Sosyal Medya

Kürsü

Ezbere uymadı diye susturulan her ses, umuda darbedir

Ayşe Olgun, Yeni Şafak Seksenli yılların sonu doksanlı yılların başında Mehmet Efe’yi gazeteciliği, çıkardığı dergiler, senaryoları, yazdığı Mızraksız İlmihal romanı ve o günkü İslami gençliğin vicdanlı sesi olarak tanıyıp sevdik.



28 Åžubat sürecinde ABD’ye giden ama bu gidiÅŸinin sebebini generaller deÄŸil, ‘kendi çizgisini yürümeye çalışmak’ olarak açıklayan Mehmet Efe 15 yıl sonra ezan sesini çok özlediÄŸi için Türkiye’ye geri döndü. Heyecanını hiç kaybetmemiÅŸ biri olarak karşımıza çıkan Efe ile Türkiye’yi ABD’yi, Ä°slamcılığın dünden bugüne nasıl bir deÄŸiÅŸime uÄŸradığını ve Mızraksız Ä°lmihal’i konuÅŸtuk. ‘Gitmek kolay deÄŸildi, kalmak kolay deÄŸildi dönmek de kolay olmayacak’diyen Efe, kapitalizmin yok ettiÄŸi bir dünyada Ä°slam’dan baÅŸka yol kalmadığının, dünyanın odağı haline gelmiÅŸ Müslümanların adalet ve Ä°slamın esaslarına sadakat sorumluluklarının altını önemle çiziyor. (AyÅŸe OLGUN, Yeni Åžafak)

15 yıl sonra geri döndüğünüzde Türkiye’de eski arkadaÅŸlarınızı ya siyasetin içinde ya da üst bürokratlar arasında buldunuz. Onlarla birlikte hayalini kurduÄŸunuz Türkiye size göre bugünün Türkiyesi midir? Ne dersiniz?

Ben bir Türkiye hayali kurmadım. Ä°slam’ın tekrar çağın merkezinde olduÄŸu, kula kulluÄŸun kalktığı, özgürlük ve adaletle Allah’ın tüm insanlara verdiÄŸi tüm nimetlerin sorumluluÄŸunu taşıyan bir dünya nizamının hayalini kurdum. Bu dünyaya öncülük etmenin Ä°slam nimetiyle yaÅŸayan ve onun bayraktarlığını yapmış milletimiz için bir sorumluluk olduÄŸuna inandım. Ä°nsanlar deÄŸiÅŸir, ben de deÄŸiÅŸmiÅŸ olmalıyım. Günahlarım oldu, yanlışlarım oldu. Ama bu hayale olan inancım güçlenerek devam etti. Dünyayı gözledikçe bunun bir hayal deÄŸil bir gerçek, bir zorunluluk olduÄŸuna inancım arttı.

Neden bir zorunluluk?

Batıda baÅŸlayan aydınlanma sürecinde Tanrı’nın iÅŸini eksik bıraktığına, insanların yeryüzü cennetini kurabileceÄŸine ve bunun batı eksenli olacağına inananların kurduÄŸu dünya düzeni iflas ediyor. Aydınlanmanın ürettiÄŸi tüm ideolojiler, felsefeler bitti.

Rusya’nın, Çin’in, Avrupa’nın ve Amerika’nın dünyaya söyleyeceÄŸi hiçbir söz kalmamıştır. Karşımızda söz yok, teklif yok, sadece namlular var.

Amerika’nın bir sözü yok mu?

Amerika, artık ulusu olmayan, global bir finans kapital oligarÅŸisinin, Monsanto gibi hayatımızın temel taÅŸlarını patentlemekle meÅŸgul ÅŸeytan ÅŸirketlerin silahlı grev kırıcısına indirgenmiÅŸtir. Çocuklarını uyuÅŸturucu, sex ve ÅŸiddetin pençesinden kurtarmak umuduyla içinde azıcık öteki yanağını çevirmekten öteye geçen bir itiraz edici ses olduÄŸu için Yeniden DoÄŸma Hristiyanlığı’na ve Evangelism’e yönelen Amerikalılar, 30 milyon aktif üyesi olmakla övünen kilise kimlikli dev ÅŸirketlerin doÄŸuÅŸunu gördü. Bu ÅŸirketlerin, çocuklarını cahil, soru sormayan, ve Tanrı adına Tanrısız bir düzenin ve zulmün uysal askerlerine çevirdiÄŸini görüyor. Çocuklarının sayılmaya bile lüzum görülmeyen cesetler halinde geri geldiÄŸini görüyor. Tüketimi, gösteriÅŸi, hedonizmi, bencilliÄŸi dayatan ve hayatlarının her saniyesine egemen kültürün tüm çocuklarını, rekabet filan da etmeyen dev ÅŸirketlerin kölesi haline getirdiÄŸini görüyor.

Ä°slam’dan baÅŸka, insanı sadece Allah’a kulluÄŸun özgürlüğüne çıkaracak, evrenle, toprakla barışık bir adalet ve sorumluluk bilinci ve kültürü üretecek bir toplum nizamını öngören baÅŸka hiçbir otantik din, felsefe, ideoloji yok.

İnsan ruhuna kör ve imansız Sosyalist Enternasyonal, emperyalizmin plastik Barbie bebeklerine yenilip iflas etmiştir.

Ä°slam’a giden yolları tıkalı yalnız ruhların yöneldiÄŸi Budizm de dünyanın acılarına sağır, spritüal bir materyalizmden baÅŸka bir ÅŸey üretmedi. Hindistan’ın guruları, omurgasız, itiraz etmeyi bilmeyen, eline tutuÅŸturulan listeleri takip eden yeni bir tür makina operatörleri kitlesi doÄŸurdu ve bütün bir ülkeyi çok uluslu ÅŸirketler için ‘Call Centers’e çevirdi. Otomasyon maliyetinden daha ucuz iÅŸ gücüne indirgenmiÅŸ insanlar. Kısa süre önce tarihin sonunu ve liberal ekonomik sistemin kesin zaferini ilan edenler, bugün hoyratça yaÄŸmaladıkları dünyayı devam ettirmek için bir inanç toplumu doÄŸmazsa, dünya nüfusunun beÅŸte birini yok edip yeniden baÅŸlamak gibi alternatifler tartışmaktadır. Küba’yı boÄŸmak çabasının bir sonucu olarak Küba’dan ÅŸeker ithalini durdurmak ve Amerikan çiftçisini hayatta tutmak için icat edilen ‘high-fructose corn syrup’ (mısır ÅŸurubu), Küba’yı yok edememiÅŸ ama geride ÅŸiÅŸmanlıktan (obeziteden) ölen bir Amerika kıtası bırakmıştır. Amerika’yı, güvenliÄŸinin Ä°srail adlı vahÅŸi karakolun güvenliÄŸinden geçtiÄŸine inandıranlar, Ä°srail’de doÄŸan ve Arap çocukları katlederek gaspedilen evler deÄŸil, normalleÅŸmiÅŸ bir hayat, onurlu ve adil bir hayat isteyen Yahudi çocukların, Filistin’e kurÅŸun sıkmaktansa istifa eden Yahudi askerlerin ÅŸiirlerine sağırdır. Biz duymalıyız o ÅŸiirleri.

