Sosyal Medya

Güncel

Anglo-Amerikan düzeninin sonu

Anglo-Amerikan düzeninin sembolü olan Thatcher-Reagan partnerliği, May-Trump ikilisiyle tersinden ve trajik bir şekilde tekerrür ediyor



2016 yılı, küresel düzen için yakın tarihin en sarsıcı senelerinden biri olarak hatırlanacak. 2000’lerin henüz başında 11 Eylül saldırısının patlak vermesi, takip eden yıllarda yeryüzünün farklı yerlerinde yaÅŸanacak politik kırılmaların habercisi olduysa da 2016’nın en belirgin farklılığı, “küresel oyuncu” rolünü addettiÄŸimiz aktörler arasındaki denge ve iliÅŸkilerdeki altüst oluÅŸun son derece net hâle geliÅŸiydi. Belki de gelecek on yıllarda çocuklarımız veya torunlarımız 2016’yı dünyanın yeni bir döneme giriÅŸinin milâdı olarak anacak.

BelirttiÄŸim duruma örnek olarak sayılabilecek birçok hadise var olmakla (baÅŸta yanı başımızda, sınırlarımızın öte yanında oluk oluk akan kan…) birlikte, Brexit ile baÅŸlayan ve Donald Trump’ın ABD BaÅŸkanı seçilmesiyle bir tsunamiye dönüşen politik dalganın “Batı dünyası” dediÄŸimiz Atlantik’in iki yakasını sarsması, üzerine ayrıca not düşülmesi gereken bir mesele olarak önümüzde duruyor. Çünkü Brexit’e raÄŸmen gidiÅŸatı izleyici konumunda kalan ve temkinli duruÅŸunu koruyan birçokları, Trump’ın zaferi sonrasında dillendirmekten endiÅŸelendikleri gerçeÄŸi sık sık ortaya koymaya baÅŸladılar: 2. Dünya Savaşı sonrası temelleri atılan ve bir daha hiç yıkılmayacakmışçasına saÄŸlam bir ÅŸekilde bina edildiÄŸini düşündükleri “düzen” ağır hasar almış durumdaydı ve hasarın çok yakın gelecekte daha da büyüyeceÄŸi artık apaçık bir gerçekti. (Hasarın ne ölçüde büyüyeceÄŸini belirleyecek olan seçimlere dair Ã§evirimi buraya not etmek gerekir

Bugünün “modern Batı medeniyetinin” yani Atlantik’in iki yakasıyla beraber Japonya ve Avustralya’yı da içine alan kuÅŸağın harcı olan ve bu kuÅŸak dışında kalan nice coÄŸrafyayı da kültürel nüfuzu altına alan ABD ve Britanya’daki politik kırılmaların neler getirip neler götüreceÄŸi henüz pek net olmasa da bu kırılmaların, düzenin doÄŸrudan temelinde yaÅŸanan kırılmalar olduÄŸu hususunda hemen herkes hemfikir. Çünkü 2. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’yı dizayn eden ve Batılı deÄŸerler diye andığımız kültürel atmosferi oluÅŸturan baÅŸat faktörün doÄŸrudan “Anglo-Amerikan hattı” olduÄŸu herkesin malumu. Bu sebeple Trump’ın zaferinden bu yana “Batı düzeni sona mı eriyor? NATO’nun sonu gözüktü mü? Avrupa kendi savunma yapısını dizayn etmeye baÅŸlamalı mı? Rusya’nın tekrar bir güç kutbu olarak sahneye dönüşünün Avrupa’nın doÄŸusunda yol açtığı çözülmeler ne raddeye varacak? Okyanus aşırı ticaret anlaÅŸmalarını çöpe mi atacağız?” gibi “büyük soruları” konu edinen sayısız yazı kaleme alındı, sayısız yayın yapıldı, sayısız uzman fikri alındı… (Bunların bir kısmını da Dünya Bülteni’nin SeçilmiÅŸ Yazılar bölümünde bulabilirsiniz.)

