Sosyal Medya

Güncel

İslam şairi Mehmet Akif 80 yıl önce vefat etmişti

Mehmed Akif Ersoy, 27 Aralık 1936'da hakka yürümüştü. Cenazesinde ise yalnızca çok sevdiği milleti vardı...



İstiklal Marşı'nı yazan Kur'an şairi Mehmed Akif Ersoy, vefatının 80. yıldönümünde anılıyor.

Gerek Milli Mücadele döneminde gerekse sonrasında sürekli milletin yanında olan Mehmed Akif, cumhuriyetin kurulmasından sonra yeni rejimi kuranlarla fikir ayrılıklarından dolayı 1925 yılında Mısır'a gitmek zorunda kalmıştı. Mısır'dayken memleketinden ayrı kalmanın hüznüyle hastalanmış, 1936'da Türkiye'ye dönmüştü. Döndükten altı ay sonra, 27 Aralık 1936'da vefat etmişti.

CENAZESÄ°NDE YALNIZCA MÄ°LLET VARDI* 

Kurtuluş savaşı sürecinde yazdığı yazılar ve camilerde verdiği hutbeler ile halkın duygularını coşturan Mehmet Akif, milli mücadeleye önemli katkılarda bulunmuş I.Mecliste Milletvekili olarak da görev yapmıştır. Mehmet Akif Ersoy yazdığı İstiklal Marşı ile de milletimizin yazdığı destanı şiirleştirmiş yine onu asıl sahibine yani millete armağan etmiştir.

KurtuluÅŸ savaşının ardından yeni kurulan rejim ile fikir ayrılıklarından dolayı 1925 yılında Mısır'a giden Mehmet Akif Ersoy, 1936 yılına kadar Mısır'da bulunmuÅŸtur. Mısır'da bulunduÄŸu sürede üniversitede edebiyat dersleri de veren Akif, ülkesinden ayrı kalmanın verdiÄŸi üzüntünün de etkisiyle hastalanmış ardından 17 Haziran 1936 tarihinde Türkiye'ye dönmüştür. Mehmet Akif Ersoy rahatsızlığı ilerleyince tedavi görmeye baÅŸlamıştır.  Ä°stanbul'da bulunduÄŸu süre içinde eski dostları, sevenleri tarafından sık sık ziyaret edilen Mehmet Akif, 27 Aralık 1936 tarihinde BeyoÄŸlu'ndaki Mısır apartmanında kaldığı dairede hayatını kaybetti. Gazeteler ertesi günü Akif'in vefat haberini verdiler.

Mehmet Akif Ersoy'un vefatı ülkede büyük bir üzüntüye sebep oldu. Beyazıd Camisinde yapılan cenaze törenine onu seven binlerce genç ve dostları katıldı. Yapılan cenaze törenine resmi kiÅŸilerden ve kuruluÅŸlardan katılan hiç kimse olmadı.  Mehmet Akif'in Cenaze törenine bir hukuk fakültesi öğrencisi iken katılan Prof. Dr. Sulhi Dönmezer  5 Ocak 1987 de Tercüman gazetesinde  "Akif'in Cenaze Töreni" baÅŸlıklı yazısında o günü şöyle anlatıyor :

'...O zamanların ülkemizde egemen tek partinin otoriter düzeni içinde kimse idare ile çelişkiye düşmek istemediği için basında Mehmet Akif'in yurda dönüşü ve hastalığının seyri hakkında pek fazla haber yayınlanmazdı.... Bizler alana geldiğimizde, namaz saatinin yaklaşmış bulunmasına rağmen bir tabuta rastlamadık, hep birlikte bekliyoruz. Birden lokantanın ön kısmını bir cenaze otomobilinin geldiğini gördük, iki kişi üzerine örtü dahi konmamış bir tabutu indirdiler. Yoksul bir fakirin cenazesinin getirildiğini düşünerek bir kısım arkadaşlar yardıma teşebbüs ettiler. Fakat tabutun Mehmet Akife ait bulunduğu anlaşılınca bir anda yüzlerce genç ağlamaya başladı. ...Gençler hemen Emin Efendi Lokantasının bayrağını alarak tabutun üstüne örttüler. Sonra merhumun bir kısım arkadaşları gelmeye başladı ama ne vali, ne belediye reisi ve ne de tek partinin zimamdarlarından hiç kimse ortalarda yoktu."

Ülkenin bağımsızlık mücadelesinde sembol isimlerden biri ve yazdığı İstiklal Marşı ile milletin gönlünde önemli bir yer etmiş olan bu saygıdeğer insana yapılan bu haksızlık tek partili rejimin de milletten ne ölçüde uzaklaşmış olduğunu göstermiştir.

MEHMET AKÄ°F ERSOY

Åžair, fikir ve mücadele adamı Mehmed Âkif, Fâtih'te, Sarıgüzel mahallesinde mütevazı bir evde 1873'te doÄŸdu. Fatih Medre­sesi müderrislerinden Mehmed Tahir Efendi'nin oÄŸludur.

Babası, Arnavutluk'ta ipek kasabası SuÅŸisa köyünden Ä°stanbul'a gelip, Yozgatlı Hacı Mehmed Efendiden icazet aldı. Annesi Buharalı bir aileye mensup. Mehmed Âkif, bu anne ve babadan Ä°stanbul'un Fatih semtinde, Sarıgüzel mahalle­sinde doÄŸdu. Ebced hesabıyla doÄŸum yılını veren "Ragif" (H. 1290) kelimesi babası tarafından ad olarak verildi. Bu ad yay­gın ve bilinir olmadığından "Âkif" ÅŸeklinde söylendi ve bu isimle tanındı.

