Sosyal Medya

Kültür Sanat

Sanat, edebiyat ve ahlak - BeÅŸir AyvazoÄŸlu

Bazı okuyucularım zaman zaman edebiyatın edeb kavramıyla ilişkisini sorarlar. Bu soruya cevap verirken, ister istemez edebiyatın, genel olarak sanatın ahlâkla ilişkisini ele almak gerekir.



Edeb kelimesinin Arapça etimolojisi ayrı bir bahis. Ama en eski anlamı bugün anladığımızdan çok farklıdır. Davet, yemeÄŸe davet... Daha sonra “güzel ahlâk, fazilet” gibi anlamlarda kullanılmıştır. Biz terbiye anlamında da kullanırız. Edebini takınmak, edepli, terbiyeli davranmak; edepli, terbiyeli; edepsiz(lik), terbiyesiz(lik) gibi... Hatta bir zamanlar evlerde, tekkelerde, kahvelerde vb. duvarlara asılan levhalar arasında “Edeb Yâhû”nun özel bir yeri vardı.
 
Edeb, usul, tutulacak yol anlamına da gelir: Edeb erkân, uyulması gereken yol ve yöntem anlamındadır. Edeb’in çoÄŸul hâli olan âdâb’ın ne anlama geldiÄŸini hatırlatmaya gerek var mı? Her iÅŸin bir âdâbı, yani uyulması gereken bir usulü, kaideleri vardır.
 
***
 
Ä°slamî devirlerde edeb, aynı zamanda sarf, nahiv, lügat ve beyan gibi, dili hatasız ve güzel kullanma yollarını konu alan ilimlerin genel ismiydi. “Ä°lm-i Edeb” denilince bu ilimleri anlamak gerekir. Bizde uzun zaman bu anlamda kullanılan “edeb”in terbiye ve ahlâkla iliÅŸkisi yoktur. Eski lügatlerde “Ä°lm-i Edeb” tarif edilirken ahlâkla iliÅŸkisine iÅŸaret edilmez. Aydınlar Batı edebiyatını okumaya baÅŸladıktan sonra, Fransızcadaki literatür kavramını “ilm-i edeb”, “ÅŸiir ve inÅŸa”, “fenn-i kitâbet” gibi kelime gruplarıyla tercüme etmeye baÅŸladılar. Ä°lm-i Edeb’in dille ilgili ilimleri ifade ettiÄŸini belirtmiÅŸtim. Edebiyatın malzemesi de dil olduÄŸuna göre, Ä°lm-i Edeb pekâlâ literatürün karşılığı olarak kullanılabilirdi.
 
Tanzimat devrinde ve sonrasında edebiyata halkı eÄŸitmek, terbiye etmek, ahlâksızlığın önüne geçmek, yani halka edep ve terbiye kazandırmak gibi bir misyon yüklenmiÅŸti. Sadece edebiyata deÄŸil, bütün sanatlara... Tiyatroya bile “mekteb-i edeb” diyorlardı. Edeb’in birinci anlamıyla ikinci anlamı arasındaki iliÅŸkinin ilk defa bizde kurulduÄŸunu sanıyorum. Mesela Åžinasi, edeb’i insana iyi huy ve güzel ahlâk öğreteceÄŸi için bu ismi aldığını söyler. Namık Kemal ve Mehmed Âkif de öyle... Âkif, “EdepsizliÄŸin baÅŸladığı yerde edebiyat biter,” diyordu.
 
Kavram, bu arada edebiyat ÅŸeklinde de kullanılmaya baÅŸlanmıştı. Edebiyatı literatür anlamında ilk kullanan kimdir, bilmiyorum; fakat kitap adı olarak ilk defa Recaizade Mahmud Ekrem Bey’in Ta’lim-i Edebiyat isimli eserinde karşımıza çıkar.
 
