Güncel
Bu badireyi nasıl atlatabiliriz? - Prof. Dr. Ömer Çaha
Follow @dusuncemektebi2
Batılı güçler bir yandan içerideki kukla unsurlarla Türkiye üzerine gelirken bir yandan da herhangi bir perdelemeye gerek kalmaksızın, kendileri, doğrudan savaş açmış durumdalar. Savaşın hedefinde Ak Parti hükümeti ve onun lideri Sayın Erdoğan görünüyor. Ama aslında Batılı güçlerin esas rahatsız oldukları şey; yükselen, küresel güçler içinde yerini almaya çalışan, dünyada daha fazla söz sahibi olmaya başlayan, bölgesinin belirleyici aktörü olma yolunda hızla ilerleyen yeni Türkiye tablosudur.
Batı’nın Türkiye’den rahatsızlık duymasına yol açan nedenlerden biri Orta DoÄŸu coÄŸrafyasının yeniden yapılandırılmasıyla baÄŸlantılıdır. Amerika ve müttefiklerinin bölgeyle ilgili iki ana projesinin olduÄŸu biliniyor: Ä°srail’in güvenliÄŸini garanti altına almak ve bölgenin enerji kaynakları üzerinde söz sahibi olmak. Bunu gerçekleÅŸtirmek için bölgenin küçük devletlere bölünerek güçsüzleÅŸtirilmesi gerekiyor. Türkiye ÅŸu anda Orta DoÄŸu coÄŸrafyasının en güçlü ülkesi olup Batı’nın dümen suyuna gitmeyen, aksine içerÄ°de ve dışarıda kendi politikasını belirlemeye ve bağımsız hareket etmeye çalışan bir ülkedir. Bu da Batı’nın Orta DoÄŸu’daki emelleriyle çeliÅŸen bir tablodur.
Bize karşı başlatılan savaşı doğru politikalar ile bertaraf edebiliriz. Bunun için önce Batı bloğu içinde kalarak pozisyonumuzu muhafaza etmeliyiz.
Rahatsızlığın ikinci nedeni, Türkiye’nin yüz yıl sonra yeniden yükselen bir güç olmaya baÅŸlamasıyla ilgilidir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yüzyıl Batı’nın yüzyılı oldu. Ä°slam dünyası yüzyıl boyunca Batı’nın boyunduruÄŸu altında yaÅŸadı. Batı’nın Ä°slam dünyası üzerindeki tahakkümünün yolu Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından geçti. Türkiye, yüz yıl sonra Osmanlı’dan miras aldığı tarihi birikimi ve ruhuyla yeniden küresel bir güç olarak yükselmeye baÅŸlıyor. Bu da Batı açısından kabul edilemez bir durumdur.
Batı’nın Türkiye’den rahatsızlık duymasına yol açan üçüncü bir faktör de Batı’da yükselen Ä°slam karşıtlığı duygusudur. Avrupa’daki Ä°slam karşıtlığı giderek Türk düşmanlığına dönüşmektedir. Aslında Avrupa’nın on altıncı yüzyıl sonrasında kimliÄŸinin inÅŸa edilmesinde Müslüman-Türk düşmanlığı önemli bir unsur olmuÅŸtur. Batı, yirminci yüzyılda küresel hegemonyasını büyük bir kısmı kolonileÅŸtirilmiÅŸ Ä°slam dünyası üzerinde sürdürürken bu bilinçaltına ihtiyaç hissetmedi. Ancak yeni yüzyılda Ä°slam dünyasının Türkiye gibi ülkeler üzerinden yeniden yükselme sürecine girmesi Batı’nın hışmını ve öfkesini çekiyor, bu da giderek Müslüman ve Türk karşıtlığına dönüşüyor.
