Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Mustafa Öztürk anlattı: Ben imamet meselesiyle başlayan bu kan davasının tarafı değilim!

Karar Gazetesi yazarı Mustafa Öztürk, Yeryüzü İyilik Hareketi'nde 'Kuran Tefsirinde Ehl-i Sünnet ve Şia polemikleri'' kitabını tahlil etti. Düşünce Mektebi olarak takip ettiğimiz bu kıymetli dersi iki bölüm halinde okuyucularımıza arz ediyoruz.



DÜŞÜNCE MEKTEBİ - ÖZEL HABER

Bugün mevz-u bahis ettiğimiz kitap biraz sıkıcı bir kitap, çünkü İslam âlemindeki en büyük kutuplaşmayı temsil eden Şiilik ve Ehl-i Beyt arasında sürdürülen çatışmanın Kuran-ı Kerim üzerinden nasıl yansıdığını anlatan bir kitap. Bu muhteviyattan ortaya çıkarılacak şu olabilir: Hala o çatışmamız devam etmektedir. Yani Şiilik veya Sünnilik dendi mi bir pozisyon almadan kucağımızı açtığımız bir tavır sergileyemiyoruz. Önce bir duruyor ve tedirginleşiyoruz.

''BİLGİ BENİ NEREYE GÖTÜRÜRSE ORAYA GİTMEYE RAZIYIM''

Bu kitabı yazmamdaki amaç ‘’Ehli kıble tekfir olunamaz’’ düsturunun baÅŸlangıcına bir vesile olarak bu kitabı yazdım. Bu kitabı yazarken ben baÅŸlangıcında bir taraf olarak durmayacağım dedim. Kitabın ilerleyen safahatında taraf olduÄŸum yerler olacak; ama peÅŸin yargılı olarak taraf olmak zorunda deÄŸilim. Dolayısıyla ''bilgi beni nereye götürür ise oraya gitmeye razıyım'' dedim. Yeri geldi Åžia’nın daha haklı olduÄŸu yerler olduÄŸunu söyledim, yeri geldi Sünnilik daha haklıdır, dedim. Bunu söylerken de ben imamet meselesinde baÅŸlayan bu kavganın, bu kan davasının bir taraftarı deÄŸilim.

''EĞER BİR TEFSİR ÇALIŞMASI YAPILACAKSA TARİHİN BÜTÜN BİRİKİMİ İHTİVA EDİLMELİ''

Tefsirde diye baÅŸladım. Aslında bugün ‘tefsir nerede baÅŸlar’ ve ‘nerede biter’ diye baktığımızda alanı pek belli olmayan bir ilim olarak görüyoruz. Çünkü bu kitabın içerisine dâhil ettiÄŸimiz konuların tamamına yakın tefsir kitaplarında yeterli miktarda malzeme bulduk; ama konuların neredeyse hiçbirinin Kuran-ı Kerim’de kendisine referans edilen ayetlerle ilgisi yok. Bir kirlilik  ve iki tefsirin fonksiyon açısından neye hizmet ettiÄŸi sorunu ile karşı karşıyayız. Bu sorunlar evvela siyasi tartışmalar olarak baÅŸlamış sırasıyla itikadi meselelerin gündemine alınıp sonunda da tefsir yoluyla da Kuran’ın konu haline getirtilmiÅŸ mevzulardır.

Eğer ki bir tefsir çalışması yapılacaksa tarihin bütün birikimini ihtiva eden malzemeyi de zorunlu olarak mevzu bahis etmek gerekir. Bir Ayet-i Kerime indiği zamanki gerekçesi bu, indiği zaman ifade ettiği anlam şu, sahabe-i kiramın anladığı anlam o ve altı asır sonra bizim müfessirlerin çektiği zemin şu, diye gösterecek okuyucuyu ikna edecek olması gerekir.

''ŞİA BUNA HİLAFET DE DEMEDİ İMAMET DEDİ''

Kelam ilminde tartışılan konuların hemen hemen tamamı peygamber efendimizin vefatının ardından o 'saçaklının altındaki' tartışmayla başlar ve iş oraya gider. Hiçbir mahkemenin henüz bizim Şia ile aramızda sonuca vardıramadığı problem; imamet meselesidir. Bakın Şia bu soruna hilafet de demedi, imamet dedi. Tabi Sünnilik de buna karşı boş durmadı.

