetildiklerine inanan, kendisini aÅŸağılanmış hissedenlerin desteklediÄŸi bir kimlik anlatısı üzerinden yürüyor. Göçmenlere olan bakış açısıyla da iliÅŸkili. ABD örneÄŸinde Hispaniklere karşı, Avrupa’da Müslümanlara karşı.

BaÅŸka bazı araÅŸtırmacılar da diyor ki, ‘evet kimlik önemli ama Avrupa’da kimlikten çok ekonomi önemli’. Mesela Brexit. Ä°ngiliz seçim sistemi öyle bir seçim sistemidir ki, aşırı uçların yükselmesine izin vermez. Ä°ki, ikibuçuk partiye izin veriyor. Ama söz konusu referandum olduÄŸunda diÄŸer bütün partiler eÅŸit bir söz alanı bulduklarından sivrilebiliyorlar. Ä°ngiltere Brexit döneminde, AB’den çıkmayı savunan Bağımsızlık Partisi bu ÅŸekilde güçlendi. Referandumlar bir de polarize ettiÄŸi için çünkü ya evet derseniz ya da hayır, bu tip uç partilerin kendilerini göstermeleri için fırsat tanıyor. Oradaki analistler, meselenin kimlik boyutu olduÄŸunu ama ekonomik nedenlerin daha ağır bastığını söylediler. Avrupa’nın genelinde ekonominin daha ağırlıklı neden olduÄŸunu düşünenler de var. 2008 finansal krizi ve bunun Avrupa’ya yansıması ve bunun Avrupa çapında yarattığı ekonomik çöküş deÄŸil de düşüş. Bu krizin öncesinde kliÅŸe bir tanım olacak ama küreselleÅŸmenin kaybedenleri. Uluslararası ağı olmayan, pasaportu bile olmayan, ülkesinden çıkmamış, daha mavi yaka iÅŸler yapan, az eÄŸitimli, kendisini bir ÅŸekilde ekonomik  olarak geride kalmış, küreselleÅŸme nedeniyle kaybettiÄŸini düşünen bir grubun olduÄŸu ve bunların da tepki olarak, göçmenler iÅŸimizi alıyor diyen... Göçmenler kimlik üzerinden deÄŸil yalnızca ekonomik anlamda da bir ötekileÅŸtirmeye tabi tutuluyor bu söylemde. Dolayısıyla hem kimlik, hem ekonomi. 

Üçüncü faktör de, değer yargıları değişti, sanayi sonrası bir döneme geçildi. Yeşil hareket, eşcinsel hareket ortaya çıktı, değer değişimine muhafazakar bir tepki var. Eski değerlerden uzaklaşıyoruz algısı, buna da bir tepki olarak bu hareketler besleniyor, deniyor.

Bütün bunlar olurken siyasi arenada rol alan merkez sağ ve sol partilerin bu şekilde ortaya çıkan talepleri, sadece talebe yanıt verme değil, şekillendirme konusunda da yetersiz kalıyor olması. Bu da benim savunduğum bir argüman. Siyasi yöneticiler, halktan gelen taleplere karşılık vermek zorunda ama bu talepleri şekillendirme, yön verme, yeni taleplerin ortaya konulmasına da öncülük edebilmeleri gerekir. Merkez partiler bunu yapamadılar.

“Krizlere neden olan söylemlerde bulunuyorlar”

Bunu biraz daha açar mısınız?

Avrupa, Amerika, Almanya, bunlar göç toplumları. Ama sanki göç toplumu deÄŸillermiÅŸ gibi, marjinal bir sorunmuÅŸ gibi ele aldılar. Bununla yüzleÅŸmeyi geciktirdiler ve böylece bu tip partilere alan açmış oldular. Bir de tabii parti sistemleri deÄŸiÅŸti. Geleneksel partilerin halkla olan baÄŸları azaldı. Öbür hareketlerse  karizmatik lider hareketleridir, halkla birmiÅŸ gibi olmayı çok baÅŸarılı ÅŸekilde kullandılar. Öbür taraftaki partiler daha arkaik, daha devlet partisi izlenimi bırakıyor, öyleler demiyorum ama bu algının beslendiÄŸini söylüyorum.

Popülist partiler sosyal medyayı daha iyi kullanıyor galiba?

Lider yazıyor doğrudan zaten. Hollanda krizinde Wilders çıktı skandal denilebilecek tweetler attı. Trump mesela gece gündüz TV seyredip tweet atıyor. Bu farklı bir algı yaratıyor insanlarda. Yalan da olsa, o lider orada, ulaşılabilir illüzyonu da veriyor. Bu da yakınlaşmayı sağlıyor. Söylemleri de öyle. Krizlere neden olan söylemlerde bulunuyorlar, devlet adabıyla örtüşmeyeceğini düşündüğümüz laflar söylüyorlar mesela. Böyle yaparken vermek istedikleri mesaj, ben halktan biriyim, elit değilim. Bu algıyı beslemek.

