Sosyal Medya

Kürsü

Osmanlı Hanedanına Bitmeyen Kin ve Öfke / Hilal TAKMAZ

“Ey büyük Fatih! Bak, şaheserin kimlerin elinde kaldı! Onun yegane muhafızı senin asil aileni istemiyorlar! Senin neslinden gelmeye hakkıyla layık olan Halife’yi memleketinden atıyorlar! Hizmetini reddederek, vatan aşkıyla dolu olan kalbini çiğnediler! Milletinin şimdiye kadar lekesiz kalan ismini kirlettiler. Türk neslinin asaletini ortaya çıkaran Al-i Osman eski yurdunun sevgili kucağından atıldı”.



Yukarıdaki sözler son Halife Abdülmecid Efendi’nin kızı Dürrüşehvar Sultan’a ait. Henüz 7 yaşındayken ailesiyle birlikte sürgüne gönderilen Sultanın o gece hissettiği derin kederle söylediği sözler bunlar. İlk okuduğumda kalbim titremiş ve onun hüznünü ben de yaşamıştım. Böylesine asil ve şerefli bir aile için ne hazin bir son.

Bugünlerde tıpkı Dürrüşehvar Sultan gibi Osmanlı Hanedanına mensup olan bir başka Sultan tartışma konusu. Sultan 2. Abdülhamid Han’ın 5. kuşak torunu olan Nilhan Osmanoğlu referandumda “Evet” diyeceğini açıkladıktan sonra çirkin hakaret ve eleştirilere maruz kaldı. Önce Gülse Birsel ardından da Ahmet Hakan duydukları Osmanlı nefretini Nilhan Sultan’ın şahsında bir kez daha ortaya dökmüş oldu.

Bense bu noktada tıpkı Nagehan Alçı gibi düşünüyorum. Yetmedi mi bu ailenin çektikleri, daha ne istiyorsunuz? Yüzlerce yıllık şanlı bir maziyi geride bırakıp hiç bilmedikleri bir meçhule gönderildiler. Giderken hazineyi boşaltabilirlerdi, hiçbir şey almadan terk ettiler. Gittikleri yerlerde Cumhuriyet ve Atatürk aleyhine konuşabilir ya da şimdiki Fetö’cülerin yaptığı gibi kendi ülkelerini kötüleyebilirlerdi. Buna da asla tenezzül etmediler. Hanedan üyelerinden açlık ve sefalet içinde ölenler oldu. Hayattayken ülkelerini bir kez daha görmek pek çoğuna nasip olmadı. Bazılarının cenazesinin bile vatan toprağına gömülmesine müsaade edilmedi. Osmanlı Hanedanının ölüsünden bile korkanlar vardı demek hala.

Üstelik biz tüm bunları hiç bilmeden, ecdadımızı doğru dürüst tanımadan büyüdük. Yalan yanlış hikayelerle uyutulduk. Okullarda anlatılan Osmanlı, gerçeğine hiç benzemiyordu. Dizilerde ve filmlerde izlediğimiz Osmanlı oryantalist bakış açısıyla tasvir edilen resimlerden ibaretti. Gerçekleri anlatan eserler de vardı mutlaka ama onlardan kaç kişinin haberi oluyordu. Ne kadarına ulaşabiliyorduk bilmiyorum. Üniversitede öğrenciyken elimde Osmanlının kuruluşunu anlatan bir kitap gören arkadaşım “Onlar artık geçmişte kaldı, bırak böyle kitaplar okumayı, bugüne dair bir şeyler oku” demişti. Kendini Marksist olarak tanımlayan biriydi. Ben de geçmişini bilmeyen geleceği inşa edemez, demiştim ona.

Bu ülkede Osmanlı hayranları olduğu kadar düşmanları da var. Onları yüceltmek bize bir şey kazandırmaz belki. Elbette doğruları olduğu gibi yanlışları da olmuştur. Fakat öyle ya da böyle nerdeyse yedi asır hüküm sürmüş bir medeniyetten bahsediyoruz. Bilimde ve sanatta en ileri noktalara ulaşılmış bir medeniyet. Yüzlerce farklı milleti aynı topraklarda barış içinde yaşatmayı başarmış bir medeniyet. Adaletin ve huzurun tesis edilebildiği, zalimin mazlumu ezemediği bir medeniyet. Bugün paramparça olan İslam Ülkelerinin tek yönetim altında toplanıp, bir olduğu - birlik olduğu bir medeniyet.

Geçmişimizle barışmak ve değerlerimize sahip çıkmak zorundayız. Bu topraklarda Osmanlı’dan önce Selçuklular vardı. Şimdi Türkiye Cumhuriyeti var. Bunların hepsi bir bütün. Elimizde kalan son vatan toprağı sahip olduğumuz tek ülke. Barış ve kardeşlik içinde yaşamayı başarmaktan başka çaremiz yok. Soylu bir hanedanın asil bir üyesine hakaretler edip saldırmak yerine onlara sahip çıkmak ve hak ettikleri hürmeti göstermektir bize asıl yakışan.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.