Güncel
Gerçeklere niçin ihtiyacımız yok? - Burak Bilgehan Özpek
Follow @dusuncemektebi2
Gerçek ile ideal arasındaki uyumsuzluk, felsefi ve akademik çevrelerde cazibesini koruyan bir mesele olmaya devam ediyor. Hatta günlük hayatımızda karşılaştığımız birçok ikilem veya güncel siyasal tartışmaların üzerine fark etsek de etmezsek de bu karşıtlığın gölgesi düşüyor.
Amacım, elbette, bu kadim tartışmayı kısa bir köşe yazısı vasıtasıyla çözümlemek değil. Ancak gerçek ile ideal arasındaki çatışma, muhatap oldukça bizleri bunaltan günümüz dünyasında kendimizi nasıl konumlandıracağımıza dair bir şeyler söyleyebilir.
“20 Yıl krizi” kitabında E. H. Carr, gerçekçiler ile idealistler arasındaki farklılığa büyük bir coÅŸkuyla temas eder. Ona göre, idealistler doÄŸru ile yanlışın ne olduÄŸunu tartışan filozoflardır. Dolayısıyla var olan durumun ne olduÄŸu ile deÄŸil, ne olması gerektiÄŸi ile daha çok ilgilidirler. Öte yandan, gerçekçiler birer bürokrat gibidirler ve miras aldıkları pratikleri eksiksiz olarak uygulamayı amaçlamaktadırlar. Bu tanımlama, beraberinde bir imayı getiriyordu. Carr’a göre, idealistlerin üzerinde durduÄŸu ahlaki çerçeve gerçeÄŸin doÄŸası ile uyum göstermiyordu. Yani olması gerekeni tavsiye etmek, soyut bir düşünce dünyasında kabul görebilirdi ancak gerçeklerin somut dünyasında onlara yer yoktu. Pratik hayatın sorunlarını çözmeye yetmeyeceÄŸi için ideallerden oluÅŸan bir çözüm önerisi getirmek bir fanteziden ibaretti.
Gerçekliğin somut ve objektif olduğu iddiası, ahlakın ve ideallerin ihlal edilmesi sürecinde kuvvetli bir meşrulaştırıcı rol üstlenmiştir.
Bu yaklaşım, günlük hayatımızda bizi huzursuz eden herhangi bir olgu ile karşılaÅŸtığımız ve bunu ifade ettiÄŸimiz zaman hiç vakit kaybetmeden karşımıza çıkar. Bize göre ahlaki olmayan bir eylemde bulunduÄŸuna inandığımız bir arkadaşımıza bunu söylediÄŸimiz zaman alacağımız cevap, bize önce hayatın gerçeklerini hatırlatır. Ve ardında, ahlaki olmayan eylemi ona dikte edenin, hayatın gerçekleri olduÄŸunu söyler. Politik konular da bu yaklaşımdan nasibini almıştır. Mesela ülkemizde farklı toplumsal kesimlerin daha fazla özgürlük ve demokrasi talepleri egemen güvenlik eliti tarafından Türkiye’nin riskli jeo-politik konumu gerekçe gösterilerek reddedilmiÅŸtir. Günün sonunda, gerçekliÄŸin somut ve objektif olduÄŸu iddiası, ahlakın ve ideallerin ihlal edilmesi sürecinde kuvvetli bir meÅŸrulaÅŸtırıcı rol üstlenmiÅŸtir.
AHLAKIN DÜZENLEDİĞİ İLİŞKİLER
Gerçekçi yaklaşımın ahlak ile kurduğu bu dışlayıcı ilişkiye karşı iki önemli argüman ileri sürülmüştür. Birincisi, gerçeğin zannedildiği kadar objektif ve sarsılmaz olmadığını öne sürer. Daha açık bir ifadeyle, gerçeğin yorumlanmaya açık olduğunu iddia eder ve idealleri çiğnemek için bu yorumlama sürecinin hoyratça kullanılabileceğini savunur. Etrafımızdaki insanların kendilerini meşrulaştırmak için gerçeği eğip büktüklerine defalarca şahit olmuşuzdur. Siyasetçilerin ise kendi egemenlik alanlarını genişletmek ve pekiştirmek için uyguladıkları politikaları, gerçeklerin kendilerine başka bir seçenek bırakmadığını söyleyerek savunmaları ise dünyanın her yerinde vaka-i adiyedendir. Dolayısıyla ahlaki ve ideal önerileri, gerçekleri öne sürerek küçük düşürmek veya karikatürize etmek eğilimine karşı ihtiyatlı yaklaşmak gerekir.
Diğer itiraz ise gerçekçilerin meşruluk alanını hedef alır ve gerçek adına idealleri ve ahlakı reddetmenin hiç de gerçekçi olmadığını savunur. Diğer bir ifadeyle, ahlakın ve ideallerin emrettiği şekilde davranan insanlar, gerçek tarafından cezalandırılmak zorunda değildir. Bilakis, ahlak ve idealler ilişkileri düzenlediği takdirde yeni ve herkesin faydasına sonuçlar doğurabilir. Bizi kazıklamayan bir esnaftan alışveriş yapmayı tercih etmemizin sebebi budur. Bahsi geçen esnaf, işini iyi yaptığı ve makul bir fiyat ile malını veya hizmetini sattığı sürece onunla işbirliği içerisine gireriz. Bu işbirliği uzun vadede iki tarafın da kazandığı bir ilişki doğurur. Öte yandan, ilk alışverişimizde bizi kazıklayan esnaf sadece bir sefer için daha çok para kazansa da uzun vadede daha az kazanacaktır. Bu durum siyasi düzlemde de farklı değildir. Mevcut siyasal rejimden memnun olmayan ve daha fazla hak ve özgürlük talebiyle ortaya çıkanları, coğrafyanın veya dönemin gerçeklerini bahane ederek bastırmaya çalışmak sadece ahlaki bir eksikliğe işaret etmez, aynı zamanda ülkede yaşayan herkesin refahını, özgürlüğünü ve barışını etkileyen olumsuz sonuçlar doğurabilir. Yani gerçekler tarafından dayatıldığı düşünülen politikalar aslında gerçekler ile hiç de uyuşmayan politikalara dönüşebilir.
