Coğrafyamız
Müfit Yüksel: Türkiye İslam ülkelerinde nasıl bir model?-2
Follow @dusuncemektebi2
Batıda teknolojinin gelişmesi, coğrafi keşifler ve icatlar, batının güçlenerek İslam dünyası üzerine maddi anlamda tefavvuk göstermesi, Osmanlı'nın batıya uzanan ucu olan Rumeli/Balkan topraklarının peyderpey kaybedilmesi, askeri ve siyasi yenilgiler hep birlikte gelişme göstermiş, Osmanlı batılılaşması, İslam medeniyetinin müesseselerinin dönüşüm ve çöküşüne yol açmıştır. Modernleşme süreci ve Kartezyen mantık ve aydınlanmacı felsefenin etkisinin artması, Newtonian fizik vs. Nedenlerle fen-fizik bilimlerinin ön plana çıkışı , 19. Yüzyılda bunun Osmanlı'daki etkisi ve batılılaşma medreselere büyük darbe vurmuştur.
Osmanlı döneminde 19. Yüzyıla kadar hemen hemen yegane eğitim kurumu olan medreselerin konumu, batılılaşma süreci ve batılı tarzda açılan mekteplerin bu yüzyılda yaygınlık kazanmaları neticesinde, medreseler önemini kaybetmeğe başlamış, başat eğitim kurumu olma niteliğini 20. Yüzyıl başlarında yitirme aşamasına gelmiştir.
Bu çerçevede, medreselerin fen-fizik bilimlerinden yoksun olduğu ve ihtiyaca cevap vermediği tartışmaları, İslam eğitim sistemi ve medreseler ile ilgili tartışmaların odağını oluşturmuştur. Tüm bu tartışmalar, Batı dünyasında coğrafi keşifler, uzak denizlere açılma, Amerika'nın keşfi, Kartezyen felsefe ve dualizmin ortaya çıkışı, Madde-Ruh ayırımı, aritmetik kesinliğe dayalı fiziki bilimlerin ön plana çıkışı, dahası René Descartes ile birlikte billurlaşan Aydınlanmacı felsefe ve düşünce akımları ve bunların gelişimi, Teknolojinin gelişimi ve sanayi devrimi. Batı Avrupa merkezli sömürgeciliğin yaygınlaşması, Newtonian fizik, kısacası tüm bunların İslam dünyasına ve İslam dünyasının Batı Avrupa ile encounter eden uzantısı ve temsilcisi olan Osmanlı coğrafyasına, güç ve toprak kaybı, savaş yenilgileri şeklinde yansıması ve bu anlamdaki artış, tüm sistem ve medeniyette olduğu gibi eğitim sisteminde, medreseler konusunda da tartışmaları hızlandırmıştır. 19. Yüzyılda eğitim müessesi, batılı tarzda açılan, önce askeri ve mühendislik alanlarında başta olmak üzere, yeni mekteplerin yaygınlaşması ile iki başlı, dualist bir şekle dönüşmüş. Dini eğitim veren medreseler, batılı seküler eğitim veren mektepler..
Türkiye'de 20'li, 30'lu yıllarda Yeni cumhuriyetin Tanzimattan beri hızlanarak süregelen Batılılaşma sürecinin zirve noktası olarak radikal-batıcı reformları ve katı-ideolojik ilkeler Dini alanı amansız yasaklarla sürekli kısıtlayarak adeta soluksuz bıraktı. Ülke dönemindeki diğer totaliter ideolojik sistemlerle yönetilen ülkelerde olduğu gibi, Dini alan büyük oranda yasaklı hale geldi. Türkiye'de ahvâl-i şahsiyeye ait hususlarda dahi dini kurallar ve ritüeller yasak kapsamına girdi. Dini yaşam ve bilgi birikiminin kuşaktan kuşağa aktarılmasının da önü her alanda kesildi. Aynı dönemde Dini bilgi edinmenin mebâdisi olan Kur'an harflerinin ve öğretiminin yasaklanması bu konuda dibe vurulmasını intaç etti. Temellere kadar inen amansız yasaklar ve uygulamalar tüm dini kurumları budayıp tasfiye etti. Diyanet İşleri Başkanlığı ve Müftülükler gibi kurumlar laiklik hassasiyeti merkezli olarak yapılandırıldığından Dini alanda ciddi bir işlev göremedi. Hatta, Diyanet İşleri reisliği ve müftülükler uzun süre başta imam vaiz gibi din hizmetlileri olmak üzere, toplumda dini ifade ve ezan gibi ibadetleri laikliği ihlal ettiği gerekçesi ile kısıtlayıp engelleyen, hatta kolluk kuvvetlerine ihbar eden kurumlar işlevini gördü. Son derece kısıtlı alanda varlığına müsaade edilen dini kurumlar ve ibadetler, laikliği ihlal ve laikliğe aykırı olup olmama noktasından sürekli baskı altına alındı.