Edebiyatın edeble, dolayısıyla sanatın ahlâkla ilişkisi modern zamanların en çok tartışılan meselelerinden biridir. Şunu öncelikle ifade etmeliyim: Şekli ve mahiyeti ne olursa olsun, bütün dinlerde inanç, ahlâk ve sanat beraber yürümüştür. Bu üç faktörden bazan birinin, bazan ötekinin ağır bastığı da görülür.
 
Sanat ve estetik tarihi, sanatı bir gayenin emrine vermek isteyenlerle sanatın kendisinden baÅŸka gayesi olmadığını savunanlar arasındaki mücadelenin tarihi olarak okunabilir. Geleneksel dünyada ahlâk, sanat ve bilimler “hikmet” ÅŸemsiyesi altında birbiriyle dayanışma halindeydi. Modernite, bu üç alanı birbirinden ayırıp bağımsızlaÅŸtırdı. Bu sürece “kültürel ayrışma” diyen Habermas, etik, estetik ve bilimin kendi alanları dışında hiçbir kritere baÄŸlı olmaksızın özerk bir biçimde ilerleyeceklerini öngörüyor.
 
Mademki sanat kendi kuralını kendisi koyacak, ahlâk, bilim veya dinle bütün irtibatlarını koparacaktır, o hâlde sanatçının önündeki tek yol, kendi tecrübesini esas almaktır. Yeni, daima yeni... Kendi tecrübesini son noktasına kadar götüren sanatçı, toplumdan, toplumun değerlerinden, inançlarından, geleneklerinden uzaklaşıp bağımsızlaşacak, sanat eseri kendi hâlis formunu bu şekilde bulacaktı.
 
***
 
Hiçbir sanat ve edebiyat adamı sırf ahlâkî olanları anlattığı için edebiyatın dışına atılamazsa, her toplumda görülen zaafları, her çeÅŸit ahlâkî çürümüşlüğü eserlerinde konu edenler de dışlanamaz. Sanatın aynı zamanda eleÅŸtiri görevi vardır; sosyal problemleri eleÅŸtirmek, yaraları deÅŸmek için bu problemlerin gösterilmesi de gerekir. Her sanatçı kendi sanatının diliyle bu problemlere iÅŸaret eder. Mehmed Âkif, divan ÅŸiirini ve Servet-i Fünun edebiyatını ahlâk açısında mahkûm etmiÅŸti; fakat natüralist-pozitivist-edebiyatın en güçlü temsilcisi olan Emil Zola’yı çok beÄŸenir, onun ahlâksızlığı teÅŸhir ederek ahlâka hizmet ettiÄŸini düşünürdü.
 
Bizde sanat ve ahlâk iliÅŸkisi genellikle “cinsellik” etrafında tartışılmaktadır. Hâlbuki ahlâk geniÅŸ bir kavramdır. Mesela cinayet de ahlâk dışı bir fiildir; ama bir sanatçı, sinemada, tiyatroda, romanda, hatta resim ve heykelde herhangi bir cinayeti çok güzel anlatabilir. Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sını düşününüz. Tragedyalar hep cinayetlerle sonuçlanırdı; ama tragedyanın amacı katharsis, yani ruhi arınmaydı. Gayrı ahlâkîlik, cinayet yüceltildiÄŸi ve insanlar cinayet iÅŸlemeye teÅŸvik edildiÄŸi takdirde söz konusudur.
 
***
 
Ben bir fert olarak, yaratıcı olabilmek için içinden çıktığımız toplumun değerleriyle çatışmak zorunda olmadığımıza inananlardanım. Böyle bir çatışma içine girenlerle mücadele etmek demokratik bir haktır, fakat susturmak, yasaklamak, asla... Hürriyeti asla tartışılmayacak bir hak olarak görürüm. Hiç kimse ve hiçbir kurum, sanatçıya ne yapacağını, ne yazacağını dikte ettirmemelidir. Bu ancak totaliter ve otoriter rejimlerde olur. Böyle rejimlerde dikte ettirilerek üretilen sanatın insanlığa hiçbir olumlu katkısı olmamıştır.
 
KARAR

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.