Güncel
Entelektüelin sorumluluğu kötülüğü doğru tanı(m)lamaktır - Mehmet Evkuran
Terör saldırıları, yeni anayasa ve başkanlık tartışmaları gibi bir toplumun siyasal tarihinde istisna oluşturabilecek farklı olayları bir arada yaşıyoruz.
YoÄŸunlaÅŸtırılmış, ağırlaÅŸtırılmış, hızlandırılmış ve çeÅŸitlendirilmiÅŸ bir tarihsel ve politik süreci yönetme zorunluluÄŸu ile karşı karşıyayız. Artık iç ve dış sorunlar arasında kesin ve net bir çizgi çizmek mümkün deÄŸildir. FETÖ, PKK, DAEÅž adlı örgütler ile ulusal ve uluslararası düzeyde mücadele etmekteyiz. 15 Temmuz tarihinde giriÅŸilen hain darbe kalkışmasının püskürtülmesinin ardından ilan edilen OHAL ve kamuda baÅŸlatılan büyük tasfiye bile baÅŸlı başına bir millî güvenlik sorunudur. YetmezmiÅŸ gibi farklı terör örgütlerinin doÄŸrudan saldırısı ve Türkiye’yi ekonomik kıskaca alma çabaları gibi çok yönlü ve geniÅŸ bir mevziide savaÅŸ vermeye zorlanmış bulunmaktayız. Bunların yanında iç politikada yeni anayasa ve baÅŸkanlık tartışmaları hız kazanmıştır. Bu vasatta “toplumsal mutabakat”, söylemsel olmaktan çok reel anlam taşıyan bir deÄŸerdir.
“Toplumsal mutabakat” kavramı, belirli siyasal bir düşünceden çok ortak bir duygusal içeriktir. Farklı olanın, “ötekinin ve baÅŸkasının” düşüncelerine, kaygılarına, acılarına, duyarlıklarına ve taleplerine açık olma halidir. O nedenle daha çok ideolojik ve düşünsel bir referansa atıf yapan “BÄ°Z”den çok daha esnek, gevÅŸek ve kuÅŸatıcı “HEPÄ°MÄ°Z” söylemine dayanır. “Bizde öteki, beriki yoktur! Hepimiz biriz! Farklılığımız da yoktur!” söylemi artık gerilerde kalmıştır. Mutabakatın yolu farklılıkları teslim etmekten geçer ve en kalıcı, en deÄŸerli ve en saÄŸlam mutabakat, farklı olanlar arasında saÄŸlanandır.
Toplumsal mutabakat sadece muhafazakar değerler üzerinden gerçekleşmez. Seküler, liberal ve sol makul çevreleri hesaba katmayan mutabakat algısı sürdürülebilir olmaz.
Yılbaşı yaklaşırken Mekke’nin Fethi Günü’ne vurgu yapan bir söylem, yılbaşı kutlamalarını protesto etmekte ve buna karşı fetih kutlamalarını yüceltmekteydi. ÇeÅŸitli görseller ve yazılarla da bu yaklaşım desteklenmiÅŸ ve bir gerilim havası kendiliÄŸinden oluÅŸmuÅŸtu. “Ey Müslüman Noel’i kutlama!” kampanyaları yaygınlaÅŸmıştı. Aslında tema açıktı ve dindar/muhafazakâr kesimlerin naif biçimde benimsediÄŸi, Batı taklitçiliÄŸine karşı olmak/durmak ve kendi deÄŸerlerine sahip çıkmak duyarlılığını vurguluyordu. Duyarlılığın nasıl ifade edileceÄŸiyse önemlidir. Saldırganlığa kaçan bir duyarlılık gösterisinin ÅŸiddete dönüşmesi kaçınılmazdır.
Bu kampanyaların en belirgin simgesi olan Noel Baba’ya ÅŸiddet görüntüleri, deÄŸerlere sahip çıkmak ile baÅŸkasının tercihine müdahale etmek arasındaki sınırın tartışılmasına neden oldu. En kışkırtıcı olanı, Noel Baba kıyafetli bir figürü aralarına alarak onu aÅŸağılayan ve kafasına tabanca dayayan ya da çenesine yumruk atan efelerin boy göstermesiydi. Elbette muhafazakâr deÄŸerleri bu tarz savunma giriÅŸimleri genele mal edilemez ve zaten bu görüntülere bizzat Ä°slamcı/muhafazakâr camiadan tepkiler de gelmiÅŸtir.