Dört yaşındayken Emir Buharı Mahalle Mektebi'ne baÅŸla­dı, Ä°ptidaî (ilk) öğreniminden sonra Fatih Merkez Rüşdiyesi ve Mekteb-i Mülkiye'nin idadî (lise) kısmını bitirdi. Mülkiye'nin âlî (yüksek) kısmına geçmiÅŸken, aynı yıl babası öldü ve Sarıgüzel'deki evleri yandı (1887-88). Bu yüzden yeni açı­lan yatılı Halkalı Mülkiye Baytar Mektebi'ne geçti. Åžiirle ilgi­si bu mektepte baÅŸladı.

ÂKİF'İN RESMİ HAYATI

Baytar Mektebi'ni birincilikle bitiren (1893) Mehmed Âkif, Umûr-ı Baytarîye ve Islâh-ı Hayvanât Umum MüfettiÅŸ Mu­avinliÄŸi'ne tayin edildi.

Kendi ifadesine göre, üç-dört yıl Ru­meli, Anadolu ve Arabistan'da bulaşıcı hayvan hastalıkları­nın tedavisi için dolaÅŸtı. Edirne'de baytar müfettiÅŸi, Ada­na'da vilayet baytarı olarak bulundu.

Bu arada İsmet Hanım'la evlendi (1898). Halkalı Ziraat Mektebi (1906) ve Çiftçilik Makinist Mektebi (1907)'nde hocalık yaptı. Darülfünun Edebiyat-ı Osmaniye Müderrisliği'ne tayin edildi (11 Kasım 1908). Ziraat Nezareti'nde son memurluğu Umûr-ı Baytariye Müdür Muavinliği'dir. Balkan Savaşı'ndan sonra Ziraat Nezareti'ndeki vazifesinden aynı daireden bir kimseye yapılan haksızlığa kızarak istifa etti (11 Mayıs 1913).

1913 yılı sonun­da, Ä°ttihatçıların SebilürreÅŸad'ın yayınlarını tasvip etmemele­ri, bu derginin yöneticisi olan Mehmed Âkif'in üniversitede ders vermesini eleÅŸtirmeleri üzerine Dârülfünûn'dan istifa et­ti. Yalnız Halkalı Mektebi'ndeki vazifesi devam etti. Balkan Savaşı'nın sonlarında kurulan Müdafaa-yı Millîye Heyeti NeÅŸriyat Åžubesi'ne aza seçildi. I. Dünya Savaşı'ndan önce Mısır ve Hicaz'a gitti (1914). SavaÅŸ sırasında Alman­ya'daki Müslüman esirlerin durumunu görmek için Alman hükümetinin daveti üzerine, TeÅŸkilât-ı Mahsusa (Osmanlı gizli teÅŸkilâtı) aracılığı ile Berlin'e gönderildi (1914). Aynı yıl Darü'l-Hilafeti'l-Aliye Medresesinin orta bölümünde Türkçe-edebiyat dersleri vermeye baÅŸladı. Gene TeÅŸkilât-ı Mahsû­sa tarafından Necid Emiri Ä°bnürreÅŸid'e gönderildi. Ä°bnürreÅŸid, Ä°ngilizler tarafından Arap Kralı olarak ilân edilen Åžerif Hüseyin'in aksine Osmanlı Devleti'ne baÄŸlı idi. Mehmed Âkif 1918 Temmuzunda Mekke Emiri Åžerif Haydar PaÅŸa'nın davetlisi olarak Lübnan'da iken Dârü'l-Hikmeti'l-Ä°slâmiye Cemiyeti'nin baÅŸkâtipliÄŸine tayin edildi ve gezi dönüşü vazi­feye baÅŸladı.

ŞİİR VE MÜCADELE

Ä°zmir'in iÅŸgalinden (14 Mayıs 1919) sonra, Batı Anado­lu'da yer yer beliren direnmeleri güçlendirmek için Balıke­sir'e gitti. Vaazlarla halkı irÅŸada çalıştı. Balıkesir izlenimleri­ni SebilürreÅŸad'da yayımladı. Ä°stanbul'un iÅŸgalinden sonra Anadolu'da baÅŸlayan Millî Mücadele'ye katılmak üzere hare­kete geçti. Nisan ortalarında Ä°stanbul'dan ayrıldı, muhteme­len 23 veya 24 Nisanda Ankara'ya ulaÅŸtı. Bu faaliyetlerinden ötürü, Darü'l-Hikmeti'l-Ä°slâmiye'deki görevine son verildi (3 Mayıs 1920). TBMM'ne Burdur Milletvekili olarak katıldı (5 Haziran 1920). Konya isyanının bastırılması için bu vilayete gönderildi. Daha sonra Kastamonu'ya geçti. Burada Nasrullah Camii'nde vaazlar verdi (meÅŸhur hitabe 19 Kasım 1920). Buraya gelmiÅŸ bulunan SebilürreÅŸad'ın sahibi EÅŸref Edip'le buluÅŸtu. SebilürreÅŸad'ı bir süre Kastamonu'da yayımladı (1920 Kasım). Tekrar Ankara'ya dönüp Tâceddin Dergâhı'na yerleÅŸti. Bu sırada yazdığı ÅŸiir Ä°stiklâl Marşı olarak kabul edil­di (12 Mart 1921). Åžer'iyye Vekâleti tarafından kurulan Te'lîfât-ı Ä°slâmiye Heyeti'ne seçildi (1922). Millî Mücadele netice­lendikten sonra Ä°stanbul'a döndü (Mayıs 1923).

HAYAL KIRIKLIÄžI VE SONRASI

İslâm dâvasının bir neferi olarak Türkiye'nin kurtuluşu için çalışan Mehmed Âkif, üst kademe yöneticilerin Millî Mücadele'nin başlangıçtaki amaçlarından uzak, tamamen ters yöndeki tavırları ile çelişti.