Yani Ä°srail’in de sol’un da umudu biziz…

OrtadoÄŸu’nun yeniden iÅŸgaline medeniyetler savaşı diyenler Ä°slam’ın son ÅŸansları olduÄŸunu bilmiyorlar. Ulus devletleri, yerel üretim altyapılarını, yerel finans modellerini, doÄŸal kaynakları, direniÅŸ kimliklerini kontrol, entegre ve tasfiye etmekle, her bireyi bankalara borçlu birer entegrasyon projesi haline getirmekle meÅŸgul olan global oligarÅŸi, ektiÄŸi fitnelerin kendisini geçtiÄŸini, Tanrıyı oynamakla ürettiÄŸi azgınlığı dizginleyemeyeceÄŸini, ganimet falan da toplayamayacağını göremiyor. Kör ve sağır.

Finans Kapital’in ana arterlerinden biri olan Wall Street’i iÅŸgal eden ve kendilerine ‘bize yüzde 99 derler’ diyen Amerikalı Occupy eylemcilerinde de ifadesini bulan tüm dünya halklarının yüzde 99’u bugün her zamankinden daha çok Ä°slam’a muhtaçtır. Günde yirmi dört saat çalışıp çocuklarını doyuramayan dünya halkları, temel ihtiyaçların günde bir saat çalışmakla saÄŸlanacağını hatırlatacak ve komÅŸun açken tok yatma diyecek bir dil istiyor.

YEGANE UMUDUN POTANSÄ°YELÄ°

Bu toprakların solcuları Ä°slam’ın gericilik deÄŸil Dünyanın muhtaç olduÄŸu yegane ilericilik olduÄŸunu anlamadıkça ve Müslüman’a kin duymayı Alevilik diye pazarlayan fasit kafaları, kendi kimlikleriyle kucaklaÅŸmakta geciktikçe, Dünyanın umudu yeniden tezahür etmekte gecikecek ve eÅŸkıya dünyaya bir gün daha hükümdar olmaya devam edecektir. Bu topraklarda temsil ruhsatını ellerine alanları mezhep, aÅŸiret, kafirlerin çizdiÄŸi sınırlar ve yutturduÄŸu ezberler üzerinden maslahatlardan vazgeçmeye zorlayacak sesler yükselmedikçe, dünyanın mazlum halkları yollarını aydınlatacak ezan sesinden mahrum kalmaya devam edecektir.

Yegane umudun potansiyeli, kültürel, tarihsel dinamikleri bu coÄŸrafyada ve bu elimizdeki tahrif edilmemiÅŸ Allah sözünde. Bu yüzden buraya odaklandı dünya. Arkamıza almaya baÅŸladığımız rüzgarı kışa çevirmek istemeleri bu yüzden. Bu yüzden bizi vasatlaÅŸmaya, kültürsüzleÅŸmeye ve küfretmeye, katil olmaya zorlayan filimler üretiliyor. Bu yüzden Ä°srail eleÅŸtirilerini anti-Semitizm diye suç sayan batı, kutsallarımıza küfretmeyi fikir özgürlüğü diyerek koruyor. Bu yüzden dünyaya nizam verdiÄŸini zannedenler kendi iç savaÅŸlarının arenası olarak burayı görüyorlar. Bu yüzden Amerika’da yasaklanma yoluna giren ‘Aspartame’ ve ‘Mısır Åžurubu’ gibi zehirler birden bire Türkiye’nin her yerinde, çocuklarımızın sakızında, içtiÄŸinde, yediÄŸinde. Her birimizi takside baÄŸlayıp taze kana, yeni tüketicilere çevirmek istiyorlar. Bu yüzden kalkınmamızın ölçütü, satın aldığımız araba ve bulaşık makineleri sayısıdır. Bu yüzden hepimizi maaÅŸa baÄŸlamak istiyorlar. Bu yüzden Dar’un Nedve’ye baÅŸkanlık teklif edilir.

Nasıl bir ‘biz’ görüyorsunuz? Tarihin bu çaÄŸrısına karşılık verebilecek durumda mıyız?

Burada adalet, tevazu, infak, tasadduk, ehliyet, ahde vefa, israf gibi kelimeler içerdiÄŸinde yükselmesine tahammül edilmeyen her ses, susturulan her itiraz, budanan her taze sürgün, körleÅŸtirilen her küçük eÄŸri kılıç, hepimizin ve tüm insanlığın umuduna atılan bir kesiktir. EtniÄŸin, cinsiyetin, mezhebin, aÅŸiretin üstüne çıkan ve Ä°slam kültürünün tüm insanlığa umudunu yükselten cümleler buradan çıkmalı. Rencide edilen her Kürt, susturulan her Türk, iÅŸinden atılan her Alevi, Humeyni’nin mirasını ortak oldukları ÅŸirketler oligarÅŸisine çeviren mollaların susturduÄŸu her Ä°ranlı, Suriye’de ölen her Nusayri, her Åžii, her Selefi, her Sünni daha güzel bir hayat için sokaklara dökülüp katledilen her OrtadoÄŸulu için sorumluluk taşıyan cümlelerin sayısı azaldıkça, Monsanto gibi ÅŸirketlerin ürettikleri virüslerin sayısı ve piyasa payı artacaktır.

Hz Ömer yanlış yaparsa onu düzeltmeyi vazife bilmenin tarihsel dinamiklerinden gelen geleneÄŸimize geri attırılan her adım bizi ve dünyamızı burada ve öte dünyada cehenneme daha hızlı ilerleten bir adımdır. Ezbere uymayan bir cümle kurdu diye ötekileÅŸtirilen, dışlanan, susturulan her ses, Allah’ın bu topraklara bahÅŸettiÄŸi nimete vurulan bir darbedir.

Burada vasatlaÅŸmakla rencide olmak arasında, aç kalmakla uyumlu olmak arasında tercihe zorlanmış her ses, tüm insanlığın kaybettiÄŸi bir sestir. Maslahatı gözetmek için örtbas edilen, ya da tahammül edilen her haksızlık, sadece kalplerimize eklenen birer kara delik deÄŸil, insanlığın umudunun temellerine atılmış bir dinamittir. Siyaset her zaman bir kirlenme sürecidir. Onu biz üretiriz, o bizi üretmemeli. YeteneÄŸin, bilginin, ehliyetin, emeÄŸin, tecrübenin siyasal tarafgirlikle ölçüldüğü, yaltaklanmanın ödüllendirildiÄŸi yapılardan ancak kuÅŸatmayan, derinliÄŸi olmayan, insandan öksüz, ötekileÅŸtiren cümleler çıkar. YeteneÄŸin, duygunun, bilginin, faziletin sesi kesilir. ‘Seni parmaklarımdan süt içmeye çağırıyorum karayılan karayılan’ diyen ÅŸiirler çıkmaz. O sesler çıkmazsa, yeni bir Nurettin Topçu, Cemil Meriç, Nazım Hikmet, Said-i Kürdi, Kemal Tahir, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil çıkmaz. Global oligarÅŸinin kapıkulu orta zekalı omurgasızlar çıkar.