Åžia’nın iddiası ÅŸudur: Hz. Ali’nin bal gibi hakkı yenildi, üstelik bu hak bizzat Allah tarafından kendisine tevdi edilmiÅŸti, Ebubekir ile Ömer bu hakkı gasp ettiler. Olayın özeti bu hilafet meselesi; ancak Åžia bu hilafet meselesini kelam konusu yaparak itikada dönüştürdü. Mesela bakın Åžia’nın ehli hadis kolu olan Ahbari’lerden Ä°bn-i Mutaharri, Kuran-ı Kerim’de Hz.Ali’nin imametine dair bine yakın ayet gösterir. Tabiki Ä°bn-i Teymiye’nin buna mukabelesi gecikmemiÅŸtir.

''USÜL ÇIĞIRINDAN ÇIKTI''

Bunlar bir kenara bir iktidar mücadelesi ile baÅŸlayan hikâye ister istemez itikadi temellere dayandırılınca tefsirler yoluyla Kuran ayetleri olarak karşınıza gelmesi sürpriz olmayacaktır. Nihayetinde de geldi. Bizde de EÅŸari’den itibaren 'imamet zaten Hz. Ebubekir’in hakkıydı' savunması kelam kitaplarına girmeye baÅŸladığını görüyoruz. EÅŸari’nin maÄŸarada geçen ayeti referans alarak yola çıktığı usül çığrından çıkarak Fahreddin Razi ile birlikte tefsir neredeyse her mesleyi bu konuya getirdiÄŸini görüyoruz. Öyle ki, siz 'havada bulut' diyorsunuz; 'sen bana ördek dedin' gibi bir sonuç çıkarmaya kadar vardırılan bir noktaya geliniyor; ama usulüne de uyduruluyor. ÖrneÄŸin Nisa 69’a gittiÄŸimizde nimet verilenler tek tek sayılıyor, orada geçen sıddıklardan hareketle soruyor ‘Sıddıkların başı kimdir, Hz. Ebubekir sonra diyor ki Fatiha’da ne istiyoruz: ''Allah’ım nimete erdirdiklerinin yoluna…''  o zaman diyor; '' bizi Ebubekir'in yoluna ilet, Ali’nin deÄŸil.'' diyor. Ä°ÅŸte argüman böyle kuruluyor.

Ä°mamet meselesi böyle baÅŸlıyor. Ehl-i beyt meselesine gelelim; imametin de aynı zaman da imamların korunduÄŸu iddiasının da referanslarından birisidir; ''EÄŸer Allah irade etmiÅŸse ehli beyti temiz etmeyi karşısında kimse duramaz.'' 

''BAĞLAMINDAN KOPUNCA AYETLER OYUN HAMURUNA DÖNER''

Ayetleri indiÄŸi zamandan, baÄŸlamdan kopardığınız an oyun hamuru gibidir, her ÅŸekli verebilirsiniz. Bizim gelenekte kelam ilmi bilinçli olarak baÄŸlamı kopartmıştır. Bu Åžia için de Ehli Sünnet için de böyledir; çünkü düşmanın karşısında  mevzi edinmek ve kendi konumunu tahkim edebilmek için Kur'an referansı kullanılmıştır. O referans seni haklı çıkarmak için kullanılıyor, haklı çıkabilmek adına da Kur'an'ı kendinize göre konuÅŸturmanız gerekmektedir.

''OYSA KELAM DÄ°NÄ°N USULÃœDÃœR''

Kur'an’ı kendine göre konuÅŸturabilmek için öncelikle indiÄŸi ilk gün konuÅŸtuÄŸu ÅŸekli susturman gerekir. Ä°ÅŸte kelam bunu yapmıştır.  Oysa kelam Müslümanların dünya görüşlerini kurması gereken ilimdir. Çatı ilmi olan kelam dinin usulüdür. Fıkıh mesela füruattır, gündelik iÅŸlerle ilgilenir; oysa kelam dünya görüşünüzü oluÅŸturur. Dolayısıyla 'bugün Müslümanların en çok neye ihtiyacı var' sorusunun bendeki cevabı:  Yeni bir kelama ihtiyacı var.

Orta Çağ kelamı kendi çağının kelamı ve düşünsel sorunlarıyla ilgilenmiş, kendince çözmüz veya çözememiştir; ama o sorunların menatı bugün kaybolmuştur. İsim ile Müsemma bugün aynı değil, ateş değimizde dilimiz yanıyor mu? Hayır. Demek ki isim ile müsemma ayrıymış.

Bu tartışmaların bugünkü tartışmalar ve gençlerin beklentileri karşısında bir cevabı yok. Bu yeni kelamda eskinin  kan davasını Kur'an üzerinden buraya taşımakla olmaz.