Bu yüzden 1923 Ekim'inde Abbas Halim PaÅŸa ile Mısır'a gitti. Kışı orada geçirdikten son­ra baharda döndü. Bir kaç yıl kışları Mısır'da, yazları Türki­ye'de geçirdi. Bu yıllarda ilk devrim hareketleri baÅŸlatılmış; Cumhuriyet idarecileri ülkenin ve toplumun Ä°slâmiyet'le baÄŸ­larını koparmaya yönelik faaliyetlere giriÅŸmiÅŸlerdi. Mehmed Âkif 1926 kışından sonra memlekete dönmedi. Kahire civa­rında Hilvan'a yerleÅŸti, Camiatü'l Mısriye Darülfünunu'nda (Mısır Ãœniversitesi) Edebiyat-ı Türkiye (veya Türk dili) mü­derrisliÄŸi yaptı (1929-36). 1935'te karaciÄŸerinden rahatsızlan­dı ve Temmuz ayında hava deÄŸiÅŸtirmek için Lübnan'a gitti (Âliye yakınında Sûku'1-garb köyü). Bu sırada daha önce ya­kalandığı sıtma da ortaya çıktı. Bir süre Antakya'ya da uÄŸrayan Mehmed Âkif, saÄŸlık durumu düzelmeden Mısır'a dön­dü. Sıla hasreti iyice ağırlığını hissettiriyordu. Memleketine dönmeden Mısır'da ölmekten korktu. 1936 yaz baÅŸlangıcında (17 Haziran) Ä°stanbul'a geldi. NiÅŸantaşı SaÄŸlık Yurdu'na yatırıldı. Mısır'da uzun süre kalanlarda görülen siroz (teÅŸemmu-ı kebed)'un tedavisi bura­dan zamanında uzaklaÅŸamadığı için imkânsız hâle gelmiÅŸti. SaÄŸlık yurdundan sonra bir süre Said Halim PaÅŸa'nın oÄŸlu Halim Bey tarafından Alemdağı'ndaki Baltacı ÇiftliÄŸinde mi­safir edilen Mehmed Âkif, BeyoÄŸlundaki Mısır Apartmanın­da vefat etti (14 Åževval 1355-27 Aralık 1936). Edirnekapı Mezarlığı'nda Babanzâde Ahmed Naîm Efendi'nin yanına gö­müldü. Hükümet ve güdümlü basın cenazesine ilgi göster­medi. Yakın günlerde ölen ve edebiyatımızdaki yeri Mehmed Âkif'le kıyaslanamayacak olan SamipaÅŸazâde Sezai'ye göste­rilen ilgi bile Mehmed Âkif'ten esirgendi. Resmî cenaze me­rasimi yapılmadı. Fakat millî ÅŸairi, Ä°stiklâl Marşı'nı bir mü­min ve millet mistiÄŸi olarak âbideleÅŸtiren bu mücahidi, mille­ti ve gençliÄŸi büyük bir cemaatle uÄŸurladı.

Kahire'de Mehmed Âkif'in ders verdiği üniversitenin bir amfisine Mehmed Âkif Ersoy ismi verildiği haberi 2005 yılı sonunda gazeteler yansıdı (bk. Yeni Asya, 27.12.2005)

BÄ°R MECBURÄ° ÅžAÄ°R DOÄžUYOR

DoÄŸduÄŸu ve yetiÅŸtiÄŸi Ä°stanbul'un fakir Müslüman muhiti Mehmed Âkif'in sonraki edebî ÅŸahsiyetinin ÅŸekillenmesinde rol oynayan belli baÅŸlı unsurlardandır. Ana tarafı Buharalı bir aileye dayanan Âkif, bu yönüyle DoÄŸu Ä°slâmlığı, Arnavut­luk'tan gelen babası tarafından da Batı Ä°slâmlığı ve doÄŸup büyüdüğü muhitle de Osmanlı merkezî Ä°slâmlığının etkileri­ni taşır. Fatih semti özellikle Mehmed Âkif'in çocukluk ve gençlik yıllarında Müslüman Ä°stanbul'un ilim merkezi duru­mundadır. Cami merkez olmak üzere yüksek seviyede eÄŸitim-öğretim kurumları bu semtin çehresinin oluÅŸmasında et­kili olmuÅŸtur. Mehmed Âkif, kendinden çok baÅŸkalarını, top­lumu düşünen, iyi ahlâklı, namuslu bir insan, örnek bir Müslüman olarak bu etkileÅŸimlerin çocuÄŸudur.

Ayrıca, resmî ve hususî tahsili onun bir hayat olarak yaÅŸa­nan Ä°slâm'la birlikte DoÄŸu ve Batı kültürleriyle de temasını saÄŸladı. Mehmed Âkif'in özel öğrenimi, babasından aldığı dinî bilgiler, Arapça ve akaitle baÅŸlar. Babası için "hem babam hem hocam" der. Fâtih Camii ÅŸiirinde babasının küçük yaÅŸ­larda elinden tutup Fatih Camii'ne götürdüğünü tasvir eder (Safahat, I).

Sekiz yaşında kadardım, babam "gelin bu gece
Sizinle câmie gitsek çocuklar erkence
Giderseniz gelin amma namazda uslu durun
Meramınız yaramazlıksa işte ev, oturun!"
Deyip alır da benimle kardeşimi...

Daha sonra da Fatih Camii BaÅŸ imamı Arap Hoca'dan Kur'an'ı hıfza (ezberlemeye) çalıştı. Selânikli Esad Dede'den Farsça, Halis Efendi'den Arapça okudu. Bu doÄŸu dilleri yanın­da Baytar Ä°brahim Efendi'den Fransızca öğrendi.