“Anglo-Amerikan Düzenin Sonu” baÅŸlıklı bu yazı da zincire eklenmiÅŸ bir halka…

Yaklaşık 10 gün önce New York Times’da yayımlanmış olan bu yazıyı ele almadan önce “bunca analizin üstüne bir yazıyı daha alıntılamak ne kadar gerekli, yeni olan ne var?” diye kendime sormuÅŸ olsam da iki sebepten ötürü bu yazıyı pas geçmek istemedim: Birincisi, yazarın ünlü Hollandalı tarihçi Ian Buruma olmasıydı. 2008 yılında Erasmus Ödülü’ne layık görülen Buruma, 2010 yılında da Foreign Policy Dergisi’nin, dünya çapında en önemli 100 düşünür arasında gösterdiÄŸi bir tarihçi. Avrupa tarihi konusundaki eserleri ve 2. Dünya Savaşı sonrası düzenin doÄŸum sancıları arasında geçirdiÄŸi gençliÄŸinden beslenen belleÄŸi onu önemli kılmakla beraber çalışmalarını ABD’de yürütmesi dolayısıyla Atlantik’in iki kıyısını da iyi biliyor olması, onun bakış açısını özel kılıyor.

Ä°kinci sebep ise –çarpıcı baÅŸlığıyla ortaya koyduÄŸu üzere- yazının kendi tezini net ÅŸekilde ortaya koyması ve tercihindeki arka planı derli toplu okuyucuya sunmasıydı.

ABD ve Ä°ngiltere’de Politik Trendin KesiÅŸimi

Ian Buruma’nın yazısı Donald Trump-Nigel Farage arasındaki sıcak iliÅŸkiyi anarak baÅŸlıyor. Hatırlanacağı üzere Farage, Ä°ngiltere’nin Avrupa BirliÄŸi’nden ayrılışını öngören Brexit kampının temel bileÅŸeni denebilecek UKIP’in (BirleÅŸik Krallık Bağımsızlık Partisi) Genel BaÅŸkanı(ydı). Sene içerisinde Trump, Farage’ın Brexit performansını büyük takdirle karşılamış, bu jeste karşılık Trump’ın baÅŸkanlık zaferini ilk kutlayan Avrupalı politik lider de Farage olmuÅŸtu. 

Buruma, Trump-Farage arasındaki sıcak iliÅŸkiyi hatırlatan alıntılarla girizgâhı yapsa da burada belirtmeye deÄŸer noktanın, Buruma’nın, Brexit ve Trump(izm) arasında baÄŸ kuranlara itiraz etmiÅŸ olanların yanılgısına yaptığı vurgu olduÄŸunu düşünüyorum. Cümle biraz karışık geldiyse şöyle izah edeyim: Ä°ngiltere’de kaydadeÄŸer bazı çevreler, Brexit ile Trump’ın yükseliÅŸinin özdeÅŸleÅŸtirilmesini doÄŸru bulmayıp iki fenomen arasında çok farklı arka planların mevcut olduÄŸunu belirtmekteydi. Belki de kendileri açısından iyimser bir ton tutturmaya çalışıyorlardı. Ä°ÅŸin tuhafı, ABD’de de benzer bir bakış açısı mevcuttu; kimileri Trump’ı öne çıkaran faktörlerin Brexit’in arkasındaki saiklerle kıyaslanmaması gerektiÄŸini ortaya koyuyordu. Trump’ı geçici bir fenomen, Brexit’i ise çok daha kökü saÄŸlam bir mesele olarak görüyorlardı fakat neticede öyle olmadı. Ä°ÅŸte Buruma, bugün geldiÄŸimiz noktada yolların nasıl kesiÅŸtiÄŸini göstererek bu çift taraflı itirazların geçerliliÄŸini yitirdiÄŸini ima ediyor. Brexit ve Trumpizm denen ÅŸey farklı arka planlardan neÅŸet etmiÅŸ olsa da bugün önemli ortak noktalarının var olduÄŸunu belirtiyor. ÖrneÄŸin, ABD’deki kadar gündeme gelmediÄŸi için (belki de açık açık Meksikalıları ve Müslümanları ülkeden kovmayı zikredecek pervasızlıkta bir lider henüz ortaya çıkmadığından ötürü) pek fark edilmese de Ä°ngiltere’de de yabancı işçilere duyulan nefret yükseliÅŸteymiÅŸ. Yine iki ülkede de –henüz sınırları tam çizilemese de- kenara itilecek halk kesimlerini parantez içine alan bir “gerçek vatandaÅŸlık” retoriÄŸi oluÅŸmaya baÅŸlamış. En önemlisi de merkez saÄŸ denebilecek siyasi hareketler, iki ülkede de, yeni akımın tesiri altında deÄŸiÅŸime uÄŸramakta. Yazıda belirtilmese de ABD yönetiminin üst kademelerinde ciddi bir hesaplaÅŸmanın yaÅŸandığı ve “ÅŸahin” retoriÄŸe sahip birçok ismin yetkilerle donatıldığı malum. Ä°ngiltere cephesinde ise baÅŸlarda Brexit karşıtı tarafta konumlanmış olan yeni BaÅŸbakan Theresa May’in Brexit’e ve “Faragegillere” daha çok ayak uyduran bir siyaset gütmeye çalışması dikkat çekici. 