Yani kulak vermeyi seçtiÄŸimiz sesler bizi dönüştürür…

Ölümden sonraki bir hayata inanan insanlar mütegallibe, kibirli bir dil geliÅŸtirememeli. Sesimiz doÄŸru çıktığında, sözümüz Kur’anla beslendiÄŸinde ve sözümüzü hak edenler olduÄŸumuzda daha gür bir baÅŸka ses olmayacak dünyada.

Yarınından umutsuz her Yunanlı anne, her Ermeni anne, her Kuzey Amerika’lı, Avrupalı, Asyalı, Afrikalı çocuk, çukura kaçmış gözlerini dikmiÅŸ bize bakıyor. YetiÅŸtirdikleri mahsulleri Amerikan ÅŸirketlerince toplandıktan sonra yalınayak geride kalan döküntüleri toplayıp karınlarını doyurmaya çalışan Latin Amerikalı çocuklar bize bakıyor. Tüm dünyaya seslenen cümleler kurmak zorunda olduÄŸumuza artık daha çok inanıyorum. O çocukların okuyacağı ÅŸiirler yazmayan her ÅŸair, insanlığın umudunu boÅŸ vadilerde harcamıştır.

Türkiye ve Ä°slam ikliminin tüm mezhepleri, felsefeleri, cemaatleri, etnikleri, özgürlük, adalet ve sorumluluÄŸun yeni türkülerini söyleyecek kültürel hazinelere, direniÅŸ ve öncülük imkanlarına sahiptir. Burası, benim için ‘beni hor görme gardaşım’ diye baÅŸlayan, aynı vardan var olmuÅŸuz diyen ÅŸu Müslüman türkünün memleketidir:

‘Ne var ise sende bende / Aynı varlık her bedende / Yarın mezere girende / Sen toksun da ben aç mıyım?

Topraktandır cümle beden / Nefsini öldür ölmeden / Böyle emretmiÅŸ yaradan / Sen kalemsin ben uç muyum?’

15 yıl sonra Türkiye’ye dönme kararını size ne aldırdı?

Hasret. Derin hasret, derin hasretler ülkesine. Yıllardır dönmek niyetindeydim zaten. Ä°nsan deÄŸiÅŸen, adapte olan bir varlık. Ãœlkemden, insanlarımdan, ailemden, dilimden uzaÄŸa gitmiÅŸ olmanın üstüme çullanan pek çok zorluÄŸuyla bir ÅŸekilde baÅŸ etmeyi nasip etti Allah ama Amerika’da Ramazan ayı geçirmek zorunda kalmakla baÅŸ etmeye çalışmak hep en zoruydu. 15 yıl içinde askerliÄŸimi yapmak için geldiÄŸim 2008 yılını saymazsak, toplam 4 kez gelebildim. Bu yıl Ramazan’ı Ä°stanbul’da geçirmek için çok uÄŸraÅŸtım ama nasip olmadı.

Sonra?

Telefonuma yüklediÄŸim bir imsakiye ve kıble programı vardı. Mısırlı bir kaç yazılımcının ürettiÄŸi. Düşük kalitede kaydedilmiÅŸ ve sıkıştırılmış, tatsız bir ezan okuyordu namaz vakitlerinde. Bir sıla-i rahim sırasında Sevgili AÄŸabeyim Kenan Yabanigül’ün hediye ettiÄŸi ‘BeÅŸ Ezan ve Sala’ adlı bir CD vardı elimde. Çok güzel Ä°stanbul ezanlarıyla dolu. Kendimi günlerce uÄŸraşıp o imsakiye programını o CD’den ezanları çalsın diye yeniden programlamakla uÄŸraşır buldum. Programın seçeneÄŸi yoktu, günlerce ‘reverse engineering’ (galiba Türkçe’de ‘tersine mühendislik’ deniyor) yapmakla uÄŸraşıp programı Türkiye’den ezanlar okur hale getirdim. Halbuki çok daha pratik ve kısa süren yollarla aynı sonuca ulaÅŸabilirdim. Birlikte çalıştığımız Amerikalı bir yazar arkadaşıma anlattım bunu. O da duruma çözülecek bir problem olarak yaklaÅŸmadığımı, asıl çözümün dönüş tarihi olmayan bir Ä°stanbul biletinde yattığını söyledi. Epeydir yazdığım, kurguladığım ve illa ki ülkemde yapmanın hayallerini kurduÄŸum bir sürü projem var. Yazmak istediÄŸim iki de kitap. Onları da koltuÄŸumun altına alıp geldim. Henüz dönmüş saymıyorum kendimi. Ama ilk kez dönüş biletimi almadan, ülkeme tamamen dönmek niyetiyle geldim.

28 ÅŸubat sürecinde yazdığınız bir yazı sonrasında DGM’de yargılandığınızı ve o karışık dönemde Amerika’ya gitme kararı aldığınızı biliyoruz. Gitme kararı mı kolaydı geri dönme kararı mı?

28 Åžubat’dan çok önce gurbete çıkma hazırlıklarına baÅŸlamıştım ben. Ezel Erverdi AÄŸabeyimizin teklif ve desteÄŸiyle kurucusu olduÄŸum haftalık Ãœlke dergisinde yayınlanan yazımdan ötürü yargılanıyordum. Aynı suçtan tekrar yargılandığım için ağırlaÅŸtırılmış cezayı ve tutuklanmam halinde Yerliler dergisi davasından infaz edilmemiÅŸ cezamın da eklenmesiyle yaklaşık 7 yıl hapis yatma ihtimaliyle karşı karşıyaydım.

Bu arada mahallemiz Kemalist OligarÅŸiye ciddi geri adımlar attırmaya baÅŸlamıştı. Fakat siyasetteki mevzi kazanımlar ve görece zaferler, kuÅŸatıcılıktan uzaklaÅŸan, ötekileÅŸtiren bir dil ve davranış biçimi üretiyordu. Sadece biz ve diÄŸerleri deÄŸil, Ä°slamcılar içinde de esası iÄŸdiÅŸ edici kümeleÅŸmeler, kamplaÅŸmalar mevziler üzerinden rekabete tutuÅŸmuÅŸtu. Bu, mahallemizde sevgisiz, saygısız, hırslı, kıskanç, farklılığa tahammül etmeyen, çok soru soranı dışlayan, tahammülü zor bir vasatı dayatan bir kültürün egemenliÄŸini kuruyordu. Mesela benim bile kendimden şüphe etmeme neden olacak yalanlar iftiralar üretiliyordu hakkımda. Bir ÅŸebekenin adamı deÄŸilseniz, iÅŸiniz çok zordu. Gitmeden önce yazdığım son yazılarımı okuyanlar hatırlayacaklardır. Ekim 1996’da Bursa Milli Gençlik Vakfı’nda ‘Sürgünlerini Budayan Çınar’ baÅŸlıklı bir konuÅŸmada, böyle giderse, kavgamızın, dünyaya nizam verdiÄŸine inanan katiller ve açgözlüler egemenliÄŸini yeÅŸile boyayan bir yozlaÅŸmaya dönüşeceÄŸi tehlikesinden söz ettiÄŸimi hatırlıyorum. Dava Refahyol hükümetinin Adalet Bakanlığı’nın izniyle açılmıştı. Geriye dönüp mahkeme salonuna baktığımda bomboÅŸtu. Kendi kurduÄŸum gazete bile duruÅŸmaları izleyen bir muhabir yollamamıştı.