Mehmed Âkif'in ilk ÅŸiir çalışmaları Baytar Mektebi'nde okuduÄŸu yıllarda baÅŸlar. Yayımlanan ilk ÅŸiirleri Hazine-i Fünûn dergisindeki iki gazelle (1893-1894); Mektep Mecmuası'ndaki Kur'an'a hitap'tır (C. II, Mart 1311/1895). Meh­med Âkif de ÅŸiir duygusunun geliÅŸtiÄŸi bu yıllarda Edebiyat-ı cedidecilerin edebiyat anlayışı yaygınlaşıyordu. An­cak Âkif'in eÄŸilimi gelenekten yanadır. Bu yüzden ilk yaz­dığı dergilerden biri de gelenekçi ediplerin yer aldığı Resim­li gazete'dir (1896). Gençlik ÅŸiirleri arasında bulunan Terci-i bend'de Ziya PaÅŸa'nın tesiri hissedilir. Asıl gelenekçi yönü­nü besleyen Mülkiye'den hocası olan Muallim Naci'dir. Ge­lenekçiliÄŸin o dönemdeki en önemli isimlerinden olan Mu­allim Naci, Batı tarzı yenilikçilerle gelenekçiler tartışmasında gelenekçilerin sözcüsü durumunda görünmüştür. Meh­med Âkif gelenekçi eÄŸilimlerine raÄŸmen, sonradan ilk gençliÄŸinde yazdığı gazelleri "nafile" olarak nitelemiÅŸ ve gelenekçiliÄŸi, konu ve tarz olarak yenilikçi olmasını engel­lememiÅŸtir. Bu çerçevede üzerinde tesiri olanlardan biri de Abdülhak Hâmid (Tarhan)'dir. Bu tesir 1908'den sonraki ÅŸi­irlerinde hissedilmez. Gerçekte Mehmed Âkif, genç yaÅŸta baÅŸladığı edebî faaliyetleri bırakıp on yıl süren bir bekleme devresine girer (1898-1908). Bu dönem, onun hayatın gerçeklerinden edindiÄŸi tecrübelerle hazırlandığı bir devre olarak deÄŸerlendirilmelidir.

Mehmed Âkif'in ÅŸiir anlayışını etkileyen isimler arasında Ä°ranlı (Åžirazlı) Hafız ve Sadi de vardır. 1898'den itibaren Servet-i Fünûn'da yayımladığı tercümeler arasında Hafız'in ÅŸiir­leri de bulunur. Sadi ise, hikmetli hikâyeleri nazmetmesi ile Mehmed Âkif'i etkiler.

1898'de Resimli gazete'de yayımlanan ÅŸiirlerinden biri 'Sa­di'dir. Bu Acem ÅŸairinden de tercümeleri vardır. Ayrıca bazı ÅŸiirlerinde Sadi'den iktibaslara rastlanır. Servet-i Fünûn'da ya­yımlanan bir ankete verdiÄŸi cevapta en çok tesirinde kaldığı edibin Sadi olduÄŸunu belirtmiÅŸtir (1919). Batı'dan tesirini ifa­de ettikleri ise Lamartine ve Alexandre Dumas Fils'dir.

Mehmed Âkif'in edebî ve fikrî hayatında dönüm noktası 1908 yılıdır. Bu yıl içinde Darülfünun Edebiyat-ı Umûmiye müderrisliÄŸine tayin olundu. Böylece edebiyatla uÄŸraÅŸması kolaylaÅŸtı. Ebülûlâ (Mardin) ile EÅŸref Edib (Fergan) tarafın­dan yayımlanmakta olan Sırât-ı müstakim'de (VIII. C. den sonra 8 Mart 1912'de Sebilü'r-reşâd adını aldı) yazmaya baÅŸla­dı. Bu dergide 1908'de 29, 1909'da 5, 1910'da 7 ÅŸiiri yayımlan­dı. Bu ÅŸiirler arasında Küfe ve Seyfi Baba gibi ona geniÅŸ ün saÄŸ­layanlar da vardır. Mehmed Âkif asıl edebiyatçı kiÅŸiliÄŸini 1908'den sonra bu dergide yayımladığı ÅŸiirlerle bulmuÅŸ, bil­hassa manzum hikayeleriyle dikkati çekmiÅŸtir.

ÇocukluÄŸundan beri hikâye ve masallara meraklı olan Mehmed Âkif'in ilk okuduÄŸu eserler arasında klasik bir aÅŸk hikâyesi olan Leylâ ve Mecnûn (Fûzulî)'un da olduÄŸu bilini­yor. Edebî hayatının yeni baÅŸlangıç döneminde Edebiyat-ı cedîdeciler'in manzum hikâye modası yaygındı. Mehmed Âkif bu dönemde toplum hayatının çeÅŸitli kesimlerinden çıkardı­ÄŸÄ± konuları canlı ve ilgi uyandırıcı bir ÅŸekilde iÅŸledi. Hikâye­lerin konularını sosyal olaylardan, hayatından ve Ä°slâm tarihinden almış, bazı seyahatlerini de manzum olarak hikâye et­miÅŸtir.

ŞİİR VE FİKİR

Mehmed Âkif'in edebî ÅŸahsiyeti fikir adamlığı yönü ile bütünlenir. Edebî bazı sohbet yazıları dışında, bütün nesirle¬rinde ve ÅŸiirlerinde belli bir fikrin takipçisi oldu. DiÄŸer çalış¬maları dikkate alınmadan da, yalnız ÅŸiirleriyle, fikir adamlığı yönünü ortaya koymak mümkündür. (Åžiiri bir mücadele ara¬cı olarak kullanırken, Batıcılığın belli baÅŸlı simalarından Tevfik Fikret'le hayli sert bir münakaÅŸaya girmekten de kaçınma¬dı. Bu münakaÅŸanın yankıları sürekli olmuÅŸtur.) XIX. asrın ikinci yarısında dünyada cereyan eden olaylar karşısında hem kendiliÄŸinden oluÅŸan bir halk ÅŸuuru ve hem de Ä°slâm ül¬kelerinde daha çok entelektüel planda bir hareket olarak baÅŸ¬layan Ä°slâmcılık, Mehmed Âkif'in ÅŸahsında kuvvetli popüler temsilcilerinden birini bulmuÅŸtur. Cemâleddin Afganî (1838-1897), Muhammed Abduh (1848-1905) ve AbdürreÅŸid Ä°bra¬him (Safahat'ın II. kitabı Süleymaniye kürsüsünde'nin kahra¬manı, 1853-1944) bu hareketin ilk önemli isimlerindendir. Ce¬mâleddin Afganî ve Muhammed Abduh, Paris'te el-'Urvetü'l-vüskâ (Çözülmez baÄŸ, SaÄŸlam kulp) adlı Ä°slâm âleminde anti-emperyalist eÄŸilimler doÄŸuran bir dergi yayımladılar (1884, 18 sayı).