''ŞİA BİR MUHALEFET CEPHESİDİR''

Åžia bir muhalefet cephesidir. Åžia, Ä°slam tarihindeki memnuniyetsizlikleri bir ÅŸemsiye altında mıknatıs gibi toplayacak bir sermaye ihtiyacının sonucudur. Bu sermaye Hariciler'in de ortaya çıkmasına sebep olan Ehl-i Beyt meselesine dayanmaktadır. Özellikle Hz. Hüseyin’in ÅŸehedetiyle ortaya çıkan nedamet ve muhtar isyanlarıyla Åžia bir parti, bir zümre ve en önemlisi bir muhalefet hareketi olmuÅŸtur. Bu tarihten sonra da bu çatlağı hiçbir yapıştırıcı da kapatamamıştır. Tarihsel süreç içerisinde Osmanlı-Ä°ran kavgalarında da bunlar daha da kaşınmıştır. Bizim de burada payımız da var, Ä°ran’ın da var.

Ben Ä°ran’ın Perslik iddialarını ayrı orada kiÅŸilerin yaÅŸadığı bireysel Müslümanlıkları ayrı tutuyorum. Tarihte ÅŸunu gördüm Åžiililik; SünniliÄŸin devlet ile özdeÅŸleÅŸmesi ve statüko mezhebi olarak takdim edilmesi söz konusu olunca sürekli olarak iktidardan rahatsızlık duyarlar. Aradığını bulamayanları, darılanları, gücenenleri veya kini öfkesi olanları bir araya getiren ÅŸemsiye olmuÅŸtur.

''PAZARLANAN SEMBOLÄ°K ALAN EHL-Ä° BEYTTÄ°R''

Batınilik, Nizarilik ve benzerleri melez bir yapıdadır, tanımlanamamaktadır. Tarikat diyorsunuz olmuyor, cemaat diyorsunuz olmuyor, mezhep diyorsunuz olmuyor. Tıpkı Batıni hareketler gibi kendilerini pazarladıkları alan da, dikkat edin sembolik alan, Ehl-i beyttir. Åžiilik de hep maÄŸdur dilini kullanır, duygusallığı baskındır ve ajitasyonları çoktur. Bunların içinde tarihte Mansuriye gibi sapkın kollara ev sahipliÄŸi yapmış alanların da Åžia’ya baÄŸlandığını görüyoruz. Ä°lginç olan tüm bu konuların sonunda Cafer-i Sadık’a baÄŸlanmasıdır. Nerede simyacılık, cincilik, ebced varsa, hangi taşın altını kaldırsanız genel olarak Åžiilik özel olarak altından Caferi Sadık çıkar. Ä°mam kendini ibra etmiÅŸ; ama ne yazık ki böyle bir yapı oluÅŸmuÅŸ.

''BÄ°ZDE HADÄ°S DENÄ°LENE ORADA AHBAR DENÄ°LÄ°R''

Åžiilik de kendi içinde tek bir yapı deÄŸildir. Bizde hadis denilene haber derler, çoÄŸuluna da Ahbar derler, hocalardan gelenleri de nass kabul ederler. Nedir bu din denilen ÅŸey; haber ve eserden ibarettir, nokta. Haber ve eser nedir? Mütevatir haber Kuran’dır, mütevatir haber hadistir, imamların ahbarıdır. Ve der ki; ''dinde senin aklına da çıkarımına gerek de yok, lüzum da.'' Dine dair söylenenler eksiksiz olarak söylenip kitaba girmiÅŸtir. Size düşen burada yazanı okumak, anlamak ve uygulamaktır. Ä°ÅŸte bu Ahbari çizgidir. Yorum yok.

Bakıyorsunuz şöyle bir ahbar; ''17 bin ayet vardı, bu Osmalı avanesi  Ehli Beyt ile ilgili ayetleri Kuran'dan çıkarınca bu kaldı.'' diye hadis  naklediyor; ama şöyle de demiyor bunu kabul ettiÄŸimizde Kuran elden gidiyor. Ben naklettim deyip aradan çıkıyor. Hem Kuran’a sadakati devam ediyor hem de hadisi de tartıştırmıyor. Sonuçta çıkan ÅŸey;''EksiÄŸimizle bu kalmış, bu Kuran’ımız olsun, bize bunu yapana da saldırın''' demek ve hıncı zinde tutmak için de bir vesile olmuÅŸ olur. Ahbarilik 350 sene böyle geldi.