"Demokrasi krizi deÄŸil, demokrasinin sonu"

Bu partilerin elit düşmanlığı nedir? Ekonomik olarak ÅŸartları iyi olanlara, daha eÄŸitimlilere,  feministlere, sanatçılara...

Çünkü, iÅŸe yarıyor. Ahlâki olarak da şöyle bir noktaya geliyor: Ben halk adına konuÅŸuyorum, benim meÅŸruluÄŸum var, ben ne dersem diyeyim, halk adına söylediÄŸim için asıl demokrat benim. Anti-demokratik olmakla suçlandıklarında, bu suçlamayı yapanların elitler olduÄŸunu söylüyorlar. Kendilerini de halkın iradesi olarak ortaya koyduklarından demokratik olmayı kendilerine atfediyorlar. Böylece, o anti-demokratik suçlama otomatik olarak düşüyor. 'Zaten, ben halk iradesiyim, öbür taraf da belli sosyal aÄŸları olan, daha eÄŸitimli elitler.' Buraya komplo teorileri de giriyor, 'zaten dünyayı bunlar yönetiyor, dolayısıyla asıl demokrasi düşmanları bunlar' söylemi.  

Bir siyaset bilimci olan Jan Werner Müller şöyle diyor: Buna liberal demokrasinin krizi diyemeyiz, çünkü böyle dersek bu adamlar demokrasi içinde hareket ediyormuş gibi bir intibâ oluyor. Tam tersine, bunlar demokrat olduklarını iddia ederek, demokrasiyi öldürüyor. Bu demokrasi krizi değil, demokrasinin sonu. Bu hareketlerle ilgili şaka yapabiliyorsunuz ama bir yandan da bildiğimiz demokrasi rejiminin sonunu da getirebilir. O kadar ileri de gitmeyebilir ama bu riski barındırıyor.

Tam da burada Avrupa tarihine baktığımızda, Dünya SavaÅŸlarını yaÅŸamış, faÅŸizmin elinde çok acı çekmiÅŸ, daha sonra refah devleti kavramını geliÅŸtirip uygulamış, eÄŸitim sisteminde en azından baÅŸkaları için olmasa bile kendileri için özgürlüklerin deÄŸerini vurgulamış bir Avrupa’da, ÅŸimdi belki de demokrasiyi öldürme potansiyeline sahip bu tip partiler nasıl taban bulabiliyor?

Ä°kinci Dünya Savaşı çok geçmiÅŸte kaldı. Ä°nsanların kiÅŸisel hafızalarında yok. Bu anlattığınız noktalar AB’yi ilgilendiriyor. Çünkü, AB yok edici milliyetçilerin tekrar ortaya çıkışını engellemek için kurulmuÅŸtu. Ama bu kuruluÅŸ amacını fazlasıyla yerine getirdiÄŸi için, o barış ve refah ortamını saÄŸladığı için, öyle bir kolektif hafıza da gittikçe  zayıflıyor Avrupa’da. O kolektif hafıza gittikçe yerini elitlerin kontrol ettiÄŸi, artık iÅŸlevini yitirmiÅŸ ama ÅŸimdi zarar veren, daha çok vergi vermeye neden olan ama aslında öyle bir ÅŸey yok ama öyle algılanan bir kurum. Elit kuruluÅŸ. Dolayısıyla o, kolektif hafıza perspektifinden deÄŸil, o küçük vizyondan bakarak gereksiz olduÄŸunu düşünüyor. AB’nin genç kuÅŸağı için o, esas orijinal misyonun çok geride kaldığını düşünüyorum. O yüzden de bunların hemen hepsi AB karşıtı. 

"Rusya'nın para desteği sağladığı iddiaları var"

Bu partilerin ortak bir noktaları da, Rusya ile bir biçimde iyi ilişkilerinin olması. Neden?

Ruslar güçten düşmüş, mümkünse parçalanmış bir Avrupa ve güçten düşmüş bir NATO istiyorlar. Klasik Rus dış politikası bunun gerçekleÅŸmesi için gerekli bütün pragmatik adımları atıyor. Bunu da baÅŸarılı bir biçimde yapıyorlar. Åžunun da farkına vardılar ki, AB’yi çökertmenin ana yollarından biri de, AB içindeki popülist hareketlerle iÅŸbirliÄŸi yapmak ve onların güçlenmesini istemekten geçiyor. Le Pen olsun, diÄŸerleri olsun AB’nin gereksizliÄŸini vurguladıkça bu Putin’in iÅŸine geliyor. Putin için Rusya’nın SoÄŸuk SavaÅŸ sonrası en büyük yenilgisi önce NATO’nun sonra da AB’nin geniÅŸlemesidir. Bunu düzeltmeye çalışıyor ve bu hareketler bunun için son derece enstrümantal. Yıllardan beri Rusya’nın bu hareketlere para desteÄŸi de saÄŸladığı yönünde iddialar var. Trump yönetimi ile de iÅŸbirliÄŸi yapıldığı söylendi biliyorsunuz, ama kanıtlamak zor tabii. Fakat, en azından bir duygusal baÄŸ var.

