Güncel
Bir dil, bir adam, bir ideal, bir hayat - Taha Kılınç
Onun ismini ilk kez İbranice hocam Ronit Hanım'dan duymuştum.
“Ä°branice, geçtiÄŸimiz yüzyıla kadar konuÅŸulan bir dil deÄŸildi” demiÅŸti, “Ama o çıktı ve olaÄŸanüstü bir çabayla ölmüş bir dili diriltti”. Eliezer Ben Yehuda idi sözünü ettiÄŸi kiÅŸi. Ä°srail ve Kudüs'le ilgili okumalarımda daha sonra adına sık sık rastladığım Ben Yehuda, gerçekten de sıra dışı bir iÅŸi baÅŸarmış; Ä°branice'yi konuÅŸulan, günlük hayatta kullanılan, modern bir dil haline getirmiÅŸti.
1858'de bugünkü Beyaz Rusya topraklarında dünyaya gelen Ben Yehuda, çocukluğunda din dili olarak öğrendiği İbranice'yi, güncel bir dile dönüştürmeyi kafasına koymuştu. 16 yaşına gelmeden Fransızca, Almanca ve Rusça da konuşmaya başlayan Ben Yehuda için, hayatta tek hedef vardı: İbranice'yi diriltip sinagoglardan ve tozlu kitap sayfalarından çıkarmak.
Bunun için, günlük hayatta karşılaÅŸtığı herkesle Ä°branice konuÅŸarak iÅŸe baÅŸladı. 13 Ekim 1881'de Paris'te bir grup arkadaşına ilk kez Ä°branice hitap eden Eliezer'in sözleri, “Modern dönemdeki ilk Ä°branice günlük konuÅŸma” olarak kayıtlara geçti. Muhataplarının Ä°branice'yi anlayıp anlamadığını hiç önemsemeyen genç Eliezer'in taviz vermesi söz konusu deÄŸildi. Bir süre sonra, yakın çevresi, onunla iletiÅŸim kurabilmek için Ä°branice öğrenmek zorunda kaldı. Ben Yehuda, dil direniÅŸinde ilk meyveleri elde etmiÅŸti.
Aynı yılın sonunda, henüz evlendiği eşi Devora ile Filistin'e gelen Eliezer Ben Yehuda, İbranice'yi diriltme planının ikinci ve üçüncü aşamalarını gerçekleştirmeye koyuldu. Öncelikle kendi ailesine İbranice konuşmayı şart koşan Ben Yehuda, İbranice bir gazete çıkarmaya ve dili Filistin'e göç eden bütün Yahudilere öğretmeye başladı.
Günlük hayatta mevcut olmayan bir dili insanlara öğretmek hiç de kolay bir ÅŸey deÄŸildi. Yeni kelimelerin karşılıklarını türetmek, oyun ve masallar yazmak, var olanları tercüme edip uyarlamak, okullar ve kurslar açmak, en önemlisi de insanları Ä°branice'nin yeniden konuÅŸulur hale getirilmesi gerektiÄŸine ikna etmek gerekiyordu. Eliezer Ben Yehuda, sabır ve inatla bütün bunları baÅŸardı. Yahudi ailelerin “sadece Ä°branice” konuÅŸmasını teÅŸvik için kampanyalar düzenledi, kendi ailesi de buna öncülük etti.
Ben Yehuda, tüm bunlar yaparken İbranice'nin günlük sözlüğünü ve dev bir lügatçesini hazırlamayı da ihmal etmedi. Üzerinde çalıştığı (ve ölümünden sonra ikinci karısı Hemda tarafından tamamlanan) lügatçe, bugün bile İsrail'in temel dil kılavuzu durumunda. Dil çalışmaları için kurduğu küçük komisyon ise, bugün İbranice Dil Akademisi olarak faaliyetlerini sürdürüyor.
Eliezer Ben Yehuda 1922'de, Kudüs'te tüberkülozdan öldüğünde, İsrail'in kurulmasına daha 26 yıl vardı. Ama yeni devletin dili de, kültür altyapısı da kurum ve metinleri de çoktan hazırdı. Ve bütün bunlar, ömrü boyunca tek başına deliler gibi çalışan bir adamın ve ondan ilham alanların çabalarıyla gerçekleşmişti.
***
Eliezer Ben Yehuda'nın hikâyesini öğrendiğimden beri her platforma paylaşıyorum. Önemine binaen, daha önce başka yerlerde de yazdım ve anlattım. Bize, aslında bizim de köklerimizde mevcut olan bir çalışma disiplinini hatırlatması gereken bir hikâye bu çünkü:
Klâsik dönemlerde İslâm dünyası da böyle 'çılgın' adamlarla doluydu. Herhangi bir dünyevi menfaat peşinde koşmadan sadece idealine odaklanan, şan-şöhret derdine düşmeden ömür boyu didinen gizli kahramanlardı hepsi. Çoğunun, yaşarken adı bile duyulmamıştı, ama ne büyük işler başardıkları ölümlerinden sonra anlaşıldı. Bugün birçok eseri, düşünce ve fikri onların bu cansiparane gayretlerine borçluyuz. Farkında olmasak da.
Bu örnekler, çabalarının sonucunu hemen görmek isteyen, başarıyı ekonomik kazançla özdeşleştiren, az bir gayretle büyük neticeler elde etmeye odaklanan bizim nesle epey yabancı. Teknolojinin hayatı kolaylaştırıcı etkisinin ciddi bir tembelliği de beraberinde getirdiği düşünülürse, günümüzde ideallere ömür adamak daha da zahmetli.
Ancak Ä°slâm dünyası olarak içine düştüğümüz karanlık tünelden, baÅŸka çıkış yok. Temel meselelerimizi, eksiklerimizi ve yapmamız gerekenleri büyük bir ciddiyetle ele alarak, deliler gibi çalışmaktan baÅŸka çare yok. “Kahrolsun” diye slogan attığımız devletlerin, dünyevî görevlerini nasıl ciddiyetle ve inatla yaptıklarını düşününce hele…
Bu kitabı neden biz yazmadık?
Onca parlak söylem ve slogana rağmen, Kudüs konusunda dört başı mamur bir Türkçe kitap bulmakta zorlanıyordum epeydir. Güzel kitaplar vardı, evet; fakat tarihiyle, kültürüyle ve dini-siyasi yönüyle Kudüs'ü derinlemesine ele alan kapsamlı bir metin karşıma çıkmamıştı.
Derken, bütün Batı medyasında “Kudüs'ü anlatan en iyi kitap” olarak reklamı yapılan “Kudüs: Bir Åžehrin Biyografisi” (Pegasus Yayınları) Türkçe'ye çevrildi. Simon Sebag Montefiore imzalı 615 sayfalık kitabı heyecanla alıp okudum. Ama maalesef, hem yazarın Ä°slâm'a ve Müslümanlara karşı iflah olmaz ön yargısı, hem de tercümedeki dikkatsizlikler, büyük bir hayal kırıklığına neden oldu. Kitabın kapağını kapatırken, “Åžehirlerimizin hikâyesini neden biz yazmıyoruz?” demekten kendimi alamadım.
YENÄ° ÅžAFAK
Henüz yorum yapılmamış.