Sosyal Medya

Güncel

Küresel siyasette Trump etkisi

İstanbul Şehir Üniversitesinde; Modern Türkiye Çalışmaları Merkezi, Diplomasi Kulübü, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü işbirliğiyle düzenlenen “Küreseli Tartışmak” isimli panel serisinin 34.sü geçtiğimiz hafta içerisinde, 20 Aralık Salı günü, yapıldı. Bu paneli ayrıca dikkat çekici kılan nokta ise, şüphesiz ki, ele alınacak konu başlığıydı: Küresel Siyasette Trump Etkisi ve Türkiye!



Zira yeni yıla iyiden iyiye yaklaÅŸtığımız ÅŸu günlerde ABD’nin yeni seçilmiÅŸ –ve sanıyorum ki tarihinin en spekülatif- baÅŸkanı Donald Trump da resmi olarak koltuÄŸu devralmaya gitgide yaklaşıyor. Hâliyle, dünyanın en büyük süper gücü olarak addedilen ve Türkiye ile iliÅŸkilerinde tarihinin en çalkantılı dönemlerinden birini yaÅŸayan ABD’nin başına bu sıradışı politik figürün geçmesinin neler getireceÄŸi, gündemin en büyük tartışma baÅŸlıkları arasında. Uluslararası basında ve medyada hemen her gün Trump’ın ve oluÅŸturduÄŸu yeni kabinenin dış politikada nasıl neticeler doÄŸuracağını konu edinen analizler yer alıyor. 

Böyle bir dönemde Trump’ın koltuÄŸu devralmasının küresel siyasete nasıl etki edeceÄŸini ele alan, son derece yetkin katılımcılara sahip böyle bir panelin yapılacak olması da doÄŸal olarak ilgi çekiciydi. Hatta ilgi çekici olmasının ötesinde bir ihtiyaca karşılık veriyordu. Ben de bu fırsatı kaçırmadım ve etkinliÄŸi baÅŸtan sona takip ettim. Söylenenlerden arda kalan notlarımı da konuyla ilgilenenlere buradan iletmek istedim. 

Dört Farklı Perspektiften Trump Etkisi 

Panelin moderatörü olan Yrd. Doç.Dr. Ä°smail Yaylacı Hocamız (Åžehir Ãœniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası Ä°liÅŸkiler Bölümü) kısa bir açılış konuÅŸması ile ilk adımı attı. Söyledikleri ÅŸu minvaldeydi: 

 “Dün gece (Rusya Büyükelçisi Karlov’a yapılan suikastin ve Berlin’deki tır saldırısının gerçekleÅŸtiÄŸi gece) insanlar, ‘Acaba 3. Dünya Savaşı mı baÅŸlayacak?’ sorularını her yerde tartışmaya baÅŸladı. Ankara, Berlin, Suriye derken zorlu ve dünyamız için tehlikeli bir sürece girdik. Böyle bir dönemde Donald Trump, ABD’nin Devlet BaÅŸkanı seçildi. Ömrü el verirse 4, sistem izin verirse belki 8 yıl baÅŸkanlık yapacak ve kendisinin ÅŸu an birçok geliÅŸmede kilit bir rolü var. Onun nasıl politikalar izleyeceÄŸi önemli ve belirleyici olacak.”

Ä°smail Hoca’nın konuÅŸmasının ardından dört konuÅŸmacı, her biri ayrı bir perspektiften Trump etkisini deÄŸerlendirmek üzere, konuÅŸmalarını yaptılar. En baÅŸtan derli toplu ÅŸekilde konuÅŸmacıların kimler olduÄŸunu ve sahip oldukları perspektifleri saymak gerekirse:

-          Ä°stanbul Medeniyet Ãœniversitesi Uluslararası Ä°liÅŸkiler Bölümünden Helin Sarı Ertem, ABD nezdinde ne ifade ettiÄŸi baÄŸlamında;

-          Beykent Ãœniversitesi Uluslararası Ä°liÅŸkiler Bölüm BaÅŸkanı ArmaÄŸan Gözkaman, ABD-Avrupa iliÅŸkileri baÄŸlamında;

-          Åžehir Ãœniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası Ä°liÅŸkiler Bölümünden Vügar Ä°manbeyli, ABD-Rusya iliÅŸkileri baÄŸlamında;

-          Al Sharq Forum AraÅŸtırma Direktörü Galip Dalay, Orta DoÄŸu ve Türkiye baÄŸlamında

Trump etkisini ele almak üzere panele katılım gösteriyorlardı.

