Güncel
'Karşısında İstanbul beyaz ve tülden' - Beşir Ayvazoğlu
Follow @dusuncemektebi2
Birkaç gündür ince bir tül gibi sarıp sarmaladığı İstanbul’a bir rüya güzelliği bahşeden sisin ulaşımda yarattığı aksaklıklar sebebiyle herkesi memnun etmediğini biliyorum. Şair ve yazarlar da sis gibi tabiat olayları karşısında aldıkları tavırlara göre tasnif edilebilir. Ahmet Haşim ve Ahmet Hamdi Tanpınar gibi şairler için sisli havalarda “bütün eşya rü’yâlara benzer.”
Minareler hakkında yazdığım yazıda Ä°stanbul camilerini siste belli belirsiz bir siluet halinde gösteren bir fotoÄŸraf kullanmış ve Arif Nihat Asya’nın “Siste Minareler” isimli rubaisini aziz okuyucularımla paylaÅŸmıştım. Merhum, muhtemelen Zilhicce ayının sisli bir gününde yazdığı bu rubaisinde minarelerin siste görünüşünü eskiden görmüş olduÄŸu rüyalarının zihninde kalan izlerine benzetiyor, “ibham”a bundan daha canlı bir örnek gösterilemeyeceÄŸini ifade ettikten sonra, hac mevsimi olduÄŸu için onların da ihrama girmiÅŸ olduklarını söylüyordu.
***
Birkaç gündür ince bir tül gibi sarıp sarmaladığı Ä°stanbul’a bir rüya güzelliÄŸi bahÅŸeden sisin ulaşımda yarattığı aksaklıklar sebebiyle herkesi memnun etmediÄŸini biliyorum. Åžair ve yazarlar da sis gibi tabiat olayları karşısında aldıkları tavırlara göre tasnif edilebilir. Ahmet HaÅŸim ve Ahmet Hamdi Tanpınar gibi ÅŸairler için sisli havalarda “bütün eÅŸya rü’yâlara benzer.”
Ahmet Hamdi Tanpınar ise “Sise, Lodosa ve Lüfere Dair” baÅŸlıklı o nefis yazısında, sisi tabiatın kendi fantezisiyle “gerçeÄŸin çemberinden kurtuluÅŸu” olarak tarif etmiÅŸtir. Gördüğü ve bildiÄŸi ÅŸeylerin dört bir yanında böyle deÄŸiÅŸmesi, süzülmesi, renk ve çizgiden, hatta ağırlıklarından kurtularak kendi hayaletlerine dönüşmesi muhayyilesini gıcıklamakta, baÅŸka bir dünyada ve baÅŸka nizamlar -mesela rüya nizamı- içinde yaÅŸadığı duygusuna kapılmaktadır.
Aynı yazıda, sisli bir gün Süleymaniye Camii’ne uÄŸradığını ve bu camiin avlusunda empresyonist resmin o tarihten altmış yetmiÅŸ sene önce hazırladığı lezzetlerin dünyasına girdiÄŸini söyleyen Tanpınar, caminin siste görünüşünü de Mimar Sinan’ın zihninde henüz tasavvur halindeki Süleymaniye’ye benzetir. Bir çeÅŸit rüya hali olarak gördüğü sisli havalara özel bir ilgi duyduÄŸu anlaşılan, hatta “Sis” adında iki ÅŸiiri bulunan Tanpınar, sisli Ä°stanbul’u bitmemiÅŸ ÅŸiirlerinden birinde de şöyle anlatmıştı:
Bir güzel masalda yaşar gibisin
Karşında İstanbul beyaz ve tülden.
***
Åžair ve yazarların tabiat olayları karşısında aldıkları tavırlara göre tasnif edilebileceÄŸini söylemiÅŸtim. Mesela kış mevsimini çok sevenler de vardır, kardan ve kıştan nefret edenler de... Sis için de aynı ÅŸey söylenebilir. Refik Hâlid Karay’a göre sis Ä°stanbul’un baÅŸ belalarındandı. Tevfik Fikret içinse “zulmet-i beyzâ” (beyaz karanlık)...