Bize karşı baÅŸlatılan savaşı doÄŸru politikalar ve stratejiler takip ederek bertaraf edebiliriz. Bunun için öncelikle Batı bloÄŸu içinde kalmaya devam ederek gücümüzü ve pozisyonumuzu muhafaza etmeliyiz. Batı’yla iliÅŸkimizin üç önemli ayağı var. Bunlar; NATO üyeliÄŸi, Avrupa BirliÄŸi üyelik süreci ve Avrupa’yla sürdürülen ekonomik iliÅŸkilerdir.
SERT POLİTİKALAR ÇÖZÜM DEĞİL
NATO’dan ayrıldığımız zaman muhtemelen bizim yerimize Ä°srail, NATO’ya alınacaktır. Bu durumda Filistin meselesi artık NATO’ya mal olan bir meseleye dönüşecek ve Ä°srail’e atılan her taÅŸ NATO’nun kendisine atılmış muamelesi görecektir. Bu durum, bağımsız bir Filistin devletini hayal haline getireceÄŸi gibi Ä°srail’in “vaad edilen topraklara” açılmasının da önünü açacaktır. Bununla birlikte NATO artık bundan sonra Ä°slam ve Müslümanlar karşısında konumlanmış bir haçlı birliÄŸine dönüşecektir.
Avrupa BirliÄŸi müzakere sürecini bitirdiÄŸimiz zaman ise Türkiye rotası belirsiz bir ülke konumuna gelecektir. Åžunu unutmayalım ki Ak Parti hükümetlerinin baÅŸarısının temelinde Avrupa BirliÄŸi vizyonu yatmaktadır. AB’yle müzakere süreci, Türkiye’yi hem sermaye hareketleri bakımından cazip hale getirdi hem de DoÄŸu ile Batı arasında bir köprü konumuna yükseltti. Batı’yla köprüleri atmamız durumunda bu konumumuzu kaybedeceÄŸimiz gibi ekonomimiz de büyük darbe alacaktır.
Ä°kinci olarak, içeride özgürlük alanını geniÅŸleterek bize yönelen tehdidi bertaraf edebiliriz. Arap Baharı’nın hangi nedenlerden ortaya çıktığından ve bu ülkeleri hangi noktaya getirdiÄŸinden iyi dersler çıkarmamız gerekir. Arap Baharı sürecinde Esad’a demokrasi ve özgürlükler konusunda en fazla telkinde bulunan ülke Türkiye idi. Esad’ın Türkiye’yi dinlememesinin Suriye’de nelere mal olduÄŸunu hepimiz yaÅŸayarak gördük, görmeye devam ediyoruz.
Son zamanlarda gerçekleşen terör eylemlerinin, gece kulübü ve İzmir kimliğinin temsil ettiği kesimlere yönelmesinin hangi amaçları taşıdığı açıkça ortadadır. Kürt kartı ve FETÖ üzerinden emellerine ulaşamayan mihraklar şimdi laik-anti laik ve Alevi-Sünni kartını oynamaya, cepheyi buradan yarmaya çalışacaklar. Bunu bertaraf etmenin yolu, seküler özgürlük alanını genişletmekten ve Alevilerdeki mağduriyet duygusunu gidermekten geçer. Bu süreçte, yarıda kalmış Alevi açılımının tamamlanması son derece önemli bir adım olacaktır.
Bize yönelen tehdidi bertaraf etmek için üçüncü olarak, acilen olağanüstü hal sarmalından kurtularak normalleşmemiz gerekir. Olağanüstü hal, hem içeride hem de dışarıda devlete ve geleceğe karşı güveni azaltmakta, kitlelerin hukuka olan bağlılığını ciddi biçimde erozyona uğratmaktadır. Unutmayalım ki sert politikalarla kendimize yönelen tehditleri bertaraf edemeyiz. Şayet bu yol başarılı olmuş olsaydı, demokrasi talebine sert politikalarla karşılık veren Suriye bugün bu durumda olmazdı.