Yani gitme sebebiniz generaller deÄŸildi, çevrenize bir kırgınlık içindeydiniz. Gitmeden önce yayınladığınız ‘Amerikan Elçisi Meclis BaÅŸkanı Olsun!’ baÅŸlıklı bir yazınızda şöyle demiÅŸsiniz: ‘Bana bu kadar keskin olma diyorsun. Biraz uyumlu ol, biraz dolaylı, biraz akıllı ol diyorsun. Bir ÅŸebekeye dahil ol.’?

Evet, o gitmeden önce yayınladığım son yazıdır ve 28 Åžubat’dan epey öncedir. Tesadüf mü tevafuk mu öyle oldu iÅŸte. Kader. 28 Åžubat baÅŸladığında ben yolculuk hazırlıklarımı tamamlamıştım bile. Ben çizgimi yürümeye çalışıyordum. Radyo-Televizyon-Sinema fakültesini bitirmiÅŸtim, Çekoslovakya’nın Prag Sinema Okulu’na sinema öğrenciliÄŸine gitmeye ve kesinlikle hapse girmemeye karar verdim. Tutuklama çıkması olasılığına karşı hazırlanıyordum. Aynı maddeden hüküm giyen Çetin Altan bana savunmamı 159/1 ceza maddesinin Anayasaya aykırı olduÄŸu iddiası üzerine bina etmem halinde kanunu korumak için davayı düşürecekleri fikrini verdi. Öyle de oldu. O sıralar Ä°nternet’i keÅŸfetmiÅŸtim, dijital teknolojilerin globalizasyona karşı yerel direniÅŸleri buluÅŸturma ve zemini eÅŸitleme potansiyeli beni çok heyecanlandırıyordu. Ä°nternet’te baÅŸlattığım Global Manipulasyonlar adlı bir tartışma grubum vardı. Guruba dünyanın her yerinden insanlar gelip tartışıyordu. Hatta Fundamentalizmi tartıştığımız hafta Noam Chomsky de gelmiÅŸti. Orada tanıştığım ve kendilerine Åžairler Sirki diyen Amerikalı bir grupla baÅŸlayan tartışmalarımız arkadaÅŸlığa dönüştü, onların iknasıyla, Sinema ve Ä°nternet için Prag yerine Amerika’ya gitmeye karar verdim. Gitmek kolay deÄŸildi, kalmak kolay deÄŸildi, dönmek de kolay olacaÄŸa benzemiyor.

Peki bazıları sizin bu kararınızı ’28 Åžubat’da kalıp direnmek yerine kaçtı’diye ifade ederse cevabınız ne olur?

Evet, Sevgili Mustafa Åžahin AÄŸabeyimin tabiriyle ‘Google Entellektüelleri’, arkamdan benzeri ÅŸeyler yazmışlar. Buna cevap vermeyi zül sayarım. Zaten kavgayı da direniÅŸi de başörtülü kızlar verdiler, hala da haklarını alabilmiÅŸ deÄŸiller. DireniÅŸ benim kalmama muhtaç idiyse, eyvah eyvah eyvallah…

28 şubat sürecinde yaşananlar hayatınızı nasıl etkiledi?

Asıl hayatı etkilenenler’e saygı için oradan gönderdiÄŸim Meksika Sınırı ÅŸiirime ekleyecek bir ÅŸeyim yok.

Amerika’dan Meksika Sınırı ÅŸiirini gönderdiniz. Hatta bir televizyon programına isim oldu bu ÅŸiir. O ÅŸiirden baktığımızda siyah beyaz televizyon ekranları önünde büyüyen bütün çocuklar için Amerika demek kovboylar ve kızılderililer ve biraz da Meksika sınırı demekti. Bizlerin ‘çocuk Amerikası’ ile gördüğünüz Amerika arasında nasıl bir fark vardı?

Ne kovboylar kalmıştı ne de Kızılderililer. Gelecek umutları kalmamış, parçalanmış ailelerden gelen, ÅŸirketlerin müşteriye, tüketiciye indirgediÄŸi insanlar. Senin benim gibi insanlar. Romantik filmlerin sonunda bizim gibi aÄŸlayıp gülen, Meksika Sınırları yani onurlu bir hayat, özgürlük ve mutluluk rüyaları yaÄŸmalanmış insanlar. Gittikten sonra Türkiye’den beni arayan ve ‘Amerika’da yaÅŸanır deÄŸil mi? ‘ diye soran bir dostuma, ‘Türk filmleri Türkiye gerçeÄŸini ne kadar sahih yansıtıyorsa, Hollywood filmleri de Amerikan hayatını o kadar yansıtıyor. 25 yıl boyunca Hindistan’a Türk filmleri izletin, doÄŸan her çocuk Türkiye’de yaÅŸamak isteyecektir. ‘ dediÄŸimi hatırlıyorum.

Meksika Sınırı programını hazırlayanlar şiirinizi sizin bilginizle mi kullandılar, sizden izin alınmış mıydı?

O çocukları tanıyorum. Ekmeklerine mani olmak istemem.

O zaman yeniden ABD’ye dönersek öğrenci, işçi, iÅŸveren, ve yönetici olarak yaÅŸadığınız Amerika zihninizde nasıl bir fotoÄŸraf karesi olarak kaldı?

Amerika’da sevdiÄŸim ve öğrendiÄŸim ÅŸeyler için her zaman şükrederim. Ä°nsanların gündelik hayatlarında dürüstlüğe ve iÅŸinin ehli kiÅŸilere verdikleri yüksek deÄŸeri, çalışkanlıklarını, insanların bugün bile ilgilerini ve sevgilerini maiÅŸetlerini temin edecek bir iÅŸe dönüştürebilmesini çok takdir ettim. Disney ve Monsanto gibi ÅŸirketlerin, ÅŸimdi de video oyunlarının beyin saÄŸlığını ve ruhunu yaÄŸmaladığı her yeni nesille biraz daha hızla kaybolan ama hala keÅŸfedebileceÄŸiniz o problem çözme sevgisini çok sevdim. Haklı olduÄŸuna ikna olduklarında, Amerikalı insanların, kim olursa neye inanırsa inansın, dik duran onurlu bireylerin yanında tereddütsüz dikilebiliÅŸlerini çok sevdim. Dünyaya muazzam katkılarda bulunmuÅŸ Amerikan mucitlerini doÄŸuran o eski istihdam kültürüne hala rastlamak mümkün. Hayat içinde bir ÅŸekilde yardımlaÅŸtığım her bir Amerikalı daha sonra bir yolunu bulup paylaÅŸtığımız o insanca anın karşılığını fazlasıyla vermiÅŸtir. Hiç istisnası olmadı bunun. Amerikan hayatı, dünyanın küçük bir prototipi gibi gelmiÅŸtir bana hep. Dünyanın her yerinden insanların göçleriyle oluÅŸan ve fakat sistemiyle bu insanları sadece Amerika’ya has bir yaÅŸam biçimine dönüştüren kocaman bir ülke. Ama aynı zamanda her yeni neslin daha bir aptallaÅŸtığı, kanserin, tedavisi olmayan binlerce cinsel hastalığın usul usul kemirdiÄŸi, yalnızlığın tarif dilini kaybetmiÅŸ yaÅŸlıların kahredici bir üretim bandından geçer gibi bakım evlerinde çürütülüp morglara sevkedildiÄŸi kocaman bir ülke.