ASRIN Ä°DRAKÄ° VE Ä°SLAM

Batı'da geliÅŸen teknolojinin gerisinde kalan Ä°slâm toplu­luklarının önce iktisadî, sonra siyasî ve içtimaî bozulmaya uÄŸramaları aydınların baÅŸlıca meselesi oldu. Bir kısım ay­dınlar hâlihazır Batı medeniyeti ve kültürünün tamamen taklit yolunu benimserken, Ä°slamcılar, Batının ilmini, tekno­lojisini nakletmek ve fakat manevî-kültürel deÄŸerlerde Ä°slâm kaynaklarına sadakati savundular. Müslümanların ge­rileme sebepleri arasında Ä°slâmiyet'ten uzaklaÅŸma ve Ä°slâmiyet'i yanlış anlamanın rolü üzerinde durdular. Cemâleddin Afganî'ye göre, Müslümanlar Ä°slâmiyet'i kaybetmiÅŸlerdir. Din yerine hurafeleri koymuÅŸ ve bunu Ä°slâmiyet olarak ad­landırmışlardır. Muhammed Abduh, Müslümanların bu durumdan kurtulabilmeleri için dinin asıl kaynağına, Kur'an ve sünnete dönmekten baÅŸka çare olmadığını belir­tir, Ä°slamcılar siyasî plânda da bütün Müslümanların siyasî bir birlik olmaları gerektiÄŸi görüşündedirler. Mehmed Âkif bu temel ilkeleri ÅŸiirlerinde ve yazılarında sürekli olarak iÅŸledi.

FÄ°KÄ°R VE MÃœCADELE

Ä°slâm birliÄŸinin savunucusu olan Mehmed Âkif, XIX. asrın ikinci yarısında baÅŸlayan Osmanlı Devleti içindeki Müslüman toplulukların ayrılıkçı hareketlerine karşı çıktı. 1908'den ve özellikle de Balkan Savaşı'ndan sonra Türk aydınlan arasında Türkçülük yaygınlaÅŸmaya baÅŸladı. Sebilürreşâd etrafın­da toplanan Ä°slamcılar, Ziya Gökalp gibi Türkçüleri Ä°slâmiyet'in men ettiÄŸi kavmiyetçilikle suçladılar. Ancak bir süre sonra Sebilürreşâd kadrosu da ikiye ayrıldı. Âkif bu dönemde Ä°slâmcılık görüşünü temellendirmek için âyet ve hadisleri yo­rumlayarak ÅŸiir ve nesirler ortaya koydu. Tercümeler yaptı. Tercümelerinin çoÄŸu Åžeyh Åžiblî, Ferid Vecdî, Abdülaziz ÇaviÅŸ ve Muhammed Abduh gibi çaÄŸdaÅŸ Ä°slâm düşünürlerindendir.

Mehmed Âkif, bu asrın başında hızla geliÅŸen birçok ola­yın içinde göründü. I. Dünya Savaşı'ndaki görevleri ve Millî Mücadele sırasındaki faaliyetleri dikkat çekicidir. Millî Mü­cadele'nin bütün Ä°slâm âleminin kurtuluÅŸuna hizmet edecek bir yönde geliÅŸeceÄŸine inanıyordu. Batı emperyalizmine karşı Türk milletinin verdiÄŸi savaÅŸ baÅŸarıya ulaşınca, diÄŸer Ä°slâm topluluklarının mücadeleleri için de adımlar atılabilecekti. Bu yüzden Millî Mücadele boyunca vatan sevgisi yanında, Ä°slâm birliÄŸi ülküsünü terennümden de geri kalmadı. Ancak, Millî Mücadele'nin sonunda hâkim olan eÄŸilimler bu umutla­rı tamamen yok etti. Savaşı verirken alem olan mukaddesler geride kalmış, Batı'nın belirlediÄŸi statüde yer almak kaygısı, devletin geleceÄŸine yön verenlerin tayin edici düşüncesi ol­muÅŸtur. Bu safhada, DoÄŸu dünyası bir Mecnun, Ä°slâm BirliÄŸi ideali de eriÅŸilmesi imkânsız bir Leylâ'dır artık. Âkif'in Nisan 1922'de yazdığı Leylâ ÅŸiirinde bu duygular kuvvetle iÅŸlenmiÅŸtir. Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı ve hatta Åžerif Hüse­yin'in çevresindeki Arapların Osmanlı Devleti'ne karşı ayak­lanmaları, Mehmed Âkif'in Ä°slâm birliÄŸine olan inancını sarsmamışken, Millî Mücadele sonrası Türkiye'nin durumu bü­tün ümitlerini kırdı. Yeni Türkiye Devleti idarecilerinin katı lâik, yer yer Ä°slâmiyet'e aykırı ve karşı görünen uygulamaları bu idealin ortamını yok etmiÅŸti. Bu durum Mehmed Âkif'i umutsuzluÄŸa ve bunalıma sevk etti. Bu dönemde çok az eser verebildi. Mısır'a yerleÅŸmesi ve burada sürdüğü vatandan uzak hayat tasavvufî eÄŸilimlerini ortaya çıkardı ve kuvvet­lendirdi.

