Güncel
Mustafa Öztürk: Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür
Follow @dusuncemektebi2
Hafta başında, din ve evrim meselesi hakkında konuşmak üzere bir televizyondan davet aldım; fakat hem sağlık problemim hem de konunun kabak tadı verdiğine ilişkin kanaatim sebebiyle programa katıl(a)madım.
Programdaki katılımcılar arasında evrimi reddeden iki akademisyenin tekellüflü argümanlarını dinleyince, “Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur” sözünü hatırladım. Yine bu iki akademisyenin dini müdafaa adına söyledikleri her ÅŸeyin, paradigmatik olarak, BaÄŸdâdî’nin, “Ehl-i Sünnet’in icma/ittifak ettiÄŸi on beÅŸ ilke” baÅŸlığı altında, “Ehl-i sünnet, yeryüzünün hareketsiz/sakin olduÄŸunda icma etmiÅŸtir. Bunun aksini savunanlar Dehrîler/Materyalistlerdir” (Abdülkâhir el-BaÄŸdâdî, el-Fark beyne’l-Fırak, Dâru’l-Marife, Beyrut, trs., s. 330) ÅŸeklindeki ifadesinden pek farklı olmadığı kanaatine vardım.
BilindiÄŸi gibi evrim teorisi muhafazakâr çevrelerde “Allahsızlık” fikri olarak algılanıyor. Gerçi bu teoriyi ateizme baÄŸlayan bilim adamlarının mevcudiyeti biliniyor; ancak evrim esas itibariyle bir yaratılış ÅŸemasına karşılık geliyor. Ãœstelik bu ÅŸemaya kanun deÄŸil, teori deniliyor. Bilimsellik iddiası taşıyan her teorinin yanlışlanabilir olduÄŸu, bilimin doÄŸrulamalar ve yanlışlamalarla mesafe aldığı biliniyor. Evet, evrim teorisinde Allah’ın “halq/hâliq” sıfatıyla pek ilgilenilmiyor, tıpkı yaÄŸmurun veya karın nasıl yaÄŸdığına iliÅŸkin bilimsel araÅŸtırmalarda ilgilenilmediÄŸi gibi… Ancak bu ilgisizliÄŸin “Allahsızlık” fikrine baÄŸlanması gerekmiyor. Çünkü bilim nesneler dünyasındaki varlıklarla ilgili olarak “nasıl” sorusuna odaklanıyor. Din ise “niçin” sorusunu cevaplıyor. Nasıl sorusunun cevabı bilimsel bilgiye, niçin sorusunun cevabı ise iman ve hikmete tekabül ediyor. Kısacası, temel konuları, ilgileri, gayeleri ve izah yöntemleri farklı olduÄŸundan, din ve bilimin iki ayrı kompartımanda deÄŸerlendirilmesi gerekiyor ve bu durum “çift hakikat”i imliyor. Bilimsel hakikat denen ÅŸey gözlem, deney, hipotez, teori gibi süreçlerde ÅŸekillenirken, dinî hakikat öncelikle itimat ve itminan duygusuyla kabulleniÅŸi ifade ediyor. Bu peÅŸin kabulleniÅŸe iman deniliyor, imanın aklen temellendirilmesi ise itimat duygusunu takip ediyor.