Amerika’nın bu yüzü bizde pek bilinmez?

Amerika’da dış politika okuyan ve ÅŸu anda siyasette olan bir arkadaşım ziyaretime gelmiÅŸti. Ona uzun uzun Amerika’yı ve Amerika’nın vurucu gücü haline geldiÄŸi sosyo-ekonomik sistemin ürettiÄŸi yaÅŸamı, tüm ÅŸehirlerinde büyüyen ‘skid-row’lardan okumasını tavsiye etmiÅŸtim. Binlerce evsiz, aç, sefil insanın çöpe döker gibi boca edildiÄŸi köprü altları, vitrinlerden ve gözlerden uzak gettolar. Bir sonraki maaÅŸ çeki gelmediÄŸi takdirde, sistemin kimlik numarasından ibaret hale getirdiÄŸi insanların nasıl uçurum hızıyla dibe vurduÄŸunu, kurtların salınıp kuzuların baÄŸlandığı, ördeklerle timsahı aynı havuzda yüzdüren serbest piyasasını… Küçük iÅŸletmelerin katlini… Sefillerin yaz geceleri uyumak için geldiÄŸi bir sahile hakim bir bankta oturup, kumlara gazeteler yayan evsizler üzerinden güneÅŸin batışını seyretmiÅŸtik.

Amerikalı arkadaÅŸlarınız Amerika’nın dış politikasına ne diyorlar?

Dünyaca meÅŸhur bir endüstriyel tasarımcıyken kendini alternatif taşıma araçları ve sistemlerine adayan Dan Sturges adlı bir arkadaşım var. Arada bir biliÅŸim teknolojileri ve görsel iletiÅŸim yöntemleri kullanarak dünyamıza egemen ulaşım sistemlerinin tüm dünyanın ömrünü nasıl kısalttığını, sadece ulaşım biçimlerimizin dünyayı yakın bir gelecekte cehenneme çevirebileceÄŸini anlatmaya çalışan projeler geliÅŸtirir ve hemen çağırır beni. Ben de seve seve katkıda bulunmaya çalışırım. Yıllar önce birlikte Ford firması için alternatif bir araba modeli üzerinde çalışmıştık. Think adını koyduÄŸumuz dünyanın o zaman belki de en temiz arabasının, o tasarımı, ben de teknolojik entegrasyonu üzerinde çalıştık. Ä°nternetle birlikte geliÅŸen teknolojileri kullanma biçimi çok etkileyiciydi arabanın. Prototipiyle gurur duymuÅŸtuk. Ford projemizi yeni vergi kredileri ve sadece çalışan insanlardan kesilen vergileri biraz daha yaÄŸmalamak, karşılıksız teÅŸvik almak için kullandı. TeÅŸviÄŸi aldıktan sonra bir güvenlik gerekçesiyle üretimi ve satışı durdurdu ve arabayı çöpe attı. Dan bana bir gün, ‘Amerikan dış politikasını dünyada en az bilen halk biz Amerikalılardır’ demiÅŸti. ‘Bilmedikleriniz ve bilmenizi engelleyenler hepimizin dünyasını karartıyorlar’ demiÅŸtim ben de. Ä°nsanların daha insanca seyahat etmelerini saÄŸlayan bir alternatif bulmadan ölmeyeceÄŸini söyleyerek karşılık vermiÅŸti bana. Sistem içinde insanca, özgürce ve adilce bir yaÅŸamın mümkün olması gerektiÄŸine, kula kulluÄŸun köleliÄŸinden çıkılmadıkça bunun mümkün olmadığına inanan bir Ä°slamcı kesinliÄŸiyle inanıyor o. Hiç unutmayacağım bunu.

Sonra?

Sonra sessizce Hoşçakal Amerikan Rüyası ÅŸarkısını dinledik. Åžarkı bittiÄŸinde, ‘artık yeni bir BB King çıkmayacak, ve müziÄŸin sesi tamamen kısıldığında bugün öleceÄŸim gündür diye ağıt yakan Don McLean’lar için, Amerikalıların dünyamıza kazandırabileceÄŸi ama daha doÄŸmadan katledilen güzelliklere de biz OrtadoÄŸulular ağıt yakacağız’ dedim ona. Buruk bir tebessümle, ‘Ä°srail, verdiÄŸimiz nükleer silahları patlatacak kadar aklını yitirmezse’ dedi.

Peki ABD’ye giderken sizin kafanızda neler vardı?

Bayraklarını yaktığımız, protesto ederken coplar yediÄŸimiz, filmlerini izlediÄŸimiz, orta zekalı aydınlarımızın ora dan yayınlanan her ÅŸeye derin anlamlar yüklemeye dünyayı Amerika üzerinden yorumlamaya hevesli olduÄŸu, Malcolm X, Muhammed Ali, Jim Morrison, Bob Dylan, Henri David Thoreau gibi insanların da yetiÅŸtiÄŸi, bir zamanlar dünyada umutları tükenenlerin son umudu yani Meksika Sınırı haline gelmiÅŸ, sonra yeryüzündeki adalet umutlarını bombalayan bir deve dönüşmüş bir ülkeye gidiyorum; kendi insanlarına kurduÄŸu hayatın içinde yaÅŸamaya gidiyorum gibi ÅŸeyler düşündüğümü hatırlıyorum. Bu kadar uzun süre kalacağımı düşünmüyordum. Giderken dostlarımla Sezai (Karakoç) AÄŸabey’in, 7 oÄŸlu batıya varan doÄŸulu babayı anlattığı o muhteÅŸem Masal ÅŸiirini okuduk. Yıllar geçtikçe ansızın üstüme çullanıp durdu o dizeler: ‘Yedinci oÄŸul büyümüştü baka baka aÄŸaçlara / Bir ÅŸafak vakti Batıya erdi / En büyük Batı kentinin en büyük meydanında / Durdu ve tanrıya yakardı önce / Kendisini deÄŸiÅŸtiremesinler diye’

Ä°lk gittiÄŸinizde Türkiye ile bağınız devam ediyordu hatta iki-üç yıl yazılar ve ÅŸiir gönderdiniz. Sonra kayboldunuz Amerika’da 12 yıl ‘kayıp bir Türk’ olarak neler yaptığınızı üç cümleyle özetleseniz ne dersiniz?

Meşguldüm.

Siz ‘meÅŸgul’ken, Nilüfer Göle Mahrem’in Göçü kÄ°tabında Ä°slami camiadaki dönüşümden bahsederken sizden de bahsetti ve ‘müthiÅŸ bir adam müthiÅŸ bir zeka’ dedi. Göle’ye göre Mehmet Efe Ä°slami camiada ortaya çıkmış ‘en entelektüel çizginin sahibi’ydi. ‘Ama bu deha burada kalamadı’.