“Onların BaÅŸarısı EndiÅŸe Verici, Çünkü…”

Çünkü diyor Buruma, Anglo-Amerikan hattındaki bu yeni akım doÄŸrudan Anglo-Amerikan istisnailiÄŸini (exceptionalism) hedef alıyor. 2. Dünya Savaşı sonrasında ÅŸekillenmiÅŸ olan istisnai konumu…

Esasında Buruma’nın yazısının büyük kısmı, Anglo-Amerikan istisnailiÄŸi olarak akademik literatürden de aÅŸina olduÄŸumu “hâl”in nasıl oluÅŸtuÄŸu, neler getirdiÄŸi ve nasıl hızla aşındığını anlatıyor. BaÅŸlıktaki tez de böylece vücut buluyor. Ben ise bu uzun içeriÄŸin sadece bazı kısımlarına deÄŸineceÄŸim. DeÄŸineceÄŸim kısımların ihtiva ettiÄŸi bazı kavramların/tanımlamaların, tartışmanın çerçevesinin çizilmesi açısından önemli olduÄŸunu düşünüyorum. 

Bunlardan ilki, Buruma’nın sonu geliyor dediÄŸi müesses düzene “Pax Americana” adını vermesi. Daha doÄŸrusu: BirleÅŸmiÅŸ Avrupa’nın eÅŸlik ettiÄŸi Pax Americana… Benim, yazının en başında transatlantik hattı olarak andığım hattın bu ÅŸekilde anılması mühim, zira “pax” denmek suretiyle küresel düzenin “Amerikan barışı” çatısı altında ÅŸekillenmesine iÅŸaret ediliyor. Tarihte “pax” ile oluÅŸturulan her öbek, bir barışı hatırlatması açısından olumlu bir imaj oluÅŸturmakla beraber, aynı zamanda, bir hegemonyanın da ifadesidir. 

Buruma’ya göre “BirleÅŸmiÅŸ Avrupa”nın eÅŸlik ettiÄŸi Pax Americana, demokratik dünyanın güvenliÄŸini saÄŸlamak misyonunu taşımaktaydı. Bu düzenin anahtar kelimeleri: ticaret sınırlarının kalkması, insanların özgürleÅŸmesi, sosyal refah ve küresel iÅŸbirliÄŸiydi. Gerçekten de AB’nin sac ayaklarını sıralayan herhangi bir metinde bu anahtar kelimeleri görür durumdayız. Her ne kadar bu düzenin bir tarafında birleÅŸmiÅŸ Avrupa kavramının mücessem hâli AB’yi görsek de Buruma’ya göre düzenin dizaynı Anglo-Amerikan dünyadaki liberal bir konsensüs ile yapılmıştı. Hatta konsensüsün Anglo kısmı (yani Ä°ngiltere) junior partner iken asıl aktör Amerikan kısmıydı. Böyle olmuÅŸtu çünkü mevcut düzen, 2. Dünya Savaşı’nın galiplerince ve Nazizm-faÅŸizm karşıtlığı ile yoÄŸrulmuÅŸ bir ÅŸekilde dizayn edilmiÅŸti. SoÄŸuk SavaÅŸ ise bu dizaynı daha da hayati bir hâle getirerek kökleÅŸtirmiÅŸ ve kalıcı bir atmosfer yaratmıştı. Bu atmosferin nasıl kavramsallaÅŸtırıldığına birazdan geleceÄŸim. 