“Post-Truth” Dönemin Kahramanı Trump’ın Seçilmesi Nelere Ä°ÅŸaret Ediyor?

Önce Helin Sarı Ertem sözü aldı ve “Trump kimdir”i kısaca hatırlatan bir video ile baÅŸladı. Akabinde “post-truth (gerçek sonrası)” kavramını refere ederek devam etti:

“Literatürümüze girmekte olan bu kavram, liderlerin söylemlerinin gerçeklerin önüne geçmesi ve bunların gerçek olup olmadığının umursanmaması durumunu anlatıyor. CumhurbaÅŸkanımızın dediÄŸi gibi “at itinin it izine karıştığı bir dönem” söylemi bu durumu iyi anlatıyor. Ben de genel duruma dair umutlu bir ÅŸeyler anlatmak isterdim ancak yaÅŸadığımız dönem, özellikle 2016 yılı, bize oldukça kötü bir dönemi gösterdi. 3. Dünya Savaşı’nın patlak vermemesini umuyoruz elbette, fakat bu olabilir. Kötüye hazırlıklı olmak artık gerçekçi olabilir. Trump da bu dönemin öne çıkan ve rahatsız eden figürlerinden biri.

Trump kendi gerçeÄŸini sunuyor bize. ZenginliÄŸe, kadınlara, göçmenlere dair söylemleri hep bunu gösteriyor. Bilhassa Amerikan toplumunda dedikleri bir karşılık buluyor. Amerikan Protestan ahlakında Trump’ın bilhassa zenginlik vurgusunun bir yeri var. Trump, WASP’a (White Anglo-saxon Protestant) hitap eden bir lider.

Öte yandan toplumun entelektüel kesimi ile WASP dediÄŸimiz tabanın beklentileri arasındaki makas ciddi ÅŸekilde açılmış durumunda. Trump’ın seçilmesi sonrasında Harvard’da hüngür hüngür aÄŸlayan hocaların varlığını biliyoruz. Gerçekten hüsran içerisindeler. Åžimdi toplumun bir kesimi, ekseriyetle entelektüel sınıf acı bir gerçekle yüzleÅŸiyor. Bir TV sunucusunun zikrettiÄŸi “Bu gerçek, cehennem deÄŸil… Bizim ülkemiz.” cümlesi bu durumu çok net ÅŸekilde ortaya koyuyor.

Toplumun mevcut acı gerçekle yüzleÅŸip dehÅŸete düşen kesimi “Trump benim baÅŸkanım deÄŸil!” sloganıyla sokaklara çıktı. Öte yandan Obama’yı da kendi temsilcisi, baÅŸkanı olarak görmeyen büyük bir kesim var. Adeta ülke ortadan ikiye bölünmüş bir toplum haline geldi.

Beyazların yüzde 58’i Trump’a oy vermiÅŸ. Bilhassa beyaz erkeklerin oy oranı çok yüksek, beyazların egemenliÄŸinin sona eriyor olmasına dair bir endiÅŸe öne çıkıyor. Beyaz erkeklerin bir isyanı var diyebiliriz. Bu da –zamanında Samuel Huntington’ın belirttiÄŸi gibi- artan bir siyahi ve Hispanik nüfusu olgusu mevcut ve bu artış kendisini Amerika’nın kurucu babası sayan WASP’ı gitgide daha fazla rahatsız ediyor. Bu zihniyeti anlamak için Huntington’ın eserlerinde“Biz kimiz?” sorusuna aradığı cevaplara bakılabilir. Yine ÅŸu an görebiliyoruz ki 19. yüzyıldaki ataları köleliÄŸin kaldırılmasına karşı mücadele etmiÅŸ olan kesimler de Trump’ı destekliyorlar. Aynı zamanda ciddi oranda iÅŸ kaygısı taşıyorlar. Bu da tetikleyici bir unsur oluyor. 1900’lü yılların başında Amerika’nın sembolü mahiyetinde bir resim olan Columbia, WASP’ın zihni arka planını bugün bize anlatabilecek bir simge.