Bir deha olduÄŸum objektif olarak ispat edilinceye kadar bekleyelim. Nilüfer Göle, Batı’nın üstünlüğüne inanmıyorum artık dediÄŸi ve televizyonlarda dekor olmak yerine bunu öğrettiÄŸi öğrenciler yetiÅŸtirdiÄŸi için son derece önemli bir öğretmendir. Teveccüh göstermiÅŸler.

Bu günler yeniden Ä°slamcılık tartışması gündemde. ‘Dışardan’ bir göz olarak Ä°slamcılık Türkiye’de bitti mi boyut mu deÄŸiÅŸtirdi ne dersiniz?

Dışarıdan bir göz olduğumdan haberim yoktu. Muhafazakarlığın örgütlenmiş iki yüzlülük doğurduğunu Amerikalı orta zekalılar bile yazıyor artık. İslamcılığı gerekli kılan şartlar ortadan kalktı da benim mi haberim olmadı? Google Entellektüellerine orta zekalı tıklama meraklılarına twit cümleler kurmak için dönmedim memleketime. Geçelim.

Peki, döndüğünüzde eski arkadaÅŸlarınızı, ortamı nasıl buldunuz? 12 eylülde hapse girenler çıktıklarında o eskiyle o gün arasında büyük bir boÅŸluk, yozlaÅŸma, ‘satılmışlık’ vs. gördüklerini söylerler hayal kırıklığından bahsederler yabancılaşırlar. Siz?

Benim tecrübemi hapislerde çürüyenlerle ve hala çürümeye devam edenlerle kıyaslamak o acıları çekenlere saygısızlıktır. Allah o insanları ve ailelerini rahmetiyle kuÅŸatsın. Ben yeryüzü mescidimiz diye inanan bir Müslüman olarak kendi tercihimle ufkumu geniÅŸletmeyi, çocuklarımın masasına ekmek koymakta sıkıntı çekmemek için mesleÄŸimi geliÅŸtirmeyi, Amerika’da sinema, dijital medya ve biliÅŸim teknolojileri üzerinde çalışmayı tercih ettim. Benim de yanlışlarım günahlarım ve tövbelerim oldu. ArkadaÅŸlarım da kendi tercihlerini yapan kiÅŸilerdir. Allah hepimize birbirimizi düzeltmeyi, ‘hakkı hakk bilip hakka ittiba etmeyi; batılı batıl bilip batıldan içtinab etmeyi’ nasip etsin.

Bir zamanlar kaleme aldığınız ‘Ä°slamcılığın manifestosu’ sayılan yazının fotokopisi gençler arasında elden ele dolaşırdı. O manifestoyu bugün yazsanız ortaya nasıl bir ÅŸey çıkar?

Galiba ‘Gözlerini ufuktan ayırma oÄŸlum’ baÅŸlıklı, Haftalık Ãœlke dergisinde yayınlanan yazıdan bahsediyorsun. Sonraları ‘Sen bir Ä°slamcısın OÄŸlum’ diye bilinir oldu. O yazı Merhum Cemil Meriç’den bir alıntıyla baÅŸlar: ‘Yobaz biziz, en güzel taraflarımızla biz. Akıl devlerin deÄŸil, cücelerin silahı. Ä°nanç asildir. Medeniyetler inancın eseri. Akıl mühendisleri yaratır, inanç kahramanları… ‘ O yazıya manifesto demek yanlış olur. Aynı Cemil Meriç usta, ‘ideolojiler, idraklerimize giydirilmiÅŸ deli gömlekleridir’ demiÅŸtir. Manifestolar da biraz öyledir. Yeniden yazarsam sizin de haberiniz olur.

Mızraksız Ä°lmihal diye bir kitap yazarak aslında o günkü Ä°slamcılık anlayışını eleÅŸtirdiniz. Mesela aÅŸktan ve birey olmaktan bahsettiniz. BaÅŸkası için sembolden öte olamayan başörtülü kızın başörtüsünün altındaki saçının rengini sordunuz. Bu bir anlamda ‘sembol’den ötesi olmayan başörtülü bir kızı aşık olunacak bir kız olarak tanımlamaktı. O gün Ä°slami çevreyi rahatsız eden o kitabın bugünkü neslin el kitaplarından birisinin olmasının sebebi nedir?

Evet, ben uzaktayken kitabın yeni baskıları yapılmış. Bu soruyu onu el kitabı gibi okuyan yeni nesilden okuyuculara sorun.

Ama o gün çoÄŸulcu sese ‘ben’ ve ‘benim düşündüklerim’ dediÄŸiniz için sizi eleÅŸtirenleri bugün bireyselci oldukları cemaatçi olamadıkları için eleÅŸtiriyorlar . Bu durumu nasıl açıklarsınız?

Bu eleÅŸtirinin sürecine, duruma ve baÄŸlamına vakıf deÄŸilim. Neden ben açıklayayım bilmiyorum. Ama birey olmak ve bencil olmak farklı kavramlardır . ÇoÄŸulcu sesi savunanların da aslında bunu son derece bencil nedenlerle yaptıklarını düşünürüm. Herkes kendi çıkarını düşünerek tercihlerini yapar. Birey cemaatin karşıtı deÄŸildir. ‘Cemaat, hürriyet içinde birliktir’ der Sevgili bir dostum. Bizde imtiyazlarla korunmuÅŸ hiçbir makam yoktur. Yanyana, omuz omuza, namazda saf tutmaktır cemaat. Örgütle cemaatı ayırd edelim. Karanlıktan korkan bir insanın hırsızlık yapmaması bir fazilet deÄŸildir. Bireylerin mutabakatıyla oluÅŸan yapıları önemserim. Beyatı böyle anlarım. O yapılardan bizi taşıyacak ses ve doku tezahür eder. Ancak ‘Ehli sünnet vel ferd’ olan bireylerden oluÅŸan ‘Ehli sünnet vel cemaat’, şımaran bireylere, insanların hayrına hizmeti ve tevazuyu öğretebilir diye düşünürüm. Çerçeve, sadece Allah’tan korkmak, ve kuldan utanmaktır.

Mızraksız Ä°lmihal’den sonra bu alanda ikinci bir roman bu camiada çıkmadı yazılamadı. Sizce neden?

Bu sorunun muhatabı ben değilim. Ben de yeni bir Devlet Ana yeni bir İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü yazılsa diyorum.

Peki Mızraksız Ä°lmihal’in devamı gelecek mi?

Gelirse gelir.

Peki biz geleceÄŸini varsayarsak Nurhan ve Ä°rfan bugün ne yapıyor olurdu? Mesela kapitalizme artık onlar da inanırlar mıydı? Yine Fatih camisinde mi yoksa NiÅŸantaşı’nda bir kafede mi buluÅŸurlardı?

Bilmiyorum. Daha yeni geldim. Maksat muhabbetse ÅŸimdi aklıma gelen bir kaç ÅŸey söyleyeyim: Suriyeli Mültecilere yardım ederlerdi. Suriye Devrimi’ne yardımla uÄŸraşıyor olabilirlerdi. ‘Trafik kazalarında bir sürü insan ölüyor, biraz da Suriye için telef olsunlar’ diye konuÅŸan kalpsiz cümlelerin ÅŸokuyla sarsılabilirler. Deha arkadaşım Burhan Metin’le Sakarya’da yeni kooperatifler, borca dayalı paraya karşı alternatif üretim ve gelir dağılımı projeleri üzerinde çalışır, keçiler filan besleyip ağılı ayakta tutmaya çalışabilirler. Toki ve KiptaÅŸ evlerine karşı eylemler filan yapabilirler. Biraz da başı açıklar kapalılara hizmet etsin diye hizmetçisinin başını açtıran kadını tartışabilirler.