Pek çok Ä°slamcı ya da muhafazakârın Noel Baba üzerinden bir deÄŸer tartışması yapmaya yanaÅŸmayacağını, bunu çok rahatsız edici bulacağını biliyorum. Ancak Ortaköy’deki terör saldırısı sonrası canlanan yaÅŸam tarzı tartışmaları, muhafazakâr banallığa karşı muhafazakâr esnekliÄŸin daha güçlü biçimde ortaya konulmasını da zorunlu kılmıştır. Kendi deÄŸerlerine ve dünya görüşüne aşırı kapanmış, belki de bundan dolayı suçlanamayacak olan ancak yanıbaşında farklı dünya görüşünden ve inanç biçiminden insanların ve grupların yaÅŸadığını bir an gözden kaçıran muhafazakâr siyaset, kendini gözden geçirmelidir.
15 Temmuz ve sonrasında ülkemizde verilen mücadele dindar/muhafazakârların ötekilere karşı verdiÄŸi bir savaÅŸ deÄŸildir. Tüm bir toplumun istiklal ve istikbal mücadelesidir. Herhangi bir tahsise gitmeksizin “Millî Ä°rade”nin korunması davasıdır. Toplum ve siyaset tasavvurumuzun ana fikri budur. Siyasal rekabet ve ideolojik tartışmalar devam edecektir ve hatta etmelidir. Mutabakat kavramı, ideolojik ve politik rekabeti ortadan kaldırmaz. Aksine bu ÅŸartlar altında bile rekabet arzu edilen bir ÅŸeydir. Ancak sorunun kritik bir aÅŸamaya ve milli güvenliÄŸimizi tehdit eden bir noktaya ulaÅŸtığı fark edilmelidir.
Ortaköy saldırısı sonrası beklenen senaryo ÅŸuydu: Muhafazakâr kesimler zaten yılbaşı öncesi baÅŸlatılan kampanyaların da etkisiyle katliam karşısında “Oh olsun! Belalarını buldular!” türü söylemler sergileyecekler, seküler kesim de çoÄŸunluÄŸun diktatörlüğü, özgürlük, dinci terör kavramları üzerinden bir yaÅŸam tarzı tartışması baÅŸlatacak ve Türkiye’de yeni bir dindar-seküler gerilimi ortaya çıkacaktı. Çok şükür böyle olmadı… Ne dindar/muhafazakâr kesim katliamı onayladı ne de seküler kesim saldırıyı dinci teröre baÄŸladı. Bölgemizde ve ülkemizde yaÅŸanan olaylar, ortalama her vatandaşımızın stratejik düşünmesine neden olmuÅŸtur.
Ortaköy katliamının yeni kavgalar ve gerilimler çıkarmaya yönelik olduğunu herkes fark etti. Önemli olan, bu saldırıyı hepimize yönelik bir saldırı olarak görmek ve tepki vermektir. Bu saldırının hedef seçilen inanç, yaşam tarzı, politik görüşten çok ötede toplumsal gerilimler yaratmak amaçlı olduğu anlaşıldı ve saldırının hepimize yönelik olduğu farklı kesimler tarafından ifade edildi. Bu tür olaylardan sonra ortaya çıkan sağduyu, toplumsal mutabakat için kurucu ve destekleyici bir etki taşımaktadır. Ve tekrar vurgulamam gerekiyor: Toplumsal mutabakat denilen şey, sadece muhafazakâr değerler üzerinden gerçekleşmez. Seküler, liberal ve sol makul çevreleri hesaba katmayan bir mutabakat algısı, sahici ve sürdürülebilir bir değer taşımayacaktır.
Orta DoÄŸu küresel güçler tarafından radikalize edilmek isteniyor. Bu amaca da bir ölçüde ulaşılmış görünüyorlar. Sünnî dünyanın hastalığı selefi radikalizmin örgütlü versiyonu DEAÅž, Åžiî radikalizmin temsilcisi HaÅŸdi Åža’bî ve seküler radikalizmin temsilcisi PKK... Bunlara saÄŸlanan destek, gerçekte bu terörist örgütlerin coÄŸrafyamızda söz sahibi aktörler olmasını saÄŸlamaya dönüktür. Bölgemizde devlet mekanizmasının çökmesine neden olacak bu strateji tutarsa birbiriyle çatışarak büyüyen bu yapılar sayesinde halklar arasında asırlık çatışma ve düşmanlıklar ortaya çıkacaktır.
Bu nedenle Türkiye’nin kendine bakan yönüyle, Sünnî radikalizmin sözümona örgütlü temsilcisi olarak sunulan DEAÅž ile askerî mücadelenin yanında ideolojik-teolojik mücadeleyi de baÅŸarıyla vermesi zorunludur. Bu dış politik bir sorun deÄŸil, millî güvenlik konusudur. Selefi radikalizmin toplumsal sorunu, yegâne ve saf bir kimlik peÅŸinde koÅŸması ve tüm enerjisiyle tahayyülündeki bu katışıksız kimliÄŸi gerçekleÅŸtirmeye çalışmasıdır. Öyle ki bu zihniyet, anlaÅŸmazlık yaÅŸadığı yakın ve benzer Sünnî radikal grupları bile tekfir ederek onlarla savaÅŸmıştır.