ŞİİR VE SANATI

Mehmed Âkif, Türk ÅŸiirinin XX. yüzyıl baÅŸlarındaki geli­ÅŸim çizgisinde önemli bir yer tutar. Cenab Åžahabeddin, coÅŸ­kunlukla "Edebiyat tarihi, ÅŸimdiye kadar Büyük Âkif'ten da­ha büyük Ä°slâm ve Türk ÅŸairi tanımaz" derken, Mehmed Âkif'le ilgili bir monografisi olan Midhat Cemal Kuntay, Türk nazmının terkip kudretinin son noktasına Mehmed Âkif'in eliyle çıktığım söyler. Bütün edebiyat tarihçileri, Meh­med Âkif'in Türk nazmına getirdiÄŸi sesi, canlılığı, dil pürüz­lerinden arınmış sadeliÄŸi övmekte birleÅŸirler. Bu kanaat, Ä°slâm edebiyatının ortak vezni olan aruzu kullanmaktaki ustalığından doÄŸmaktadır. Bütün Ä°slâm ÅŸiirini bir âhenkte birleÅŸ­tiren aruz vezni, dokuz asırdır Türk ÅŸairleri tarafından da kullanılmaktaydı. Türkçede uzun hece olmaması yüzünden, bu veznin pürüzlerinden kurtulunamıyordu. Âkif'ledir ki bu vezin, günlük konuÅŸmaları, en tabiî ifadeleri rahatça verebi­lecek bir âlet haline gelir. Onunla en duygulu mısraları bü­yük bir ustalıkla meydana getiren ÅŸair, manzum hikâyelerin­de basit mahalle sözlüğünü de kullanarak tabiî konuÅŸma di­liyle uzun anlatımlara girmekten de geri kalmaz. Vaaz verir, nutuk çektirir, arzuhal yazar.

Mehmed Âkif'e göre sanat dava için, "Åžeriat" içindir. Åžiir­le düşünmeyi edebiyatımızda en ileri noktaya vardırmıştır. Toplum hayatında bir insanın ömrü boyunca başından ge­Ã§enleri ÅŸiirle anlatmak onun tutkusu gibidir. Bu yüzden ÅŸiir­leri Müslüman Türk halkının, özellikle de Ä°stanbul'un, belli bir dönemdeki günlüğü, "vekâyinamesi" daha yeni bir tabir­le "gazete"sidir. Yaptığı iÅŸin ÅŸuurunda olan Âkif, bu yüzden ÅŸiirlerini "Safahat" (safhalar, dönemler) baÅŸlığı altında topla­mıştır, denilebilir. 1908'den savaÅŸ yıllarına kadar olan ÅŸiirle­rinde, toplumun günlük hayatı Safahat'ın ilk kitaplarında ÅŸiirleÅŸtirilmiÅŸtir. Camiler, kahveler, sokaklar, meyhaneler... belli baÅŸlı mekânlardır. Hastalar, yetimler, dullar, yoksullar, idari bozukluklar bu mekânlar üzerinde tablo tablo objektif olarak tasvir edilmiÅŸtir. SavaÅŸ döneminde bu "günlük" te de mahiyet deÄŸiÅŸikliÄŸi hissedilir. Artık günlük hayatın olaÄŸanı olaÄŸanüstüne dönüşür. OlaÄŸanüstü bu safhada "destan"dır. Mehmed Âkif'in ÅŸiiri de destanlaşır. Bu destanın kahramanı yeni neslin temsilcisi "Âsım"ın ÅŸahsında bütün Müslüman gençlik ve Müslüman halktır. Mehmed Âkif Cumhuriyet'in ilânından sonra, devrimler döneminde günlük yazmaktan uzaklaşır. Çünkü dış, yönetim, onu savaÅŸ veremeyecek kadar tecrit eder. Bu dönemdeki ÅŸiirleri kendi ÅŸahsının günlüğü ola­rak kabul edilebilir.

Åžiiri bir tebliÄŸ vasıtası olarak kabul ettiÄŸi, düşüncesinin emrine verdiÄŸi için ÅŸairanelik kaygısı yoktur. Söz odun gibi de olsa dâvayı anlatmalıdır. Kendisi yüksek hayallerden ka­Ã§Ä±ndığını "âdi, basit ÅŸeyler"den bahsettiÄŸini ifade eder. EÅŸya­nın hakikatlerini hayal gücüyle deÄŸiÅŸtirip tabiatüstü bir ÅŸekle dönüştürmek yerine, her ÅŸeyi olduÄŸu gibi, göründüğü gibi tasvir ettiÄŸini söyler. "En fukara muhitlere gider, onları bir ressam gibi aynen tespit etmeye çalışırım" der,

...hayal ile yoktur benim alışverişim
İnan ki her ne demişsem görüp de söylemişim.

mısraları şiirdeki düsturunu, gerçekçilik anlayışını açıklıkla ifade eder.

Åžiirlerinin konuları, tasvirleri, karakterleri tamamen yerli­dir. Bu itibarla onu, geçen yüzyıllardaki "mahallileÅŸme" cere­yanının çağımızdaki bir temsilcisi olarak görmek de müm­kündür.

YaÅŸanan hayat ÅŸiirinin baÅŸlıca konularındandır. "Edebi­yatımızda onun kadar hayatı ÅŸiire ve ÅŸiiri hayata sokmuÅŸ ÅŸair yok­tur" (Sezai Karakoç). Gerçekçilik ve toplum hayatından kalkış, fikriyatıyla birleÅŸerek Ä°slamiyet'in cemaatçi cephesini ifadeye götürür. Bazılarınca natüralist, sosyal gerçekçi ve hatta sosyalist sayılan yaklaşımları bu çerçevede deÄŸerlen­dirilmelidir.