Peki karakter olarak Trump’ı nasıl tanımlarız? Bazı peÅŸin yargılara sahip olsak da bunu zaman gösterecek. ÖrneÄŸin, Bill Clinton’ın yürüttüğü kampanya ile göreve geldikten sonraki uygulaması oldukça farklıydı.

Donald Trump’ın dünya tahayyülüne baktığımızda ABD’nin güneyini adeta tecavüzcüler, suçlular olarak gördüğü, dünyanın geri kalanını da terörist diye etiketlediÄŸi bir zihin haritası görülüyor. Ä°zolasyonist bir politikayı savunuyor, küreselleÅŸme karşıtı, ötekileÅŸtirici bir dünya algısı var. Özellikle Hispaniklere ve Müslümanlara karşı… Bu grupları Amerika’ya sonradan gelip orayı bozanlar olarak görüyor. Aynı zamanda “Let’s make America great again! (Hadi Amerika’yı tekrar harika yapalım!)” sloganına bakınca ülkesine dair bir zayıflık hissettiÄŸi görülebilir.

Trump, yapılan analizlere bakılınca, seçmeni doğrudan etkileyebilecek basit söylemlere sahip, detaylara hiç girmiyor.

Trump’ın yeni kabinesi, bir deÄŸerlendirme yapmak için çok önemli. Bu kabine “Group of White Moguls (Beyaz Patronlar Grubu)” adıyla anılıyor. Bugüne kadarki en varlıklı kabineyle karşı karşıyayız. Ayrıca radikal Ä°slam karşıtlığı vurgusunu sıkça yapan, komplolara inanan isimler mevcut ve bunların ciddi bir kısmı eski ordu mensupları. Bizim için en önemli isim ise Exxon CEO’su Rex Tillerson. Tillerson da Trump gibi bir iÅŸadamı, uluslararası yatırımları var ve Putin ile iyi iliÅŸkilere sahip. Bu noktada Trump ve Tillerson’ın ticari çıkarları ile ülke çıkarları arasında ikilem yaÅŸayıp yaÅŸamayacağı bir soru olarak ortada duruyor.

ABD’deki denge ve denetleme mekanizması, Trump’ı ne kadar frenleyebilecek sorusunun cevabını da zamanla bulacağız. Åžu an karar alma süreçlerindeki kritik kurumlar Cumhuriyetçilerin elinde ama bu önümüzdeki yıllarda deÄŸiÅŸebilir. Yine lobi gruplarının da etkisinin ne olacağını zamanla göreceÄŸiz, zira bunlar da fren ve denge mekanizmasında unutulmaması gereken unsurlar.

Türkiye açısından Trump yönetimiyle masaya yatırılacak öncelikli baÅŸlıklar; Kürt sorunu, Suriye ve Irak ile FETÖ olacak. Fethullah Gülen’in iadesi olur mu meselesi bir soru iÅŸareti ama en azından 1 yıl içerisinde olacağı düşünülmüyor. Suriye’de ise Esad’dan daha radikal gördükleri bir otoritenin varlıklarını sezerlerse Esad ile uzlaÅŸmaya gidebilecekleri düşünülüyor. PYD ile iliÅŸkileri de sürdüreceklerini öngörüyoruz; Türkiye’nin PKK ve PYD’yi birbirinden ayırmasına yönelik uÄŸraÅŸacaklarını bekleyebiliriz." 

Trump Amerikasının Atlantik’in Öteki Yakasıyla Ä°liÅŸkisi Nasıl Olacak?

Helin Hoca’nın ardından sözü Beykent Ãœniversitesi Uluslararası Ä°liÅŸkiler Bölüm BaÅŸkanı ArmaÄŸan Gözkaman sözü aldı ve Trump’ın Avrupa’da ortaya çıkardığı etkiye dair önemli analizler yaptı:

“Söylenebilecek çok ÅŸey var ama öncelikli olarak not düşülmesi gereken bir ÅŸey var ki Trump konusunda isabetli deÄŸerlendirmeler yapmak için en azından 1 yıl beklemek gerekli diye düşünüyorum. Çünkü Trump, rahatlıkla sözünden dönebilen biri. Bazı ipuçları var ve biz bunları takip etmeye çalışıyoruz ama kesin tespitler yapmak güç.