Ben sizin kadar iyimser deÄŸilim BaÅŸakÅŸehir’de KiptaÅŸ’tan bir ev alıp kitaplarını da yeni aldıkları ev eÅŸyalarının dekoruna uymadığı için bir okul kütüphanesine bağışlamış olabilirler.

Bu kötümserlikten öte bir şey. Bitişin edebiyatı bu. Bense biz asıl şarkımızı söylemedik henüz diyorum.

Mızraksız ilmihal zaten isim olarak geleneksel inancı ironiyle eleştiriyor. Bu ismin bir hikayesi var mı?

Hikaye, kitabın ikinci baskısının arkasındaki röportajlarda var. Müslümanların birbirleriyle savaÅŸtığı ve HariciliÄŸin doÄŸuÅŸuna neden olan savaÅŸta, Mızrakların ucuna geçirilen Kur’an sayfalarından bugüne bir hikaye. Bu arada Mızraksız Ä°lmihal aslında biraz da kahramanımız Ä°rfan’la Nurhan’ın Mızraklı Ä°lmihal olarak bilinen halk ilmihali ile barışma sürecidir.

Ä°slami hareket ‘siyaset’ ile kendini var etti geçmiÅŸten bugüne. Siz de daha o yıllarda Tayyip ErdoÄŸan’ın BeyoÄŸlu’ndaki siyasi çalışmalarınında yer aldınınız.O günkü siyasi çizgiden bugünkü siyasi çizgiye bakınca neler görüyorsunuz?

Evet Tayyip ErdoÄŸan’ın BeyoÄŸlu kampanyasındaki propaganda kasetini yapmıştım. 22 yaşındaydım. O zamanlar ona Reis deyip önünü ilikleyen arkadaÅŸlara ben ‘Abicim adam daha yolun başında, ahlakını bozmayın’ diye çıkışırdım. Umut vaad eden pek çok siyasetçinin çalışmalarına katkıda bulundum. Siyasetçiler, milletin kendilerine verdiÄŸi ruhsatı bir emanet gibi deÄŸerlendirdikleri oranda kuÅŸatıcı cümleler kuracaklardır. Bir tane One Minute yetmez. Ama ben Ak Parti ya da yeni bir parti etrafında hayaller kurmadım. Siyaset gelir geçer. Ä°slamcılık günü birlik siyasetin üzerine çıkan hayaller kurmaktır. Tüm dünyaya one minute diyen filimler, romanlar, ÅŸiirler, projeler yapmak istiyorum.

MIZRAKSIZ Ä°LMÄ°HAL’Ä°N FÄ°LMÄ° ÇEKÄ°LECEK

Siyaset’le deÄŸil yani?

Amerika’da çok saygı duyduÄŸum, reklam dünyasının bütün ödüllerini almış, sonra strateji uzmanlığında yoÄŸunlaÅŸmış bir arkadaşım var. Bir gün bana köprü kuranların ilk yaptığı nedir bilir misin diye sorup bir proje yönetimi stratejisi anlattı: Köprü mimarları önce iki bayrak dikerler dedi. Birinci bayraktan hedef bayraÄŸa doÄŸru santim santim inÅŸa ederler. Köprü yapıcılar bayrağı akıldan çıkarmamak zorundadırlar. Her ÅŸey, bu bizi bayraÄŸa yaklaÅŸtırır mı uzaklaÅŸtırır mı sorgusuyla deÄŸerlendirilir. BayraÄŸa yaklaÅŸtırmayan her ÅŸeyden uzak durulur. BayraÄŸa yaklaÅŸtırdığına inandığım her cümleye katkıda bulunabileceksem kaçınmam. Ben hayatım boyunca bir ÅŸebekeye dahil olmaktan, birilerinin adamı olmaktan uzak durmaya çalıştım. Ä°tirazlarımın meÅŸruiyetini yanımda duranlardan ya da karşımda duranlardan almadığımı düşündüm. Münkerden sakınıp marufun taşıyıcıları olanlarla arkadaÅŸlık etmeye çalıştım. Bu ikisinin tarifi hiç bir zaman zor deÄŸildir. Zalimlerle asla iÅŸ tutmamak, mazlumları yalnız bırakmamak gibi. Siyasetin aldığı her kararın, asgari ücretle çocuklarını besleyemeyen babaları etkilediÄŸini hatırlatan bir katkıyı, siyasetin içinde bulunmaktan daha önemli sayarım.

Amerika’dan Türk siyasetini uzaktan takip ettiniz. Çok önemli ve çok aptalca gördüğünüz ÅŸeyler neler oldu?

One Minute ve Mavi Marmara süreci beni çok etkilemişti. Günlerce başım dik dolaştım. Başörtülü Millet Vekili Aday Adayının mülakata peruk takıp girmek zorunda kalmış olmasını duyduğumda ise çok şaşırmıştım.

Bir zamanlar isminiz ‘Ä°slami Camianın Tarantinosu’ diye anılıyordu. Tiyatro oyunlarının zirvede olduÄŸu o yıllarda senaryolar yazıp oyunculuk yaptınız yine televizyon sektörü yeni yeni canlanmaya baÅŸladığında Kanal 6’da yazar ve yönetmen olarak çalışıyordunuz. Ama Ä°slami camianın bu anlamda yıldızı olmadınız?

Bakarsın ÅŸimdi olurum. Geç olsun da güç olmasın. Tarantino’nun aklı olsa Müslüman olur.

Ama ABD’de film ÅŸirketinin olduÄŸunu ve film çektiÄŸini biliyoruz. Mızraksız Ä°lmihal’i sinema filmi olarak bekleyenler var. Böyle bir projen var mı?

Var.

Televizyon ve sinema sektöründeki projelerinizi biraz anlatır mısınız?

Nusret Çolpan’ın minyatürleri gibi bir sinema hayalim var. İçinde insanlarımızın nefes aldığı. ÇeÅŸitli TV projelerim de var. Tüm dünyaya hitap eden cümleler kurmak istiyorum. Nasip.

LEYLA Ä°LE MECNUN’U SEVDÄ°M

Türkiye’ye en son ne zaman gelmiÅŸtiniz?

Ä°ki yıl önce Kadir Gecesi’ni ve Bayramı burada geçirmek arzusuyla gelmiÅŸtim. Kısa bir süre kalıp dönmüştüm.

ABD’ye dönüş bileti alacak mısınız?

Dönmemeyi düşünmüyorum. Orada her zaman bağım olacak bir hayatım var. Orada arkadaşlarım var. Orada da yapmak istediğim şeyler var. Ama bu gelişimde dönüş bileti almadım. Kendime gerçekten denemek için zaman tanımak istedim. Mümkün olursa burada bilişim, dijital medya ve sinema konusunda yapmak istediğim şeyler var.

Türkiye’ye geldiÄŸiniz ilk gün ne yaptınız?