Herkesin kendisini anlamlı, değerli, sorumlu, haklı hissettiği bir toplumsal politik-entelektüel etkileşim zemini ve bunu temsil eden bir dil üretmek zorundayız.
Türkiye uzunca bir dönem Batıcı yönetici elitin “kurucu deÄŸerler” adını verdiÄŸi ve büyük oranda kendi yaÅŸam tarzının tanımını yansıtan bir dünya görüşünü devletin resmî ideolojisi olarak topluma dayatmanın doÄŸurduÄŸu toplumsal gerilimleri fazlasıyla yaÅŸamıştır. Yorumlama, tanımlama ve yargılama yetkisini elinden bırakmayan yabancılaÅŸmış yönetici elit, kendi ideolojik gözüyle anlamlandırdığı modern ve Batılı deÄŸerler üzerinden toplumsal ve tarihsel yapıyı tümüyle ötekileÅŸtirmiÅŸti. Kamu yetkisini ve gücünü halkını tedib (eÄŸitme ve hizaya getirme) etme amacıyla kullanmıştı. Düzenin yabancılaÅŸmasının ortaya çıkardığı ağır sonuçlar da devlet-toplum bütünleÅŸmesini deÄŸil ayrışmasını besledi.
Ülkemizde demokratik süreç ve kuralların uygulanması sonucunda toplumsal değerlerle barışık bir yönetim tarzının öne çıkması, beklenen sinerjiyi doğurdu. Ancak bu kez geçmişte yaşanan mağduriyetler üzerinden kendi gündemine ve değerlerine aşırı duyarlı bir bakış açısı ortaya çıktı. Muhafazakâr siyasetin açmazı, kendi mağduriyet hikâyesine meftun bir akıl ve duygu modu içine kapanmasıdır. Ya da belki de ötekini ikna edecek ve kaygılarını dindirecek açık bir politik söylem geliştirmede zorlanmasıdır. Kalkınma ve güvenlik politikaları, zaten yeterli düzeyde olmayan politik ilişki ve iletişimi en aza indirmiştir. Acil olan şey; açık, güven veren, kuşatıcı bir politik dilin yaygınlaştırılmasıdır. Bu, demokrasi içinde birlikte yaşama pratiklerinin desteklenmesiyle mümkün olabilir.
Sık sık Anadolu Müslümanlığından söz edilmektedir ve edilmelidir de. Ancak Anadolu’da baÅŸardığımız baÅŸka önemli ve deÄŸerli bir ÅŸey daha vardır ki bundan çok konuÅŸulmamaktadır. Ãœlkemizde farklı duyarlılık ve dünya görüşlerinin etkileÅŸim içinde birlikte geliÅŸtirdikleri kültürel ve sembolik bir sermaye bulunmaktadır. Sıkı dokunmuÅŸ ideolojilerin yapamadığını bu sembolik sermaye baÅŸarmaktadır. Özellikle zor ve sıkıntılı günlerde ortaya çıkıveren dayanışma ve hayata sahip çıkma refleksi bu sermayenin bir pratiÄŸidir. Birlikte yaÅŸama kültürü, seküler ya da dinsel sert ideolojilerden çok bu gevÅŸek, inceltilmiÅŸ ve yaÅŸam ürünü olan ortak hissiyattan beslenmektedir. Bu anlamda 15 Temmuz tarihsel ve düşünsel hayatımızda bir tür “ideolojilerin sonu” etkisi yapmıştır.
Temel sorunumuz; yaÅŸadığımız haklı, doÄŸru, zengin ve çoÄŸulcu gerçekliÄŸe uygun bir entelektüel ve politik dilin üretilmemiÅŸ olmasıdır. Hâlihazırdaki ideolojiler, toplumsal gerçekliÄŸimizi ve duygularımızı yansıtmakta yetersiz kaldığı gibi bizlere gereken vizyonu saÄŸlayamamaktadır. Farklı hassasiyetlerin çatışması deÄŸil, uzlaÅŸtırılması sosyal barışı ve mutabakatı güçlendirecektir. Rekabet etmek, siyaset yapmak, muhalefet ve iktidar oyunu oynamak için bir ülkeye ihtiyaç vardır. Ãœlkeniz yoksa ne siyaset ne ticaret ne de bilim ve sanat mümkündür! Kısacası ülkeniz yoksa size ve çocuklarınıza ait bir hayatınız olamaz. Herkesin kendisini anlamlı, deÄŸerli, sorumlu ve haklı hissettiÄŸi bir toplumsal politik ve entelektüel etkileÅŸim zemini ve bunu temsil eden bir dil üretmek zorundayız. “Hep birlikte Türkiye!” söylemi, bunu baÅŸardığımızda ve baÅŸarabildiÄŸimiz kadarıyla gerçeklik kazanacaktır.
karar
Henüz yorum yapılmamış.