Trump, radikal çıkışları seven ve popülizm sayesinde oy devÅŸirmiÅŸ bir isim. Nigel Farage, Trump Towers’ın önünde poz veriyor (belli ki planlı bir ÅŸekilde); Marine Le Pen’in saÄŸ kolu olan kiÅŸi, Trump’a “kendi dünyalarının inÅŸa edildiÄŸini” belirten bir mesaj atıyor, Trump tüm teamülleri ezip Tayvan yönetimiyle doÄŸrudan iletiÅŸim kuruyor. Kabine seçimlerini hesaba kattığımızda da Trump’ın radikal hamleler yapabildiÄŸini görebiliyoruz. Züccaciye dükkanındaki bir fil gibi.

Trump’ın NATO konusundaki söylemleri de benzer bir niteliÄŸe sahip. NATO’nun ABD’ye olan yükünün fazlalığından bahsederken, “post-truth” olgusunu ispatlar ÅŸekilde, gerçekdışı seviyede oranlar zikrediyor. Bu yaklaşımın ABD’nin geleneksel NATO yaklaşımına da ters olduÄŸunu bu noktada ekleyebiliriz.

NATO, 2006 yılında bir deÄŸiÅŸikliÄŸe gitmek istedi. DeÄŸiÅŸen koÅŸullar sonrasında NATO üyesi ülkelerin her birinin kendi savunma bütçelerinin en azından %2’sine denk bir bütçeyi NATO’ya vermesi gerektiÄŸi belirtildi. Ancak o dönemden bu yana bunu yapan sadece 4 ülke oldu. Bu elbette ABD nezdinde bir tatminsizliÄŸin ortaya çıkmasına sebep oldu. Fakat NATO’nun meÅŸhur 5. Maddesi bu noktada devreye giriyor:

Bu maddeye göre, NATO üyesi ülkelerden birine yapılan saldırıyı diÄŸer üye ülkeler kendilerine yapılmış gibi kabul edip ona göre tepki vermeli. Fakat bunun ÅŸu ana kadar iÅŸletildiÄŸi tek yer, 11 Eylül olayları oldu. Hâliyle Avrupalılar da Trump tarzı söylemlere sahip olanlara yanıt olarak 11 Eylül sonrasında Avrupa ülkelerinin NATO sayesinde, nasıl ABD’nin yanında tutum aldığını hatırlatıyor.

Peki Avrupa ortak savunma konusunda tek başına baÅŸarılı olma potansiyeline sahip mi? GeçmiÅŸ tecrübelere baktığımızda bunun pek baÅŸarılı örnekleri yok. Ancak kendilerini AB’nin motor gücü olarak gören Fransa ve Almanya’nın bazı giriÅŸimlerde bulunduÄŸuna dair sinyaller var.

Sonuç olarak, Trump belli bir dinamizmi bizlere göstermesi sebebiyle Avrupa’nın kendi ortak savunmasını kurması hususunda itici bir etki yaptığını söyleyebiliriz.” 

Trump-Putin Arasındaki Sıcak Temas Hiçbir Şeyin Garantisi Değil

Türkiye’de Rusya üzerine çalışan en yetkin akademisyenlerden biri olan Vügar Ä°manbeyli, en çok merak edilen baÅŸlıklardan birine, Rusya-ABD iliÅŸkilerinin nasıl bir rotaya gireceÄŸine dair -iliÅŸkilerin tarihi baÄŸlamından yola çıkarak- güzel bir analiz yaptı:

“Åžu an Putin ve Trump arasında sıcak bir temasın olduÄŸu imajı varsa da iki ülkenin iliÅŸkilerinin doÄŸrudan bu iki kiÅŸiye baÄŸlı olduÄŸunu söylemek güç. Rusya dış politikası bugüne kadar hep öngörülemez olarak tanımlanırdı, Trump ile beraber ABD’nin de bu kategoriye girdiÄŸini söyleyebiliriz. Bu baÄŸlamda bir analiz yapmak için üç noktaya bakabiliriz: Ä°liÅŸkilerin mazisi, Trump’ın kabinesi, Amerikan-Rus iliÅŸkilerinin son 25 yıldaki seyri.