Ahlaki ve ideal önerileri, gerçekleri öne sürerek küçük düşürmek veya karikatürize etmek eğilimine karşı ihtiyatlı yaklaşmak gerekir.
Carr’ın idealistlere atfettiÄŸi filozof sıfatı, pozitivizmin sosyal bilimleri etkisi altına almasıyla esaslı bir zaafiyete uÄŸramak zorunda kaldı. Zira Ä°kinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan tablo, liberal deÄŸerleri benimseyen ülkelerin kalıcı refah, barış ve istikrar üretebildiklerini gösterdi bizlere. Yani, ideallerin ve ahlakın gerçeÄŸin doÄŸasına uyum saÄŸlayamayacağına olan inanç önemli bir meydan okumayla karşılaÅŸtı. Demokratik kurumların baÅŸarıyla tesis edildiÄŸi ülkeler birbirleriyle savaÅŸmak yerine ticaret yaptı, ekonomik geliÅŸimlerine odaklandılar ve kendi iç istikrarlarını pekiÅŸtirmeyi baÅŸardılar. Yani, yeni bir gerçek ortaya çıktı ve Carr’ın bürokrat olarak tasvir ettiÄŸi gerçekçiler, çağı okuyamayan muhafazakârlara hatta bazı durumlarda iflah olmaz komploculara dönüştüler.
DAHA ÇOK HAK VE ÖZGÜRLÜK TALEBİ
Bu nokta, üzerinde biraz daha tartışılmayı hak ediyor. Söylemek istediğim şey aslında çok karmaşık değil. Bugün ülkemizde daha fazla hak ve özgürlük talebiyle meydana çıkan insanların ideallerini ve ahlaki önerilerini, gerçeklerin ülkeye dayattığı politikaya bir meydan okuma olarak kabul etmek ve onları cezalandırmak, izole etmek yanlış bir yöntem olabilir. Bunun yerine, liberal ideallerin ihtiva ettiği hukukun üstünlüğü, medya özgürlüğü, şeffaflık ve hesap verilebilirlik ve kamu müdahalesinden arınmış piyasa ekonomisi gibi prensipleri benimsemek ortaya yepyeni bir gerçeklik çıkartabilir. Bu yeni gerçeklik, ihtiyacımız olan refahı, barışı ve istikrarı bize müjdeleyebilir. Zira ideallerin ve ahlakın emrettiği kurumları benimseyen toplumların bundan fayda görmüş olmaları ümitlenmemiz için yeterlidir.
Bu konuyu bazı sorular sorarak biraz açmakta fayda var. Gezi Parkı protestoları ile başlayan ve ülkenin üzerine çöken kutuplaşma atmosferi ile bu tarihten itibaren gittikçe kötüleşen ekonomik göstergeler arasında bir ilişki olabilir mi? Bu kutuplaşma durumunda siyasal iktidara olan sadakatini ispatlamak için ve zaten bilinçaltında her an soyut bir işgale uğrama tedirginliği yaşayan halk kitlelerini birbirine kenetlemek için kullanılan komplocu dil ülkenin gerçeklik ile olan bağlantısını tahrip etmemiş midir? Üstelik, bu dili benimsemeyen aydın, akademisyen ve siyasetçilerin bir çırpıda hain ilan edilmesi farklı düşüncelerin ortaya çıkmasını ve sadece düşünce özgürlüğü sayesinde ulaşılabilecek doğru politikaların benimsenmesini engellememiş midir? Günün sonunda, gerçeklik ile bağlantısı kopmuş, uluslararası sistemin aktörleriyle sorunlu hale gelmiş, kendi arasında güven duygusunu yitirmiş, cezalandırılma korkusuyla yaratıcı fikirler öne sürmekten vazgeçmiş ve hayatını devam ettirebilmek için yetenek ve çalışkanlık yerine sadakat ve belagatı seçmiş insanların yaşadığı bir ülkede ekonominin, teknolojinin, eğitimin, sanatın, akademik üretimin ve hayatımızı etkileyen diğer pratiklerin kötüye gitmesi olağan değil midir?
Öte yandan, bu öneriyi benimsemeye yanaÅŸmayanlar, ahlakın ve ideallerin fayda üretmeyeceÄŸini savunmaya devam edecekler. Batı toplumlarındaki her kitlesel gösteride, her ekonomik dalgalanmada heyecanlanıp “Batı toplumları çöküyor” diye yaygara yapacaklar. Belki de Trump’ın baÅŸkanlığından ve Avrupa’da aşırı sağın yükselmesinden duyulan memnuniyetin gizli sebebi de budur.
Henüz yorum yapılmamış.