Âkif'in şiirini oluşturan âmiller şöyle sıralanabilir:

1. DoÄŸuÄ°slâm ÅŸiir kültürü. Bu, Divan ÅŸiirinde Sadi ve Mevlâna'da en güzel örneklerini bulduÄŸumuz ahlâkî manzum hikâyecilik anlayışına kadar varan çerçevede­dir.
2. Batı etkisi. Mehmed Âkif bu yönden, Batı sanat akımlarından realizme bağlıdır. Müsbet ilim tahsilinden gelen olaylara gerçekçi, objektif ve tahlilci bakış alışkanlığı da bu kategoride mütalâa edilmelidir.

3. Dinîtarihî çerçeve. Sıkıntılı günler yaÅŸayan devlet ve millet hayatının Ä°slâm ideali ile kucaklanmasından do­ÄŸan bir samimiyet bu çerçeveyi belirler.

Bütün eserinde bir imân ve isyan iradesi sembolü olarak beliren Âkif, I. Safahat'ında dış dünyanın tesirlerini anlatır. Bu eser bizim hayatımız ve cemiyetimizin ortaya konulduÄŸu bir laboratuar çalışması devresini belgeler. II. Safahat'ta ise, idealini Ä°slâm öğretisinin mekteplerinden, haberleÅŸme mih­raklarından camide bir öğreticinin aÄŸzından takrir ettirir. Bu kitapta yer alan fikirler onun tasavvur ettiÄŸi cemiyetin heye­canlı bir beyannamesi görünümündedir. Sonraki üç Safa­hat'ta dış dünyadan yola çıkarak kendi iç dünyasına kapanan, yine de bütün varlığıyla toplumunu kavrayıp sarsmaya yönelen çırpmışlar hissedilir. Âsım'da ise (6. kitap) bu çile döneminden çıkılmıştır. Åžair bu kitapta fiilî tezi ortaya koyar. Âsım'ın nesli'nin pırıl pırıl heyecanlı aktivitesinden umutlu­dur. Bu genç ülkü erleri, toplumu karanlığından; aydınları yanılgılarından sıyırıp, Ä°slâm toplumunu inançla yükseltecektir.

Ancak, toplum hayatındaki yeni cebrî oluÅŸum, bu gidiÅŸi durdurur. Âkif zirveden derinliÄŸe, iç bene iner. Bu yedinci ki­tapta (Gölgeler) ortaya konan tasavvufa varır. Toplum haya­tından ferdî tasavvufî hayata geçilmiÅŸtir. BaÅŸlangıçta böyle eÄŸilimleri olmayan ve Vahdeti vücud'a inanmayan Mehmed Âkif de yurdundan ayrıldıktan sonra tasavvufî ve Vahdeti vücud'cu görüşler belirir. Gece, Hicran ve Secde adlı ÅŸiirlerin­de tasavvufî deneylerin, arayışların ürpertileri hissedilir.

Mehmed Âkif, Gece şiirinin farklılığına dikkat çeken H. Basri Çantay'a "Benim asıl vadim bu idi. Ben şiirimi cemiyete faideli olsun diye yazdım" der.

Mehmed Âkif'in ÅŸiir dünyasındaki bütünlüğünü diÄŸer ça­lışmalarında da bulmak mümkündür. Sebilürreşâd'da yayım­ladığı edebiyat sohbetleri, âyet ve hadis açıklamaları yanında Millî Mücadele sırasında verdiÄŸi vaazlar da aynı doÄŸrultuda çalışmalardır. Tercümeleri bu çalışma ve tebliÄŸ hayatını bü­tünler.

TESÄ°RLERÄ°

Mehmed Âkif'in tesirleri çok yönlü ve kalıcı olmuÅŸtur. M. Cemal Kuntay, Tâhir Olgun (Tâhirü'l-Mevlevî). Osman Fahri, Neyzen Tevfik, A. Ulvi Kurucu Mehmed Âkif'i örnek alarak ÅŸiirler yazdılar. Ancak bu isimlerin Âkif'in çığırını tam manasıyla devam ettirdikleri söylenemez. Mehmed Âkif daha çok millî-Ä°slâmî düşüncenin remzi (sembolü) olarak kabul görerek geniÅŸ bir kitle üzerinde etkili olmuÅŸ¬tur. Ölümünden sonraki yıllarda bu tesir ve ilgi daha da ge¬niÅŸledi. Zamanla resmî kurumlar da Âkif'in edebiyatımızdaki yerini ve önemini kabul etmek zorunda kaldılar. Ölü¬münden 13 yıl sonra Ankara Belediyesi ÅŸairin bir süre kal¬dığı Tâceddin Dergâhı'nın bulunduÄŸu Demir taÅŸ sokağının adını "Mehmed Âkif Ersoy Sokağı" olarak deÄŸiÅŸtirdi (1949). Tâceddin Dergâh'ı da Hacettepe Ãœniversitesi tarafından onarılarak müze haline getirildi (1973). Türkiye Yazarlar BirliÄŸi 1978'den itibaren Ankara'da iken ikamet ettiÄŸi Tâ¬ceddin Dergâhı'nda anma toplantıları düzenledi. Bu ve benzer ve faaliyetlerin oluÅŸturduÄŸu kamuoyu baskısı ile ilk defa vefatının ellinci yılında resmî tören ve toplantılar yapıldı (1986). Böylece Ä°stiklâl Marşı Åžairi'nin resmiyet nezdindeki itibarı kısmen iade edildi.

ESERLERÄ°

Mehmed Âkif şiirlerini 7 kitap halinde yayımladı, ilkinin adı olan Safahat sonradan şiir külliyatına ad olarak verildi. Safahat'ı teşkil eden 7 kitap:

1. Safahat (1911) 1908-10 arası Sırât-ı müstakîm'de yayımlanan ÅŸiirlerinden dördü dışındakiler bu kitapta yer alır. Kitapta mevcut ÅŸiirler içtimaî hikâyeler (Küfe, Meyhane, Mahalle kahvesi), tarihî hikâyeler (Kocakarı ile Ömer, Dirvas) ve kendi hayatından kaynaklananlar (Hasta, Bebek-yahut hakkı karar, Seyfi Baba) ÅŸeklinde sınıflanabilir. Âkif'in ilk kitabı Servet-i fününcuların da dikkatini çekti. Celâl Sahir ile Hamdullah Suphi arasın­da tartışmalar oldu.

