Güncel
O ezanlar ki şehadetleri dinin temeli - İsmail Kılıçarslan
Follow @dusuncemektebi2
Müslümanların oluşturduğu bir ülkede okunan ezanların dini değil daha çok siyasi ve hatta bundan daha fazla olarak 'egemenlik' ile ilgili bir husus olduğunu düşünmüşümdür hep. En nihayet saate yahut güneşin hareketlerine bakılarak anlaşılabilecek olan vaktin ilanı için okunan ezan, aynı zamanda 'biz buradayız ve buranın sahibiyiz' cümlesini de ilan etmektir bir bakıma.
Medine'nin tam manasıyla bir 'İslam yurdu' olmasının başlangıcını da yine Mescid-i Nebevî'nin toprak damından okunan ilk ezanla eşitlemek doğru bir yaklaşım olacaktır.
Zaman zaman Türkiye'de bazı Kemalistlerin 'ezandan çok rahatsız oluyoruz' yollu çıkışlarını izlerken düştüğüm hayret de tam bununla ilgili olagelmiştir. Zira ezanın insanların duyabileceği şekilde okunmasına karşı çıkmak bir egemenlik sembolü olarak bayrağa karşı çıkmaktan farksızdır nazarımda.
15 Temmuz 2016 gecesiydi. Şimdi adı '15 Temmuz Şehitler Köprüsü' olan köprüde durum çok kritikti. Asker kıyafeti giymiş teröristler durmaksızın halka ateş ediyorlardı. O gecenin dibinde incecik şekilde duymaya başladığımız ezan ve salaların ardından moral üstünlüğün bütünüyle 'direnen halk'a geçtiğini kendi gözlerimle görme şerefine erişmiştim. 'Minarede ezan varsa, gönderde bayrak varsa bu ülke bizimdir' diye düşünmüştü o gece alanlardaki herkes.
19 Temmuz 2016 günüydü. Kızımla birlikte gittiğim tatil yolunda Susurluk'ta durmuştuk. Arabadan iner inmez mola verdiğimiz o güzel bahçeyi tatlı bir ezan sesi doldurdu. Kızım yakınlardaki minareyi işaret etti. 'Oradan okuyorlar değil mi?' diye sordu. Minarede güzelden de güzel bayrağımız dalgalanıyordu. Kızıma dedim ki: 'Evet, oradan okuyorlar. Üstelik niçin okuyorlar biliyor musun? O minarede dalgalanan o güzeller güzeli bayrak o gökten hiç inmesin diye. Bak kızım. Nasıl bir insan olursan ol, nasıl biri olarak yaşarsan yaşa, hayatının en önemli işinin bu ezanın susmaması, bu bayrağın o gökyüzünden inmemesi için çalışmak olduğunu sakın unutma.'
Kızım bana 'niçin ağlıyorsun baba?' diye sormuştu bu cümlelerin ardından. 15 Temmuz gecesi yaşadıklarım için ağladığımı; Halil Kantarcı, Mustafa Cambaz, Erol Olçok için ağladığımı dilim döndüğünce anlatmıştım ona.
Peki, bütün bunlar niçin geldi aklıma?
Belki haberiniz vardır. İsrail, ülke sınırları içerisinde hoparlörden ezan okunmasını yasaklayan düzenlemeyi onayladı. Ben bu haberi görünce ister istemez 'geç bile kalmışlardı' dedim.
Geç bile kalmışlardı evet. Zira ne yaparlarsa yapsınlar, hangi zulmü işlerlerse işlesinler, Filistin'in göğünü kaplayan ezan sesi Siyonistlere günde beş kez 'o toprakların hakiki sahiplerinin kim olduğunu' hatırlatıyordu.
Kudüs'te, Mescid-i Aksa'daki sabah namazına doğru yürürken duyduğum o ezan sesi düştü aklıma. Sokaklar, caddeler, meydanlar işgalcilerin olabilirdi; ama işte gökyüzünde yankılanan o güzelim çağrı o toprakların kimin olduğuna dair hiçbir soru işaretine mahal vermiyordu. Allah göstermesin tabii ama çıkarımı doğru yapmak için şu benzetmeyi yapayım: İşgalci ve lanetli bir Siyonist olsam beni dünyada en çok rahatsız eden ses ezan sesi olurdu. Çünkü ezan varsa umut olurdu her yer. Ezan varsa şenlik olurdu. Ezan varsa direnişe keserdi bütün yeryüzü.
15 Temmuz'da bizi şahlandıran ezanların bir yıl, iki yıl, on yıl sonra Filistin'in dört bir yanındaki mazlumları da şahlandıracağından bir an kuşku duymuyorum. Türkiye'de teröristleri, memleket düşmanlarını, aşağılık atlet koklayıcıları püskürtmede adeta öncü rol oynayan ezanlar önünde sonunda Filistin'deki terörist Siyonistlerin de püskürtülmesine, zelil olmalarına, aşağının aşağısı bir hale düşmelerine vesile olacaktır. O ezanlar hoparlörden okunsa da böyle olacak bu, okunmasa da.
Bu böyledir. Tarih, mazlumların kanının yerde kalmayacağı bir düzenek içerisinde deveran eder durur.
Ne diyordu Baumann: 'Yeğenim. Ezanı da yasaklasalar, namazı da yasaklasalar, İslam olan ne varsa hepsini de yasaklasalar doğan güneşe engel olamazlar, olamayacaklar. İnsanlığın uzun tarihi bunun böyle olduğunun örnekleriyle doludur.'
Henüz yorum yapılmamış.