EÄŸitim
İnsanlığın son kalıntılarını sürekli genişleyip büyüyen bir çöplüğün içine attık - Gökhan Özcan
içinde olduğumuz birtakım süreçlerden söz ediyoruz sürekli. Bu süreç lafı, henüz nihai noktasına varmamış bir gidişatın ortalarında bir yerdeymiş gibi ayaküstünde tutuyor sürekli bizi.
Yerleşemiyoruz konuştuğumuz şeylerin içine tam olarak. Hep geçici konumdayız, hep kritik bir durumdayız ve bir yere varmaya çalışıyoruz. Tam olarak bir yere varamadan, içinde bulunduğumuz süreci tali hale getiren bir başka önemli süreç başlıyor. İki dakika oturamıyor zihnimiz bir yerde, eğleşemiyor idrakimiz. Oturaklı düşünecek vakti bulamıyoruz hiç.
“Bir dakikan var mı?” dedi ayaktaki. “Var ama bana lazım!” dedi oturan.
Hep yolculukta gibiyiz, hep seferî gibi, namazların yarısını kılar gibi meselelerin yarısını anlamakla iktifa ediyoruz. Normal şartlar içinde olmuyoruz çünkü, normal şartlara varmak için hareket halinde oluyoruz. Oysa insan hakkındaki esaslı her meselenin inkişaf etmek için bir parça durulmaya, dinginleşmeye, oturmaya, sabit, sağlam, oynak olmayan bir zemine ihtiyacı var. Bu olmayınca kelimelerimiz, kavramlarımız, düşüncelerimiz ve duygularımız da yerleşik hale gelemiyor. Büyüyemiyoruz, artmıyor, genişlemiyor, derinleşmiyor, zenginleşmiyoruz. Çünkü doğru dürüst beslenemiyoruz, hep yol azığı ile idare etmek zorunda kalıyoruz. Alelacele bir şeyler tıkınıyoruz, abur cubur atıştırıyoruz. Sonra yeniden başlıyor hareket...
Hayata hızla ileriye doğru giden bir otobüsün camlarından bakıyor gibiyiz, ne kadarı görünüyorsa olan bitenin, sadece o kadarını görüyoruz. Durmadan geride kalan, gördüğümüz anda kaybolup giden, eskiyen, akan, akan, akan, düz çizgilerden ibaret kalan hikayeler... Yani süreçler, ortasından başka bir yerini göremediğimiz bitmek bilmez süreçler...
Bir yere varamadan yaşadık ve yaşıyoruz biz, göçebe hep bizim zihinlerimiz...
“Bazen bütün bunlar gerçek olamaz diye düşünüyorum!” dedi masaüstü. “Sanırım sana yeni bir format atılmasının vakti gelmiÅŸ” dedi dizüstü.
Mr. Robot'tan okkalı bir tirat, hayalî bir karakter metropolün ortasında yüzyılın maskesini indiriyor: “Sen gerçek misin? Gerçek olan ne var ki? Fantezi üzerine kurulu bir dünya burası... Hap gibi yuttuÄŸumuz sentetik duygular... Reklamcıların zihnimize açtığı psikolojik savaÅŸlar... Gıda diye aldığımız akıl çelen kimyasallar... Medyanın sonu gelmeyen algı oyunları... Sosyal medyanın kontrol ettiÄŸi izole edilmiÅŸ baloncuklar... Gerçek mi? Gerçek hakkında mı konuÅŸmak istiyorsun? Bu yüzyılda gerçeÄŸe yakın hiçbir ÅŸey yaÅŸamadık! Kapattık her ÅŸeyi, pillerini çıkardık. Ä°nsanlığın son kalıntılarını sürekli geniÅŸleyip büyüyen bir çöplüğün içine attık. Ticari markaların çılgın fiyatlara kurduÄŸu damgalanmış evlerde oturup, dijital ekranlarda inip çıkan sayılarla insanlığın gördüğü en derin uykuya dalmak için gönüllü hipnotize oluyoruz hepimiz. Gerçek bir ÅŸey bulmak istiyorsan çok derinleri kazmalısın evlat! Biz bir saçmalıklar imparatorluÄŸunda yaşıyoruz!”
Bilmem kaç eksantrik karakterden oluşan sanal şifreleri sakın ha küçümsemeyin, bazıları için o şifreler hayatlarına erişim sağladıkları birer hayatî anahtar!
Öyle baş döndürücü bir hızla çözülüyoruz ki, yakında bir tuşa basmadan yapabileceğimiz hiçbir şey kalmayacak!
Bu çağda doğduğu halde, ömrünün tek bir gününü bu çağda yaşamayan insanlar da var.
“Olamadın bir türlü kalbin ile barışık” dedi meczup, “onun için kafan hep böyle karmakarışık!”
YENÄ° ÅžAFAK
Henüz yorum yapılmamış.