***
Ä°manın rasyonel ve bilimsel argümanlarla güçlendirilmesi hem mümkün hem tabiidir. Bilimsel bilgiler ve bulgular müminin Allah’a iman ve hayranlığını pekâlâ artırabilir. Kaldı ki Kur’an, âlemdeki her ÅŸeyin birer ayet, yani Allah’ın kudretine ve muhteÅŸem yaratma sanatına iliÅŸkin birer gösterge olduÄŸunu bildirir. O halde, yine Kur’an’ın ifadesiyle, Allah’ın âlemdeki her ÅŸeyi yaratan yegâne kudret olduÄŸuna (Zümer 39/62) iman ettikten sonra, insan türünün def’aten mi yoksa evrimle mi yaratıldığı meselesi sadece bilimsel merak konusu olabilir ve bu konuda birtakım teoriler geliÅŸtirilebilir. Sonuçta daha makul ve müdellel olan teori kabul edilir, olmayan reddedilir. Mesele bundan ibaret olduÄŸu içindir ki Ä°slam düşünce tarihinde Câbir b. Hayyân, Nazzâm, Câhiz, Ä°bn Miskeveyh, Bîrûnî, Ä°hvân-ı Safâ, Ä°bn Tufeyl, Mevlana Celâleddin Rûmî, Ä°bn Haldûn ve Erzurumlu Ä°brahim Hakkı gibi birçok meÅŸhur isim “evrim” hakkında olumlu konuÅŸmayı Ä°slam inancına muhalif görmemiÅŸtir. Çünkü bu isimler Kur’an’ın yaratılışla ilgili ayetlerinde bilimsel merakı gidermek gibi bir amaç gözetilmediÄŸini, dolayısıyla söz konusu ayetlerden yaratılış ÅŸeması çıkarmanın mümkün olmadığını fark etmiÅŸ, bundan dolayı da meseleyi bilimsel alanda irdelemiÅŸlerdir.
***
Yaratılışla ilgili ayetler insanın kendini var eden Cenâb-ı Hakk’ı tanıyıp bilmesi, O’nun ihsan ettiÄŸi sayısız nimete nankörlükle deÄŸil, iman ve teslimiyetle karşılık vermesi gerektiÄŸini vurgulamaya yöneliktir. Hâl böyleyken söz konusu programda evrimi reddetmek adına konuÅŸan bir akademisyen, “On binlerce yıl önce deney ve gözlem yapılmış mıydı?” mealindeki cümleyi defalarca tekrarlayarak maalesef hem kendi zekâsıyla alay etti hem de muhtemelen sayısız izleyiciye saç baÅŸ yolduruverdi. Hele de Tîn Suresi’ndeki ve-lekad halaqne’l-insâne fî ahseni takvîm ayetinden hareketle, “Bak, Allah insanı en güzel surette yaratmış; peki, maymunun neresi güzel?!” demesi, evlere ÅŸenlikti. Belli ki Sayın Akademisyen, son zamanlarda müfessirliÄŸin anonim bir meslek dalı hâline gelmesinin verdiÄŸi ÅŸevkle, “Benim neyim eksik” diyerekten, “ehsan-i takvîm”i fizyonomik güzellik ve estetiÄŸe baÄŸladı, “esfel-i sâfilîn”i ise “ahlâken dibe vuruÅŸ” diye açıkladı.
Bu vesileyle belirtelim ki tefsir geleneÄŸindeki birçok büyük müfessir “ehsan-i takvîm” lafzını “gençlik ve dinçlik çağı”, “esfel-i sâfilîn” lafzını da “yaÅŸlılık ve bunama çağı” (erzel-i ömür) diye izah etmiÅŸtir. Surenin metin dışı ve metin içi baÄŸlamıyla da örtüşen bu yoruma göre ilgili ayetlerde, “Ey kâfir/nankör kiÅŸi! Bu dem-i devran hep böyle sürmeyecek, yarın bir gün belin bükülecek, sonunda ölüm gelecek ve böylece inkâr ettiÄŸin gerçek, ‘Gel, hele!’ diyecek” mesajı verilir. Surenin altıncı ayetinde ise -Asr Suresi’ndeki ifade tarzına benzer ÅŸekilde- müminlerin bu zımnî tehditten müstesna kılındıkları belirtilir. Ayrıca bir sonraki ayetin, “Nedir sana dini yalan saydıran ÅŸey?!” mealindeki ifadesinde ima edildiÄŸi üzere, Tîn Suresi’ndeki “insan” kelimesiyle insan türü deÄŸil, diÄŸer birçok ayette olduÄŸu gibi kâfir/nankör insan tipolojisi kastedilir. Bu konuda Ä°bnü’l-Cevzî ve Kurtubî gibi müfessirlerin tefsirlerine bakılabilir ve böylelikle ilk Müslüman nesillerin kelimeyi nasıl açıkladıkları öğrenilebilir.
KARAR
Henüz yorum yapılmamış.