Nihayetinde, yazarın anlattıklarından dolaylı olarak çıkan ÅŸu ki bugün Ä°ngiltere’nin Brexit ile ayrılmaya çalıştığı AB’nin de ABD’nin üzerine bolca ÅŸerh düşmeye baÅŸladığı NATO’nun da içine oturduÄŸu baÄŸlam, 2. Dünya Savaşı sonrası bizzat Anglo-Amerikan dizaynının ortaya çıkardığı baÄŸlamdır. Buruma’nın deyimiyle AB, 1945’in küllerinden doÄŸmuÅŸtur. Bu sebeple ABD ve Ä°ngiltere’deki yeni yönetimlerin AB (ve yazar zikretmese de NATO vb. aynı sürecin meyvesi olan kurumlara) karşıtı bir tutum takınması 70 yıllık bir tarihi süreçle çeliÅŸmekte, önemli bir kırılma noktasını teÅŸkil etmektedir. 

Yazıdaki ikinci önemli nokta ise “Anglo-Amerikan düzeni” diye tabir ettiÄŸimiz düzene temel karakterini veren “Anglosakson özgürlüğü (liberties)” vurgusu. Buruma’ya göre, günümüzde Batı dünyasının üzerinde esen “özgürlük rüzgârları” esas olarak Anglosakson gelenekten kaynaklanıyor. Bu geleneÄŸin kökeni ise 19. yüzyıla uzanıyor. Yani dolaylı olarak anlamamız gereken mesaj ÅŸu: 

Anglosakson (hâliyle Anglo-Amerikan) hat, özgürlükler hususunda zaten Kıta Avrupası’ndan farklı idi. Bunun temel sebebi, kimi zaman acımasız olsa dahi görece herkese açık ve yükselme ÅŸansı veren kapitalist düzendi (burada verilen Benjamin Disraeli örneÄŸi güzel bir örnek, Kıta Avrupası’nda Yahudilerin yönetimde söz sahibi olması gibi bir ÅŸey tahayyül edilemezken 19. yüzyıl Ä°ngilteresinde Yahudi asıllı bir BaÅŸbakan olmuÅŸtu). Yazarın tam deyimiyle, “Birçok Batılı ülkeye kıyasla Ä°ngiltere’de ve ABD’de bireysel ekonomik özgürlükler, eÅŸitlik idelinden çok daha saÄŸlam bir zemine oturtulmuÅŸtur.” 

2. Dünya Savaşı’nın asıl galipleri, hâliyle, kendilerinde var olan karakteri, dizayn ettikleri küresel sisteme de yansıtmıştı… Thatcher-Reagan ikilisi de Anglo-Amerikan dizaynının (nam-ı diÄŸer neoliberal düzenin) Batılı düzende ortaya çıkardığı devrimin icrasındaki sembol isimler hâline gelmiÅŸti. Hatta bu karakter zamanla öylesine kökleÅŸmiÅŸti ki, tüm Avrupa’yı etkisi altına almakla kalmayıp ABD’den nefret eden toplumların nezdinde dahi sosyal ve kültürel bir üstünlük kurar hâle gelmiÅŸti. Bkz. Sovyetler BirliÄŸi-pop müzik iliÅŸkisi.