Ailemle oturup lahmacun ve çiğ köfte yedim. Sonra bütün gece sabah ezanını bekledim.

Ä°stanbul’da en çok özlediÄŸiniz semt?

Fatih.

En çok özlediğiniz mekan?

Ãœsküdar’da kız kulesine karşı sahildeki taÅŸlarda oturup çay içmek.

Sizi en çok hayal kırıklığına uğratan şey?

Evler yapabileceÄŸimiz yemyeÅŸil tepelere çullanan TOKÄ°. Minibüste hamile kadının ayakta beklemesi. Hayatımda ilk kez, hem de Ä°stanbul Fatih’te beni donduran bir ÅŸey gördüm.

Nedir o?

Reklam oskarlarını kazanmış reklamcı, yazar ve strateji uzmanı Amerika’lı arkadaşım geçenlerde sordu: ‘Ãœlkene döndüğünde seni ilk ÅŸaşırtan neydi? ‘

‘Daha önce hiç görmediÄŸim bir ÅŸey gördüm. Ä°stanbul’un nispeten dindar bir semtinde Amerikan tarzı bir jimnastik salonu açılmış. Salonun önü tamamen camdan bir vitrin. Sokaktan geçen herkes, vitrinden içeride yarı çıplak insanları ağırlık kaldırırken, egzersiz yaparken seyredebiliyor. Bu yeni bir ÅŸey Türkiye’de ve açıkçası beni utandırdı’ dedim.

‘Müslüman ülkede vücut geliÅŸtirme teÅŸhirciliÄŸi yani. Kültürünüzün tevazu ve iffeti (modesty) öngören deÄŸerlerini bombalama bürosu. Anlaşılan hızla Amerikanlaşıyorsunuz’ dedi.

Yerinde tespit?

Sonra bana ÅŸunları söyledi Amerikalı reklamcı arkadaşım: Tarihsel olarak, emperyalist ülkeler, kafanıza ideolojiyle vurur ve kültürü boÄŸazınızdan aÅŸağı zorlarlar. Kesindir, açıktır ve direnmeniz gerektiÄŸini bilirsiniz, tahrik olsanız ya da baÅŸtan çıksanız bile.

Fakat biz kültürümüzle ayartırız sizi. Kültürümüzün doÄŸrudan evrensel insan arzularına ve duygularına ve bilinçaltına hitab eden yanlarıyla. Sevmek ve sevilmek arzusu gibi. Doktorlarca dağıtılan promosyon ilaç numuneleri, bedava haplar gibi. Ve bu hapların her biri içinde gizli küçücük ideoloji bombaları kafanızın içinde patlar. Dimağınız bu hapları memnuniyet ve zevkle iliÅŸkilendirdiÄŸi için, özellikle kendinize itiraf etmeniz engellenmiÅŸ, bastırmanız öğretilmiÅŸ ama bilinçaltınızın zevk, konfor ve iyi hayat ile iliÅŸkilendirdiÄŸi bu küçük inançları içselleÅŸtirir ve her biriyle azar azar Amerikalılaşır hiç farkına varmadan her gün biraz daha kendinizi Amerikan kimliÄŸi içinde görmeye baÅŸlarsınız. 

Sizi en çok heyecanlandıran şey?

Yerli Sinema’nın dönüşü.

En çok ne duygulandırdı?

Bir dostumun arabasında çaldığı Abdullah Papur’un Sallana Sallana türküsü çok duygulandırmıştı. MuhteÅŸem bir türkü.

En çok özlediğiniz yemek?

Karın bumbar.

Türkiye’de kendinizi ‘yerli’ ve ‘yabancı’ hissettiÄŸin yerler mekanlar var mı?

Var.

Neresi?

Ne birisi, hepisi, hepisi demiÅŸ Temel…

Yıllar sonra Türkçe konuşmak nasıl bir şey?

Bu tarlaya bir şinik kekere mekere otu ekmek gibi, ilk göz ağrınla buluşmak gibi bir şey.

Türkçe konuşup İngilizce düşünmek nasıl? Rüyalarınız hangi dilde?

Rüyalarımda Kürtçe konuştuğum oluyor.

Yedi uyuyanların çarşıya çıkma hikayesi vardır.. Türkiye’de kendinizi öyle hissettiÄŸiniz anlar oldu mu?

Amerika’da çok uyuyamadım. Bende biraz insomnia vardır.

İzlediğiniz bir televizyon programı var mı haberleri takip ediyor musunuz?

TRT’de yayınlanan Güzel Ãœlke ve Ömür DediÄŸin programlarını çok beÄŸendim.

Televizyonda ilginizi çeken bir şey var mı?

Leyla ile Mecnun. Çok beğendim.

Yurt dışında bilişim sektöründe üst düzey yöneticilikler yaptınız. Teknolojiyle aranız nasıl?

Bilişim ve dijital medya teknolojileriyle aram çok iyidir.

Ä°nternet başında ne kadar vakit geçirirsiniz? Twitter ya da Facebook’ta aktif hesabınız var mı? Bu sitelerde ne kadar vakit geçiriyorsunuz? Bunları kullanış ÅŸekliniz ne kadar Türklere benziyor ne kadar farklı?

İşim ya da bir proje dışında, normalde 1 saat kadar zaman geçiririm İnternette. Geldikten sonra buradaki yoğun kullanımı görünce ben de @guneyli_cocuk adıyla bir twitter hesabı kurdum, intibakıma katkıda bulunacağı umuduyla. Burada nasıl kullanıldığından emin değilim ama çok abartıldığı kanaatindeyim. Yemek sofrasında insanların cep telefonlarından twitter okumasını bize yakıştıramadım. Bunlar normale dönecek ve telefon gibi hayatın bir parçası haline gelecektir. İnsanların yeniden mektuba, gazeteye, yüz yüze görüşmeye, kitaplara döneceğini düşünüyorum.

YAZMAK YAŞAMA BİÇİMİDİR

Yeniden yazmayı düşünüyor musunuz?

Yazmak bir yaşama biçimidir. Ben hep yazdım.

Neler yazmak istersiniz? Siyaset gündem edebiyat şiir v.s

Nasip.

12 yıldır bir şey yayınlamadınız ama yazı yazmaya devam ettiniz mi?

Evet.

Yeni Åžafak kurulduÄŸu zaman o kadrodaydınız. Yeni Åžafak’ı takip ediyor musunuz?

Evet Yeni Åžafak’ın birinci dönemindeki kadrodaydım. Ä°kinci dönemin kurucusuydum. Takip ediyorum.

Türkiye’den takip ettiÄŸiniz köşe yazarları var mı?

Fırsat buldukça, Akif Emre, Cihan AktaÅŸ, Leyla Ä°pekçi ve Umur Talu’yu okurum. Amerika’da ne zaman canım şöyle güzel bir Türkçe metin okumak istese, Ä°nternetten bir Hüseyin Hatemi yazısı bulup okurdum.

En son seyrettiğiniz Türk filmi?

Bir Zamanlar Anadolu’da.

En son yediğiniz Türk yemeği?

Mantı.

En son okuduğunuz Türkçe kitap?

Lütfi Bergen’in Ä°syandan DirliÄŸe kitabı.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.