''TEFEKKÜR BİÇİMLERİ İTİBARİYLE BİZDEN GÜÇLÜLER''

Åžimdilerde çok sık duyduÄŸumuz Ebu Cafer Tusi dönemleri Åžia’nın usül yani ehli rey dönemleridir. Biz buna kelamda Mutezile fıkıhta da HanefiliÄŸe benzetebiliriz. Åžia’yı Åžia yapan entellektuel bir birikim saÄŸlayan dönem bu dönemdir. 1700'lerde tekrar bir Ahbarilik dirildi, söndü ama ÅŸu anda usulülük egemen. Örnek olarak; Rafsancani, Tabatabai, Hamaney gibi örneklere baktığımız zaman bunu görürüz. Åžunu da söyleyeyim üretme kapasiteleri, muhalif bir sese söyleme kapasiteleri ve tefekkür biçimleri itibariyle bizden ÅŸu anda güçlüler. Bizde ise ÅŸu an hızla dibe vurma  eÄŸilimi var.

''GAVUR MUAMELESİ GÖRÜYORUM''

Ä°lahiyatların durumu içler acısı! Buraya geliyorsunuz filanca belediyede konuÅŸmanız var. Sanki birinin namusuna tasallut ettiniz. Adam iÅŸi gücü bırakıp belediyeye baskı yapıyor. Açık söyleyeyim hali hazırdaki halet-i ruhiyem; 28 Åžubat’ta canımı Samsun’dan zor atmıştım, aynısının daha ağırını ÅŸimdi aynen yaşıyorum. Kimden biliyor musunuz, cübbesi, sarığı ve çarÅŸafı olanlardan bunu yaşıyorum. Gavur muamelesi görüyorum.  17. YY’daki gibi Kadızadelik, selefilik ile karşı karşıyayız. Kurban olayım Ä°bn-i Teymiye’nin tartışma kapasitesine, onun Fahreddin Raziye ayar verme derinliÄŸine. Bunlarda olsa ben dünden razıyım selefiliÄŸe; ama bu Abdülvehap selefiliÄŸi!

Adam bir hadisin doğruluğunu neyle ölçüyor biliyor musunuz? Abdülaziz abinin kitabında, o diyor örnek veriyorum, o kitapta olunca hadis ona ilim diyor. Bir de bu cemaatler artık dinden doysunlar, meraklarını tüketsinler belki o zaman ilmi olarak bir tartışmayı yapabiliriz. Burdan fikir, ve tefekkür çıkmaz hocam!

‘Ä°smet’ sıfatı meselesi üzerinden bir örnek verelim; Åžiilik diyor ki Allah benim imamı görevlendirmiÅŸse korumayı da tekerrür etmiÅŸtir. O zaman hatanın sadır olması mümkün deÄŸil. Oysa biz peygamber efendimizin dahi Kuran’da ikaza muhatap olduÄŸunu biliyoruz. Resulün görevini yerine getirebilmesi için insan olması gerekir yani yanılabilir olması yani beÅŸer olması gerekir. Lakin bunu ileri götürüp ''namazda niye Tahhiyat okuyoruz'' düzeyine getirmemeliyiz. Bu sizi Vehhabi çukuruna atar, yapmayın. Bunu ileri götürünce bu kulaklarla peygamber efendimize ‘Sayın Muhammed’ denildiÄŸini dahi duydum.  Gelenekle hesaplaÅŸalım ama yiÄŸidin öldüreceksek de hakkını verelim.

''BURADAN BİLİNÇ ÇIKMAZ''

'Ulü’l emr' ayetini ele alarak Kuran’ın kaç farklı ÅŸekilde konuÅŸturulduÄŸunu ele alalım. Sufizim yorumundan olayı ele alınca mürid, mürÅŸidini kötü bir hal içiminde görse dahi bu ayetten hareketle; ''bir hikmete mebni bir iÅŸtir'' diyerek veya ''derununda derin anlamlar vardır; fakat benim aklım bunlara ermez!'' deyip dönecek ÅŸeklinde ele almıştır. Burdan birey ve bilinç çıkar mı, çıkmaz! Åžimdi buradan hareketle adam general olmuÅŸ, Harvard bitirmiÅŸ, Oxford bitirmiÅŸ; ama bir geri zekalının peÅŸine ölesiye neden takıldığını anladınız mı? Ä°ÅŸte buradan hareket ediyor.

Dikkat buyurun bu türden yapılar kendi içlerinde asla alternatif bir din söylemine tahammül gösteremezler. Farklı sesler çıkarsa büyü bozulur, düzen bozulur. Bundan dolayı farklı düşünmeye zerre kadar tahammül yoktur. Bunun için bir silsile zinciri oluşturulur ve ucu ta peygambere kadar bağlanır.

HAZIRLAYAN: MEHMED MAZLUM ÇELİK

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.