Neoliberal Düzenin Komplikasyonları 

Buruma yazının herhangi bir yerinde böyle bir kavramsallaÅŸtırma yapmasa da sonucun baÄŸlandığı noktadan benim çıkarımım bu oldu: ABD’nin, görece küçük partneri Ä°ngiltere ile baÅŸ baÅŸa verip temellerini attığı, zaman içerisinde “Anglosfer”in (yine Buruma’nın kullandığı bir kavram: Anglosphere- Anglosakson atmosfer) Avrupa’ya yayılmasıyla “kendi arasında birleÅŸerek sisteme eklemlenen Avrupa” tasarısının gerçekleÅŸtiÄŸi ve kültürel olarak da tüm dünyaya nüfuz eden neoliberal düzen, öngördüğü mülkiyet dağılımı modelinin gerçekleÅŸmesini saÄŸlayamadığı için bugün uçurumun kıyısına gelmiÅŸ durumda ve Trump-Brexit fenomenleri bu duruma iÅŸaret eden, birbiriyle baÄŸlantılı olan önemli meseleler. EÄŸer bu fenomenler arasındaki baÄŸlantı kavranamazsa ortaya çıkacak yeni geliÅŸmeleri kestirmek güç olacak. Buruma bunu kendi ülkesinden bir örnekle açıklıyor: 

Kıta Avrupasında “Anglosfer”in en çok etkisi altına aldığı ülke olan Hollanda, neredeyse sınırsız özgürlüklerin kalesi olarak anılırken bugün Geert Wilders gibi ırkçı bir isim iktidara ulaÅŸmak üzere. 

Peki Buruma’nın metnine göre öngörülüp de gerçekleÅŸmeyen mülkiyet dağılım modeli neydi? Kısa bir ÅŸekilde, mülkiyetin “yukarıdan aÅŸağıya doÄŸru damlaması/akması” tabirini kullanıyor. Yaklaşımına göre bu dağılım öngörülen ölçüde olmayınca sistem sert bir çöküş yaÅŸayıp nihayetinde tıkandı. Reagan-Thatcher devrimine Avrupa’nın ayak uydurmasıyla pekiÅŸtiÄŸi düşünülen düzen bir yandan büyük dengesizliklere yol açtı, belli sınıflar-ÅŸehirler gitgide fakirleÅŸti ve biriken hüsran 2008 kriziyle su yüzüne çıktı. 

Halk Yöneticilerini Değiştirmekle Ne Umuyor?

Åžu ana kadar anlatılanlar, güzel bir örgüyle sunulmuÅŸ olmasının yanında üç aÅŸağı beÅŸ yukarı gördüğümüz, iÅŸitttiÄŸimiz, okuduÄŸumuz ÅŸeylerdi diyebiliriz. Cevabı verilmesi zor olan soru ise ÅŸu: Evet, halk(lar)ın nelerden muzdarip olup nereye faturaya kestikleri aÅŸikar. Ama yeni seçimleri onlara umduklarını getirecek mi? Soruna tepki duyarken çözümü mü seçtiler gerçekten? 

Sanıyorum bunların net cevabını zaman gösterecek ancak yeni seçimlerle oluÅŸan tablonun da pek parlak göründüğü söylenemez. Buruma da Trump’ın ya da Brexit’in insanlara istediklerini veremeyeceÄŸini, insanları daha müreffeh kılmayacağını düşünenlerden. Durumu şöyle açıklıyor: Ä°nsanlar en azından ülkelerinin daha temiz ve daha haysiyetli bir hayat sunduÄŸu bir geçmiÅŸe dair zihinlerindeki tasavvuru taşıyor ve yansıtıyorlar.  

Anglo-Amerikan düzeninin sembolü olan Thatcher-Reagan partnerliÄŸi ise May-Trump ikilisiyle tersinden ve trajik bir ÅŸekilde tekerrür ediyor…

Peki bu, ABD-Ä°ngiltere “istisnailiÄŸinin” sonu anlamına mı geliyor? Galiba öyle. 

Bu cevabı verdikten sonra da ilgi çekici bir not düşüyor Buruma: Kaybolan umudun son parçası Angela Merkel olabilir. Ä°ÅŸ, küçükken nefret ettiÄŸim ülke olarak kodladığım Almanya’nın liderine kaldı…

Deniz Baran - Dünya Bülteni

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.