Bu partilerin ortak söylemleri elit karşıtlığı, İslamofobi, göçmen karşıtlığı, kendi tarihlerini yeniden abartarak yazmak ve anlatmak. Altını çizdikleri başka bir unsur da, 'yenilik.' 'Eski sistem ölüyor' diyorlar, 'biz yeniyiz.' O söyledikleri 'yeni', nasıl bir şey?

Onu bilmek için iktidara gelmeleri gerek. Yalnızca Macaristan’da iktidarlar. Trump geldi. Onun dışında iktidar olan yok, küçük iktidar ortakları bazı yerlerde. Macaristan’a bakınca otoriterleÅŸen, demokrasi, insan hakları gibi deÄŸerlerden uzaklaÅŸan, bir tane bile Suriyeli mülteci almamış, kesinlikle göçmen karşıtı, ifade özgürlüğünü kısıtlayan bir tek adam rejimi. Yargı bağımsızlığını sınırlandıran. Macaristan’ın yenisi bu. Trump daha çok yeni. Ama böyle bir yönetim hayali içinde gibi duruyor. O açıdan bakarsanız yeni bir ÅŸey yok, tam tersine eski.

"Geleneksel partileri de kendilerine benzetiyorlar"

Ä°ktidar olmasalar bile diÄŸer partilerin program ve uygulamalarını da etkileyebiliyorlar bir ÅŸekilde. ÖrneÄŸin, Danimarka’da Halk Partisi iktidarda deÄŸil ama, onların etkisiyle hükümet “mültecilerin mücevherlerine el koyalım” yasası çıkartabiliyor.

O, her yerde geçerli. Merkez sağı daha da saÄŸa çekiyorlar. Merkez saÄŸda etkileri daha büyük oluyor. Oy kaptırmamak adına, daha saÄŸa çekiliyorlar. Ama bence göremedikleri  ya da görseler bile çaresiz kaldıkları nokta onlara daha çok oy kaybettiriyor. Çünkü insanlar sahtesine oy vermek istemez ki, gerçeÄŸi dururken. Nitekim o oluyor. Fransa’da olan o, Sarkozy partisini saÄŸa çekti, çekti de ne oldu? Le Pen oy mu kaybetti? Tam tersi. Dolayısıyla popüler partilere benzemek yerine, kendi politika alternatiflerini üretmek, daha pro-aktif olmak oy açısından daha baÅŸarılı olmalarını saÄŸlayacaktır belki de, ama bu zor bir ÅŸey.

Merkel bir parça bunu baÅŸarabiliyor Almanya’da yüzde 5 baraj sistemi, Almanya’nın geçmiÅŸi, bu partilere biraz daha ket vuruyor. Merkel diÄŸer merkez saÄŸ partilere göre daha cesur davranan bir lider. Mülteci konusunda da eleÅŸtirebilirsiniz ama  kendi  benzerlerine baktığınızda son derece cesur davrandı. Göçmen aldı, risk aldı, halka bunun neden gerekli olduÄŸunu anlattı.

"Gelecekleri konjonktüre bağlı"

Merkez sağı da kendilerine benzettiklerine göre, bu artık Avrupa’nın yeni normali mi?

O kadar karamsar olmak istemiyorum. Bu konular birden çok popüler oldu. Akademik camiada da öyle. Bunlar sonsuza kadar kalacakmış gibi bir talep var bu alandaki çalışmalarda. Ama bu dönem bir evre, bir safha olabilir diye düşünüyorum. Belki ben çok iyimser bakıyorum. ÖrneÄŸin, Trump bir dönemi geçmeyebilir. Geçebilir de. Le Pen kazanamayabilir. Hollande çok zayıftı bir sonraki yönetim daha basiretli olabilir. Bir de ÅŸu var, bu öyle bir dönem ki küresel anlamda ekonominin kötüye gittiÄŸi, Suriye kriziyle göçmen dalgasının katlanarak geldiÄŸi bir çok istikrarsızlık unsurunun ortaya çıktığı, Rusya’nın dış politikasında daha agresifleÅŸtiÄŸi. Bu hareketlerin ortaya çıkmasına uygun bir dönem. Bu dönem hep böyle mi gider?  Umarım, yeni normalimiz olmaz. Olabilir de. Ama hâlâ bunlarla yaÅŸamak zorundayız diyemiyorum. Konjonktüre baÄŸlı.  

Kaynak: Al Jazeera

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.