Sosyal Medya

Güncel

Mevlana İdris: Bir kitabı açınca

İslam dünyası dediğimizde artık birçoğumuzun aklına o meşhur soru hemen geliyor: Acaba içinde yaşadığımız duruma bakarak bir ‘ İslam dünyasının’ varlığından söz edilebilir mi? Başta şiddet ve katliamlar olmak üzere bu dünyanın meselelerini konuşurken elbette düşünce alanındaki meseleler de konuşmaların, tartışmaların merkezlerinden biri hâline geliyor.



‘Ä°slamcılık’ uzun yıllardan beri yapılan tartışmalarda, içeriden ve dışarıdan ilgililerin merkez kavramlarından biri. Bu kavrama pozitif ya da negatif yaklaşımlar aşırı bir çeÅŸitlilik içeriyor. Yapılan analizlerin ucu bucağı yok ve pek tabii bir neticesi de yok. GeçtiÄŸimiz yıllarda Zeytinburnu Belediyesi’nin ÅŸemsiyesi altında yapılan geniÅŸ oylumlu sempozyumda da enine boyuna masalara yatırılan Ä°slamcılık, gün geçmiyor ki bir savunma ya da saldırı çabasının merkezinde olmasın.
 
Nereden geldim buraya? Åžuradan:
 
Dün sabah kendi hâlimde otururken, kim bilir nereden gelip zuhuruyla masamızı teÅŸrif eden dostum SavaÅŸ Barkçın’ın imzalayıp hediye etme lütfunda bulunduÄŸu Kalbin Aklı isimli kitabın açtığım sayfasında gözüme iliÅŸen ÅŸu cümlelerden:
 
“Günümüzde nasıl siyasî Ä°slâmcılık Batı’yı hedef alıp, Batı’ya benzer bir vaziyete gelmiÅŸ ise, bu tarz sahte tasavvufçular da Allah’ın ve Rasûlullah’ın emirlerine kayıtsızlığı, ahlâkî gevÅŸekliÄŸi meÅŸrulaÅŸtırıyor. ‘Biz Åžeriat ile bağıtlı deÄŸiliz, biz Allah’ı seviyoruz. Namaz, oruç gibi vazifeler daha O’nu sevemeyenler içindir’ diyenler baÅŸka bir itikadî sapkınlık içindedirler.
 
Mevlâna hazretleri, Mesnevî’nin birinci cildinde Aziz Paul’un Hazreti Ä°sâ’nın tebliÄŸini nasıl çarpıttığını anlatır. Bir yerlere gidip onlara ‘Allah’ın sizin ibadetinize ihtiyacı yok. O halde Allah’ı sevmek yeter’ diyen münafık Paul, baÅŸka bir beldeye gidip oradakilere de ‘Allah’ı sevmek ona ibadet etmek demektir. O halde sadece tapınmanıza bakın’ der. Böylece tevhîdi, bir bütnü parçalar. Ä°kisi birlikte doÄŸru olan ÅŸeyler ayrı ayrı gerçek gibi sunulunca gerçek olmaktan çıkar. Benzeri bir bölünmeyi, bugün siyasî Ä°slamcılık ve sahte tasavvuf yapıyor. (…)
 
Acı gerçek ÅŸu: Ä°ki kuruÅŸluk teknolojiye, oy verdiÄŸimiz partiye, kitabını okuduÄŸumuz entele güvendiÄŸimiz kadar Allah’a güvenmiyoruz. 200 yıldır bilgimize, sermayemize, parti kadrolarımıza güvendik; ama Yaradan’a güvenmeyi pek denemedik. Sonuçta çok ÅŸeyimiz oldu; ama hâlâ kiÅŸiliÄŸimiz ham. Çok bilenimiz, çok yazanımız, çok konuÅŸanımız var; ama çok adam olanımız yok. “
 
Böyle yazıyordu o sayfada, daha baÅŸka yüzlerce ÅŸeyle birlikte. Ne  yani, açmasa mıydım kitabı?
 