İçeride özgürlük alanını geniÅŸleterek bize yönelen tehdidin üstesinden gelebiliriz. Arap Baharı’nın doÄŸuÅŸu ve sonuçlarından iyi dersler çıkarmamız gerekir.
Toplumların hayatında bazı zamanlar vardır ki hukuken haklı olduÄŸunuz halde siyaseten farklı stratejiler takip etmek zorunda kalırsınız. Türkiye ÅŸu anda böyle bir süreci yaÅŸamaktadır. Türkiye’ye karşı savaÅŸan mihraklar, farklı kesimler arasındaki gönül ve güven bağını kopararak ülkeyi bölüp parçalamaya ve birbirine düşürmeye çalışıyorlar. Buna karşı koymamızın yolu farklı kesimler arasındaki gönül baÄŸlarını güçlendirmekten ve duygudaÅŸlık köprüsünü saÄŸlamlaÅŸtırmaktan geçer.
Takip edilen üç politikanın bu baÄŸlamda ne kadar doÄŸru olduÄŸunu sorgulamamız gerekir. Birincisi, baÅŸta Cumhuriyet Gazetesi ve imzacı aydınlar olmak üzer; gazetecilerin, aydınların tutuklanması ya da iÅŸten çıkarılması hukuken doÄŸru olsa bile siyaseten yanlıştır. Bu husus Türkiye’nin dışarıdaki imajını zedelediÄŸi gibi içeride de elini zayıflatmakta ve mücadele edilen cepheyi geniÅŸletmektedir. Bu süreçte iktidarıyla, muhalefetiyle, ortalama vatandaşıyla ifadeye, söze, eleÅŸtiriye karşı daha fazla tahammüllü, daha fazla hoÅŸgörülü olmamız elzemdir.
Ä°kinci olarak, HDP ekseninde Kürt siyasal hareketinin alanının daraltılmasına yönelik politikaların nasıl sonuçlar doÄŸuracağı düşünülmelidir. Bu husus, Türkiye’yi dışarıda zorda bıraktığı gibi içeride de Kürt meselesinin siyasi kulvardan uzaklaÅŸarak PKK yörüngesine girmesine yol açabilir. HDP’yi zayıflatan bir politika, kısa vadede yarar saÄŸlasa bile uzun vadede Kürtlerdeki duygudaÅŸlığı körelterek onları ÅŸiddet yanlısı bir kulvara savurabilir.
YÜZ YIL ÖNCEKİ ABLUKA GİBİ
Son olarak da FETÖ konusunda sürdürülen politikaların ne kadar isabetli olduÄŸunu sorgulamamız gerekir. 15 Temmuz darbe giriÅŸimi, FETÖ’cüleri emniyet, ordu ve yargıdan temizlemenin yanı sıra kitlelerin gönlünden silip atmak için de çok iyi bir fırsattı. Ne var ki FETÖ’yle mücadelede cepheyi bu kadar geniÅŸletmek, hareketin merkezinde yer almayan bir yığın insanı çaresiz biçimde ortada bırakmak, onları kazanmaktan çok FETÖ’cülerin kucağın itmektedir. Bu da giderek FETÖ tehlikesi ve 15 Temmuz kanlı giriÅŸiminden ziyade maÄŸdurların konuÅŸulmasına, gündemin onlar üzerinden akmasına yol açmaktadır.
Kısaca, Türkiye yüz yıl öncekine benzer bir ablukayla ve savaşla karşı karşıyadır. Bu savaşın üstesinden gelmenin yolu stratejik akılla bezenmiş politikalardan geçer. Kin, nefret, öfke ve intikam duygusu, toplumdaki birlik ve beraberlik ruhunu pekiştirmekten çok gönül bağlarının ve gönüller arasındaki köprülerin yıkılmasına hizmet edecek, bu da sonuçta Türkiye üzerinde emeli olanların ekmeğine yağ sürecektir.
Henüz yorum yapılmamış.