Ä°lk faktörden baÅŸlamak gerekirse, ABD ve Rusya iliÅŸkilerine dair bagaj bir hayli yüklü. Birkaç on yıl öncesine kadar karşı kutuplarda yer alan iki süper güçten ve nükleer güçten bahsediyoruz. AÅŸağı yukarı 200 yıl önce diplomatik iliÅŸkiler baÅŸlamış olsa dahi geçmiÅŸe göz attığımızda, Amerikan kamuoyunun genel olarak Rusya’ya bakışının pek olumlu olduÄŸunu göremiyoruz. Bir yandan da Amerikan siyasal sistemi ile Rus siyasal sistemi arasında büyük farklar var. Tarihi olarak bu farklılıklar ister istemez zihinlerde bazı ayrışmaları getiriyor.

Tabi sadece tarihi faktörler baÄŸlamındaki ayrışmalardan ötürü hiç olumlu yakınlaÅŸmalar olmadığı, her ÅŸeyin statik olduÄŸu söylenemez. Ä°lginçtir, son seçilen Amerikan baÅŸkanlarının her biri seçildikten sonra bir Rusya açılımına teÅŸebbüs etmiÅŸtir. Farklı baÄŸlamlarda da olsa her seferinde iliÅŸkilerde iyileÅŸme saÄŸlama umuduyla Amerikan baÅŸkanlarınca bazı giriÅŸimlerde bulunuldu. Obama’nın göreve geliÅŸinde de benzer ciddi giriÅŸimleri gördük. Trump ile birlikte yine aynı umut dalgası baÅŸladı. Bu sebeple Trump’ın ilk aylarının Putin ve Rusya ile iliÅŸkiler hususunda “cicim ayları” olacağı beklenebilir ancak ikili iliÅŸkilerde derinlemesine sorunlar mevcutken iÅŸin seyrinin daha sonra nasıl olacağı bir soru iÅŸareti. Not etmek gerekir ki ikili sorunların da birçoÄŸu güvenlikle alakalı meseleler. Ukrayna gibi, Alaska’daki sınır problemi gibi…

ABD-Rus ilişkilerinin Trump sonrası nasıl olacağına dair 3 senaryo mevcut:

Optimist senaryo: Trump ile alakalı Rus basınının sahip olduÄŸu olumlu yaklaşıma baktığımızda bir sinerjinin mevcut olduÄŸu söylenebilir. Fakat Putin’in kurmayı olan kiÅŸilerin yazılarına baktığımızda o denli yüksek bir sinerjinin hiç olmadığı da görülebilir. Amerika’yı tekrar büyük yapma söyleminin, Trump’ın kurduÄŸu kabinenin neler ifade ettiÄŸine ciddi ÅŸekilde temkinli yaklaşıyorlar.

Ä°liÅŸkiler olumlu geliÅŸebilse de ABD’nin Rusya’yı yanına çekip Çin’e karşı birlikte mücadele edebileceÄŸi beklentisinin de pek gerçekçi olmadığını yeri gelmiÅŸken not edebiliriz. Rusya-Çin iliÅŸkilerinin kuvveti geçmiÅŸe nazaran çok daha fazla.

Pesimist senaryo:  Mevcut sinerjinin bozulacağını ve iki ülke arasındaki mücadelenin süreceÄŸini  öngörüyor.

Realist senaryo: Pesimist senaryonun öngördüklerinin gerçekleşmeyebileceğini ancak yine de temkinli olunması ve olası bir çatışmaya hazırlıkların devam etmesi gerektiğini öngörüyor.

Putin ile yakın bir figür olan Rex Tillerson’ın ABD DışiÅŸleri Bakanlığına getirilme ihtimalini de masaya yatırmak gerekirse bunun doÄŸrudan bir olumlu bir gidiÅŸatı garanti edeceÄŸini söyleyemeyiz. Daha önceki Amerikan yönetimlerinde de Sovyetler uzmanı olan, Rusya’yı yakından bilen isimler vardı ancak bu figürler her zaman olumlu bir gidiÅŸata yol açmadı. “

Trump, Türkiye’nin Orta DoÄŸu Politikası Açısından Ä°yi Bir Haber Olmayabilir

Panelin son konuÅŸmacısı olarak sözü alan Al Sharq Forum AraÅŸtırma Direktörü Galip Dalay, Trump’ın Türkiye ve Orta DoÄŸu’ya getirebilecekleri konusunda ciddi uyarılarda bulundu:

“Türkiye medyasında Trump’ın seçilmesinin öncesi ve sonrasında ciddi bir optimizm vardı. Obama’ya yönelik hayal kırıklığı adeta Trump yanlısı yahut en kötü ihtimalle Trump’ı ehven-i ÅŸer olarak gören bir hava yarattı. Nihayetinde, kamuoyumuzda Trump’ın Clinton’dan daha iyi olduÄŸuna dair bir kabul mevcut. Bu kabul FETÖ, PYD meselelerine odaklanırken Cumhuriyetçilerin, Demokratlara kıyasla Türkiye’nin jeopolitiÄŸine daha fazla deÄŸer verdiÄŸi düşüncesine dayanıyor;  Cumhuriyetçilerin iç politikaya dair bazı meselelerde daha az karşı tavır ortaya koyan bir tutuma sahip olacağını umuyor. DoÄŸrusu, Demokrat baÅŸkanların genel olarak daha Avrupacı olduÄŸu ve Avrupa’nın Türkiye’nin iç politikasındaki bazı meselelerde hükümet aleyhinde bir tutum aldığı durumlarda daha fazla Avrupa ile beraber hareket ettiÄŸi okuması yanlış da deÄŸil. Trump, Clinton’a nazaran Türkiye’nin iç politik meselelerine yönelik söylem bazında daha az müdahale edici olacaktır.

FETÖ konusunda ise pek iyimser deÄŸilim. Trump yönetiminin bu konuda Türkiye’nin istediÄŸi tarzda hamleler yapacağına dair beklenti çok kuvvetli olmamalı.

PYD/YPG konusunda ise Türkiye tarafındaki beklentilerin ham olduÄŸunu söyleyebilirim. Trump izolasyonist bir imaj çiziyor olsa da dünya gerçekleri bakımından çok da izolasyonist olabileceÄŸini zannetmiyorum. Konjonktür buna müsaade etmeyecektir. Trump’ın dışlayıcı ve kimlikçi olması, terör meselesine takıntılı olan bir baÅŸkan olmasını saÄŸlıyor. Buna paralel olarak Suriye’de muhalefetin gitgide zemin kaybetmesi ve Trump’ın kabinesindeki asker üyelerin ağırlığı da bu baÄŸlamda hesaba katılması gereken faktörler. Hâliyle bu faktörlerin ve bilhassa kuvvetli askeri perspektifin mevcudiyetine bakıldığında ABD’nin PYD/YPG’den kolay kolay vazgeçmeyeceÄŸini söyleyebiliriz. Åžahsi beklentim ise Trump’ın en azından Obama yönetimi kadar PYD/YPG ile beraber hareket edeceÄŸidir.

Tabi Trump’ın ciddi bir ideolojik bagaja sahip bir baÅŸkan olmaması sebebiyle kesin tespitler ortaya koymanın zorluÄŸunu da hatırlatmak gerekir.

Orta DoÄŸu’daki diÄŸer meselelere bakınca da Türkiye’nin dış politikası açısından Trump yönetiminin pek olumlu bir seyir izleyeceÄŸini beklemek güç. Suriye konusunda Trump ne yaptı diye bakarsak Suriye muhalefetinden desteÄŸini çekeceÄŸini röportajda açıkça söyleyen, Halep meselesine dair birkaç cümleden fazla bir ÅŸey söylemeyen; Suriye’deki rejimle çalışabileceÄŸini ima eden bir profil görüyoruz.

Trump yönetiminin Türkiye dış politikasına daha yakın olacağının beklenebileceÄŸi bir nokta ise Ä°ran ile iliÅŸkiler olabilir. ABD ile Ä°ran arasında var olan yakınlaÅŸmanın aynı ÅŸekilde devam etmeyeceÄŸi, hatta ikili iliÅŸkilerde yaptırımların artabileceÄŸi öngörülebilir. Ä°ran kontrolündeki bazı Åžii milis gruplar terörist ilan edilebilir. Ancak Nükleer AnlaÅŸma’nın iptal olacağı bir raddeye varılacağını zannetmiyorum. Her ÅŸeyden önce bu çok taraflı bir anlaÅŸma.