Fikret, kayınpederinin Rumelihisarı’ndaki yalısında bir sabah uyandığında penceresinin önüne âdeta kalın, beyaz bir duvarın örülmüş olduÄŸunu gördü. Ä°stanbul gecenin karanlığından sıyrılmış, fakat beyaz bir karanlığa gömülmüştü. BaÅŸka ÅŸartlarda, herhangi bir ÅŸairi büyüleyebilecek bu manzara, karamsar Fikret’in nazarında bir masal atmosferi yahut bir çeÅŸit rüya deÄŸil, bir beyaz karanlık ve inatçı bir dumandı; memleketteki hayatı bir karabasana çeviren istibdada ne kadar da benziyordu! Evet, iÅŸte sis, Fikret’e göre, istibdadın ve her türlü kötülüğün tecessüm ettiÄŸi ÅŸehri bütünüyle örtmüştü; bu örtü hiç kalkmamalı, bu mel’un ve menfur fahiÅŸe, bu “facire-i dehr”, yani Ä°stanbul sonsuza kadar uyumalıydı.
Fikret’in içindeki öfke ve nefret birden dalga dalga kabarmaya baÅŸlamıştı. Kalktı, yazı masasına geçti ve bütün öfkesini kelimelere dökerek “Sis” yazdı (3 Mart 1902). Bu ÅŸiirde “köhne Bizans”, “fertût-ı musahhir” (büyücü kocakarı, cadı) ve “bin kocadan arta kalan bâkir” gibi sözlerle lânetlediÄŸi Ä°stanbul’u güzel, fakat ahlâken tamamen sukut etmiÅŸ bir ÅŸehir olarak tasvir ediyordu. Öyle bir ÅŸehirdi ki bu, barındırdığı milyonlarca ceset arasında temiz ve aydınlık tek alın bulmak bile zordu. “Levs” (kir, pislik) kelimesini hakikaten ÅŸehrin yüzüne tükürür gibi tekrarlayan ÅŸair, bu uzun ÅŸiiri ÅŸu mısralarla noktalamıştı:
Örtün evet ey hâile... örtün evet ey şehr...
Örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr...
***
O güne kadar hiçbir ÅŸair Ä°stanbul’u böyle lânetlememiÅŸti. Nihad Sami Banarlı, haklı olarak, Servet-i Fünun edebiyatını kuÅŸatan karamsarlığın “Sis” ÅŸiirinin Ä°stanbul’un üzerine nefret ve lânete bulanmış ayrı bir sis gibi çöktüğünü söyler. Aslında Fikret de bu nefret ve lânetinde aşırıya kaçtığının farkındaydı. Yıllarca elden ele dolaÅŸan “Sis”in Ä°kinci MeÅŸrutiyet’in ilanından hemen sonra Tanin gazetesinin ilk sayısında “Rücû” adlı ÅŸiiriyle birlikte yayımlanması, aslında onun “Sis”i yazmış olmaktan duyduÄŸu piÅŸmanlığın örtük bir ifadesidir.
Fikret’in ÅŸiirine en güzel cevap yıllar sonra Yahya Kemal’den geldi. Bir gün BoÄŸaz yine kesif bir sis tabakasıyla örtülüverince “bir devri lânetiyle boÄŸan” Fikret’i hatırlayan Yahya Kemal, “Siste SöyleniÅŸ” isimli ÅŸiirinde, “Sis” ÅŸiirini “vicdan ve ruh elemlerinin en zehirlisi” diye nitelendirir. “Örtün ve müebbed uyu” bedduası, zihnine yeniden bir eza gibi aksetmiÅŸtir. Hayır, bu beyaz karanlık uzun sürmeyecektir; aziz Ä°stanbul birazdan dağılacak bu sisin arkasındadır:
Sıyrıl beyaz karanlık içinden, parıl parıl;
Berraklığında bilme nedir hafta,
ay ve yıl...
Hüznün, ferahlığın bizim olsun kışın,
yazın;
Hiçbir zaman kader bizi senden ayırmasın!
NOT. Aziz okuyucularım, bu yazıyı Rifat Bey’in “Sislendi hevâ, tarf-ı çemenzârı nem aldı” güfteli Hicaz ÅŸarkısını dinleyerek okurlarsa memnun olurum. Tercihim, Münir Nureddin, Bekir Sıdkı Sezgin, Meral UÄŸurlu ve Münip Utandı’dır.
Henüz yorum yapılmamış.