2. Süleymaniye kürsüsünde (1912). Kahramanı, Doğu Türklerinden Abdürreşid İbrahim Vaaz şeklinde tek şiir.

3. Hakkın sesleri (1913). 8 âyet ve 1 hadis açıklaması dışında pek hazin bir Mevlîd gecesi adlı şiir yer almaktadır.

4. Fâtih kürsüsünde (1914) Vaaz şeklinde tek şiir. Bu kitapta da İslâm dünyasının çeşitli meseleleri ele alınmıştır.

5. Hâtıralar (1917). 1913 başında Mısır ve Hicaz'a, 1914'te Berlin'e ve Necid'e yaptığı seyahatlerden izlenimler dı­ÅŸÄ±nda âyet ve hadis tefsirlerine yer verilmiÅŸtir.

6. Âsım (1924). Muhavereli bütün bir manzum hikâyedir.

KiÅŸiler: Hocazâde (Mehmed Âkif), Köse imam (Meh­med Âkif'in babasının talebelerinden Ali Åževki Ho­ca), Âsım (Ali Åževki Hoca'nın oÄŸlu). Emin (Âkif'in oÄŸlu). Mehmed Âkif, özlediÄŸi, yetiÅŸtiÄŸini veya yetiÅŸece­ÄŸini umduÄŸu yeni nesli Âsım'la sembolleÅŸtirir. Ça­nakkale ÅŸehitlerini tasvir ederken lirizmin ÅŸahikasına çıkar.

7. Gölgeler (Mısır, 1933). Daha önce dinî-didaktik şiirler yazan Âkif'in bu kitabında dinî-lirik şiirler önemli yer tutar.

Mehmed Âkif'in ÅŸiirleri ölümünden sonra Ömer Rıza DoÄŸrul tarafından Safahat adı altında tek kitap hâlinde ya­yımlanmıştır (1943). Daha önceki kitaplarında yer almayan bazı ÅŸiirleri de bu kitaba alınmıştır (bunlardan en önemlisi, ÅŸairin milletin malı olduÄŸu gerekçesiyle kitaplarında yer ver­mediÄŸi Ä°stiklâl Marşı'dır). 1943'ten beri sürekli basılan bu ki­tap 8. baskıdan itibaren M. E. DüzdaÄŸ tarafından yayıma ha­zırlanmış, 10. baskıdan (1975) itibaren bazı ÅŸiirler ilâve edil­miÅŸ, devrimlere aykırı görülerek çıkarılan veya deÄŸiÅŸtirilen bazı kısımları eski hâline getirilmiÅŸtir. Safahat, Türk yayın hayatında hiçbir kitaba nasib olmayan bir ilgiye mazhar ol­muÅŸ. Mehmed Âkif'in ölümünün ellinci yılından sonra (1986) telif haklarının sona ermesi dolayısıyla çok sayıda baskısı ya­pılmıştır.

Tercümeleri: Müslüman kadını (Ferid Vecdi'den, 1909), Hanoto'nun Ä°slâmiyet'e hücumuna karşı Åžeyh Muhammed Abduh'un müdafaası (1915), İçkinin hayât-ı beÅŸerde açtığı rahneler (Abdülaziz ÇaviÅŸ'ten, 1923), Anglikan kilisesine cevap (A. ÇaviÅŸ'ten, 1924, bir kısmı Hazreti Ali diyor ki -1959 ve Hazret-i Ali'nin bir devlet adamına emirnamesi- 1963 adlarıyla yayımlandı), Ä°slâm­laÅŸmak (S. Halim PaÅŸa'dan, 1919), Ä°slâm'da TeÅŸkilât-ı siyasîye (S. Halim PaÅŸa'dan, Sebilürreşâd'da tefrika, 1922), Kur'an tercüme­si (I. TBMM. Kur'an-ı Kerim'in tercüme edilmesi vazifesini Mehmed Âkif'e, tefsirini ise Elmalılı M. Hamdi'ye verdi. An­cak Mehmed Âkif sonradan bu iÅŸten "muvaffak olamayacağı" gerekçesiyle vazgeçti. DiÄŸer bir kanaate göre de tercümesinin Cumhuriyet hükümeti tarafından Kur'an yerine ibadette ikâ­me edilebileceÄŸi zannıyla metni teslim etmek istemedi. Câmiü'l-Ezher âlimlerinden Yozgatlı Ä°hsan Efendi'ye ölürse ya­kılmak kaydıyla bıraktı).

DiÄŸer eserleri: Kastamonu Nasrullah kürsüsünde (Millî Mü­cadele sırasında Nasrullah Camii'ndeki hitabesi, Elcezire Ku­mandanı Nihat PaÅŸa tarafından Diyarbekir matbaasında bas­tırıldı, 1921). Kur'an'dan âyet ve hadisler (Ö. Rıza DoÄŸrul tara­fından Sebilürreşâd'da çıkan sohbet ve makalelerden seçmeler, 1944). Mehmed Âkif'in çeÅŸitli makaleleri ölümünün ellin­ci yılı dolayısıyla toplanarak yayımlanmıştır (1987, hazırla­yanlar: Abdülkerim-Nuran AbdülkadiroÄŸlu) Mehmed Âkif, Peygamberimizin son haccını anlatmak için Hacceti'l-vedâ, Âsım'ın devamı olacak Ä°kinci Asım ve Selâhaddin Eyyubî ile ilgili bir piyes yazmayı da tasarlamıştı.

* sonraki bölüm Mehmet DoÄŸan'ın 'Camideki Åžair' kitabından alınmıştır

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.