Orta DoÄŸu’daki otokrasi karşıtı deÄŸiÅŸim dalgası açısındansa Trump da kabinesi de kötü haber. Flynn’in yazısından da anlayabileceÄŸimiz gibi Müslüman KardeÅŸler gibi hareketlere karşı ciddi bir tutum sahibiler ve bölgedeki otokratlar, deÄŸiÅŸim isteyen hareketlere karşı tercih edilebilir görülüyor. Tillerson’ın da seçilmiÅŸ olması da bu noktada önemli. Her ÅŸeye iÅŸadamı gözünden bakan bir CEO’dan bahsediyoruz ve yaptırımların gücüne inanmıyor. Bu durum Abdelfettah Sisi için de iyi bir haber, BeÅŸar Esad için de iyi bir haber.

Son olarak Ä°srail konusuna baktığımızda tablo net, burada Haaretz’in söylemini ödünç alabilirim: Trump’ın Ä°srail Büyükelçisi olarak atanan David Friedman’a kıyasla Benjamin Netanyahu bir solcu gibi kalıyor. Ayrıca Kudüs’ün baÅŸkent olarak tanınması ve BüyükelçiliÄŸin oraya taşınması vaadinin de gerçekleÅŸmesi muhtemel. Bütün bu sebeplerden ötürü Filistin sorununun önümüzdeki yıllarda derinleÅŸebileceÄŸini ve hatta yeni bir intifadaya gidecek bir sürecin önünün açılabileceÄŸini öngörebiliriz.

Körfez ülkeleri ile olan iliÅŸkiler hususunda ise bir ÅŸey söylemek için oldukça erken. Körfez ülkeleri, Trump yönetiminin Ä°ran politikasından memnun olabilecek gibi dururken Trump yönetiminin Körfez’i nasıl deÄŸerlendireceÄŸini önümüzdeki süreçte göreceÄŸiz. BildiÄŸimiz tek net husus, Körfez’in ABD’nin saÄŸladığı güvenlik ÅŸemsiyesine bir alternatifinin bulunmadığıdır. Amerikan yönetimi de bunun farkında.”

Panel katılımcılarının konuşmalarının akabinde soru-cevap kısmıyla program sona erdi.

Oldukça verimli geçen bu panel için de hem katılımcılara hem de organizasyonda büyük emeÄŸi geçen Modern Türkiye Çalışmaları Merkezine ve Muzaffer Åženel Hocamıza teÅŸekkürü borç bilirim. 

Not: Ben, Åžehir Ãœniversitesindeki bu panele dair yazıyı toparlayana kadar, 24 Aralık Cumartesi günü bir önemli etkinliÄŸe daha katılmış bulundum: Bilim Sanat Vakfının her sene, yıl sonunda tertip ettiÄŸi “Türk Dış Politikası Paneli”. Bu panelde de nitelikli konuÅŸmacılar, oldukça önemli noktalara deÄŸindiler. Tüm söylenenlere deÄŸinmek ayrı bir yazı yazmayı gerektirse de bu yazımızın konusu olan Trump etkisine dair o panelde söylenenleri de kısaca not etmek yazıyı zenginleÅŸtirir diye düşündüm. SETA Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Talha Köse’nin bu mesele baÄŸlamında deÄŸindiÄŸi birkaç noktayı ekleyerek yazıyı bitireyim: 

 

-          Liberal politikaya dair küresel çapta bir güven düşüşü yaÅŸanıyor ancak bu Trump’ın seçilmesi ile birlikte tavan yapmış durumda.

-          Obama döneminde Orta DoÄŸu ve bilhassa Türkiye, ABD’nin bu bölgeye dair politikalarına dair en ikiyüzlü dönemlerinden birini yaÅŸadı. Trump’ın seçilmesine verilen tepkileri bu açıdan da okumak lazım.

-          Orta DoÄŸu’da ABD’den arda kalan bir güç boÅŸluÄŸunun olduÄŸu aÅŸikar ve Rusya bunu doldurmuÅŸ durumda. Trump ile Putin bu durumda uzlaÅŸmaya varabilir lakin bu uzlaÅŸmanın Türkiye’ye neler getireceÄŸi meçhul. Böyle bir uzlaÅŸma, Türkiye’nin alanını daraltabilir. 

DENÄ°Z BARAN - DÃœNYA BÃœLTENÄ°

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.