Cumhuriyet döneminde Batılılaşma serüveninin tepeden gelen keskin virajlı radikal-batıcı devrimlere dönüşmesi, bu ikili sistemi ortadan kaldırmış, Tek tip batılı tarz, seküler eğitim benimsenip, 1924'teki Tevhid-i Tedriât kanunu ile simgeleştirilip, kanunlaştırılmış ve bu suretle medreseler kapatılıp yasadışı ilan edilmiştir.
İlahiyat Fakülteleri Cumhuriyet'in başında Din eğitimi vermek, ya da Din adamları/Din alimleri yetiştirmek amacına matuf olarak kurulmadı. Oryantalizme öykünen Teolog (Theologian) yetiştirmek üzere kurulmuştu. Din'i eğitim veren yegane kurumlar olan Mahalle/Sıbyan mektepleri ve medreseler, 1924'teki İnkılap kanunlarından olan, Tevhîd-i Tedrisât Kanunu ile kapatılıp amansız bir takip ve baskı ile yasaklanmıştı. Devlet bundan sonra Din eğitimi veren kurumlara ya da Din hizmetlerinin yerine getirilmesini sağlayacak elemanların yetişmesine müsaade etmemekteydi.
Ancak 1948'den sonra, bazı siyasilerin “Bu gidiÅŸle cenazelerimizi kaldıracak, mevtamızı yıkayacak imam bulamayacağız” tarzında serzeniÅŸleri üzerine sınırlı bir müfredatla Ä°mam-Hatip kurslarının açılmasına Ä°smet Ä°nönü tarafından izin verilmiÅŸti. O döneme kadar Kur'an-ı Kerîm öğretimi dahil her türlü dini öğretim ve dersleri yasaklar ve takibatlar kapsamında idi. 1950'den sonra, DP iktidarı döneminde ilk Ä°mam-Hatip okullarının açılmasına izin verildi. Zira, Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereÄŸince medreseler her surette yasak olup açılamamaktaydı. Açıkçası, o dönemde bir kısım dindar Müslümanlar için Ä°mam-Hatip okulları yasaklanan medreselerin yokluÄŸunda teyemmüm mesabesindeydi.
Ancak, imam-Hatipler'in Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve devletin laiklik hassasiyeti dolayısı ile Milli Eğitimin laik müfredatına bağlı olması hasebiyle, bu müessese yeterli Din eğitimi, Dini eğitim verecek bir müfredat ve alt yapıdan ciddi anlamda yoksun kaldı. Müfredatta yedi sene Arapça dersi olmasına rağmen Arapça hiçbir şekilde öğretilmediği gibi, temel usûl, tecvid ve kıraat ilimleri dahi yeterince öğretilemedi.
Yanı sıra, çocuklarını İmam-Hatip okullarına gönderen dindar aileler, oğullarının müftü, vâiz, imam gibi Din hizmetlisi olmaları için değil, inançlı doktor, inançlı mühendis, avukat vs. olmaları amacı ile göndermekteydi
Sonuçta, İmam-Hatip mekteplerinden, Türkiye'nin özel konumundan dolayı dini ilimlerde donanımlı Din adamı/hizmetlisi veya Din âlimi yetişemediği için din'i alan, Dini ilimler büyük oranda sahipsiz kaldı. Bu alanda büyük bir boşluğun oluşmasına sebebiyet verdi. İcazetli Din âlimlerinin adeta nesli kesildi.
İlahiyat Fakülteleri ise Batılı, Seküler-Laik Üniversite sistemi içersinde yapılanmış olmaları, Cumhuriyetin başından beri pozitivist rasyonalizme bağlı bir formasyon içerisinde olmaları bu fakültelerden Din adamı, din alimi yetiştirme imkanını büyük oranda ortadan kaldırdı. Ayrıca Türkiye'deki İlahiyat fakülteleri üzerindeki ağır oryantalizm etkisi Dini açıdan, dini alanda durumu daha da vahim kılmaktadır.
Devam Edecek.
Henüz yorum yapılmamış.