İyi günler efendim. Eğer böyle bir şey mümkünse.
 
 Bu gece ÅŸadırvan içime aktı
 
“Ne testim var ne kuÅŸlar yem / Bu gece ÅŸadırvan içime aktı.”
 
Osman Atilla’nın bu dizeleriyle yıllar önce tanıştım.  O günden sonra daha bir sevdim ÅŸadırvanları. 
 
Ama Bayezıt’taki o küçük ÅŸadırvanın yeri bir baÅŸka.
 
‘90’lı yılların başı... Çorlulu Ali PaÅŸa Mescidi.
 
Bu sevimli mescidin yaÅŸlı bir müezzini vardı. Karadeniz aksanlı bir münzevî. Bütün dünyası bu mescid. Bir küçük, sessiz dünya. Tam kırkbir yıldır. 
 
Mescidin avlusundan revaklarla ayrılan çay bahçesi sık uÄŸradığım bir mekandı. Yaz geceleri zaman zaman bahçeden sessizce ayrılır, arka taraftaki küçük ÅŸadırvanın başına geçerdim. Çevrede kimse olmazdı genellikle. Musluklardan birini hafiçe açar, sigara yakardım. Müezzin, mescide giren sokak kedilerini müşfik bir ses tonuyla uzaklaÅŸtırırdı. Sonra gülümseyerek yaklaşır, selam verir, “Efendi, yine açık bırakmışsın” diye musluÄŸu yavaşça kapatır, sessizce uzaklaşırdı.  
 
Sesi pek güzel deÄŸildi. Mûsikiye âşinâlığı yoktu. Ezan okuyuÅŸ tarzı çay bahçesindeki müşterilerin alaycı gülümseyiÅŸlerine neden olurdu. 
 
Haberdardı bu istihzâi bakışlardan. Hüzünlenirdi. Biraz daha güzel okuyabilmek için sık sık  talim ederdi. Kâni Karaca’nın kasetleriyle. Lâkin ne kadar gayret ederse etsin nâfile. Vermezse mâbud...
 
Bir tesellisi vardı: Oğlu.
 
Gün gelecek büyüyecek, babasının hayallerini gerçekleÅŸtirecek. Kimbilir belki de ‘Yeni Kâni Karaca’ olacak. Öyle bir ezan okuyacak ki çay bahçesindekiler hayranlıkla, vecd içinde kendinden geçecek.
 
Yıllar geçti... Mescidin caddeye bakan kapısında  küçücük bir tezgah... birkaç mendil, birkaç naylon tesbih. Tezgahın başında müezzin. “OÄŸlan üniversiteye baÅŸladı” dedi, “harçlık göndermem gerek.”
 
Dört yıl kadar sonra... Yatsı vakti. Çay bahçesindeyiz. 
 
Birden bir ezan sesi! Bu kadar mı güzel okunur!  
 
Kani Karaca eli kulağa atmış sanki.
 
Merakla mescide doğru yürüdüm. Müezzin minarenin dibinde. Vecdiçinde dinliyor ezanı. Hayranlıkla. Kendinden geçmiş gibi.
 
Hayalleri gerçek olmuÅŸtu artık. Bu ses ‘Yeni Kâni’ ye aitti.
 
...
 
Bir TV projesi sebebiyle uzak kaldığım Bayezıt’e aylar sonra yol düşürdüm. 
 
Müezzin üzgündü bu kez. Ağlamaklıydı:
 
“Gözümüm önünden gitmiyor bir türlü. ‘Yarabbi onu aldın, bâri hayâlini de al’ diye dua ediyorum” dedi.
 
GözyaÅŸlarını gizlemeye çalışarak ekledi: “OÄŸlan öldü.” 
 
Ağır ağır yürüyüp gözden kayboldu. 
 
Bayezıt’ın bir köşesinde kırkbir yıllık bir dönem sona erdi böylece. 
 
Avludaki ağaçtan düşen bir yaprak rüzgarda savruldu. Ne şadırvanın haberi oldu ne mescidin ne de çay bahçesinin.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.