Türkiye'de Ä°slâmcılık denince akla ilk gelen isimlerden biri, Marmara Ãœniversitesi Ä°lâhiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ä°smail Kara'dır. Ä°lki 1986'da çıkan, üç ciltlik "Türkiye'de Ä°slâmcılık Düşüncesi" baÅŸlıklı antolojinin sahibi olan Kara, çok sayıda kitaba ve makâleye de imza attı. Kara, ilk cildini 2008 yılında yayımladığı ‘’Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Mesele olarak Ä°slâm’’ baÅŸlıklı kitabının ikinci bölümünü de geçtiÄŸimiz günlerde yayımladı. Kitabın ikinci bölümünün baÅŸlıkları, “Türk usûlü laiklik”, “Türkiye’de din eÄŸitimi var mı?” ve “Dini yayıncılık ve dini fikriyatın merhaleleri”… Kara ile kitaplarından yola çıkarak Türkiye’de Ä°slâm’ın devlet nezdinde hâlâ bir mesele olup olmadığını, Türkiye’de Ä°slâmi bir yükseliÅŸ olup olmadığını ve ‘’Yeni Selefilik’’ akımını konuÅŸtuk.
‘’Taraflar meseleyi derinleÅŸtiriyor’’
‘’Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Mesele olarak Ä°slâm’’ baÅŸlıklı kitabınızın ikinci cildini geçtiÄŸimiz günlerde yayımladınız. Kitaplarınızdan hareketle mülâkata ÅŸu soru ile baÅŸlasam: Türkiye’de Ä°slâmi referansları kuvvetli bir siyasi parti, 14 senedir iktidar. Sizce, Ä°slâm artık bir mesele olmaktan çıktı mı? Ya da çıkma sürecinde mi?
Bunu, dua kabul edelim. KeÅŸke mesele o kadar sade ve kolay olsa. Türkiye’de Ä°slâm’ın bir mesele haline geliÅŸinin aktörleri arasında dün ve bugün Müslümanlar, dini gruplar ve Ä°slâmcılar var, siyasi merkez olarak Ankara ve Cumhuriyet ideolojisi var, uluslararası çevreler var. Bunların hepsi kendi öncelikleri istikametinde bu mesele ile ilgileniyor veya uÄŸraşıyor. Çok partili hayata geçildiÄŸi andan itibaren bazı iyileÅŸtirmeler var, bugün de var, ama benim baktığım yerden mesele çözülmekten ziyade derinleÅŸiyor. Özellikle din merkezli kutuplaÅŸmaların artması mânâsında… KutuplaÅŸmaların arttığı bir ortamda çözüme doÄŸru iyileÅŸmeden bahsedilebilir mi? Bugünün ÅŸartlarında din meselesini tartışma konusu olmaktan çıkaramazsınız, ama sert kutuplaÅŸmalara sebebiyet veren bir alan olmaktan çıkarabilirsiniz. Türkiye bunu mutlaka yapmalıdır, baÅŸka türlü demokrasi ve laiklik dahil hiçbir sahada sıhhatli yol alamayacağız.
Åžimdi tarih kesiti olarak Cumhuriyet Türkiyesi ile sınırlı kalacaksak eÄŸer, Ä°slâm’ın bir mesele haline geliÅŸi Cumhuriyet ideolojisinin Ä°slâm’ı paranteze alması ile baÅŸlıyor. Cumhuriyet ideolojisi aslında Ä°slâm’ı tamamen terketmiyor, dışlamıyor. Fakat bunu olabildiÄŸince en alt seviyeye indiriyor, kontrol altına alıyor, bazen kendisi için kullanıyor, istismar ediyor. Kontrolün bir ileri aÅŸaması baskı, biçimsizleÅŸtirme demek, bunu da yapıyor. Gerekçe güya tehdidi, irticayı ortadan kaldırmak, din istismarını önlemek, hatta gerçek dini anlatmak. Fakat, en önemli husus 1924’ten itibaren Ä°slâm’ın paranteze alınması bence. Ben ÅŸunu da söylüyorum: Ä°slâm’ın bir mesele haline geliÅŸi Cumhuriyet ile de baÅŸlamış deÄŸil. Osmanlı modernleÅŸmesi ile baÅŸlıyor, fakat Cumhuriyet devrinde kontrol, baskı, biçimsizleÅŸtirme artıyor. Geliyoruz bugünlere.
İsmail Kara'nın son kitabı
Türkiye’de şöyle bir açmaz var ve bu konuda mesafe kat edemedik. Ä°slâm ve din Türkiye’den soyutlanamaz. Bunu herkes bir ÅŸekilde biliyor gibi. Onun için bizde, dün de bugün de modernleÅŸme ile dindarlaÅŸma içiçe gidiyor. Fakat hangi seviyede? Türkiye’yi taşıyabilecek bir düzeyde mi? Tercihlerini modernleÅŸmeden yana yapmış olanlar, dinin geriletici bir fonksiyonu olduÄŸunu düşünüyor ve reform istiyor, dinin ÅŸahsileÅŸtirilmesini, vicdana hapsedilmesini talep ediyor. Bu batıdan gelmiÅŸ ve karşılık bulmuÅŸ kuvvetli bir fikir. Bir ucu aydınlanma felsefesine, diÄŸer ucu modern bilim anlayışına ve pozitivizme çıkıyor. Kapitalizmi de unutmayalım. Dini kendi tabii ÅŸartlarında bıraktığınız zaman, modernleÅŸme süreci, yani bu uçların hepsi aksayabilir, zayıflayabilir diye düşünüyorlar. Ä°ÅŸte, ‘’din terakkiye mânidir” sloganı buralardan çıkıyor. Dini kontrol ve baskı altına aldığınız zaman da açık veya örtük dini taleplerle karşılaşıyorsunuz. Bu sefer farklı kademelerde din merkezli muhalif unsurlar boy veriyor. Fikren ve fiilen… Çünkü, dinin ve dindarlığın kendi tabiatı ve ÅŸartları var. Ä°tirazlar, muhalif çıkışlar baÅŸlıyor. Bu çift taraflı, belki çok taraflı bir problem ve bu problem çok yönlü olarak devam ediyor. Bu mesele ülkemizde üst düzeyde anlaşılmış, üst düzeyde çözülmüş deÄŸil. Palyatif tedbirlerle idare ediyor, günü kurtarıyoruz.
‘’LaikliÄŸi destekleyen din eÄŸitimi anlayışı kuvvetleniyor’’
Åžu anda Ä°slâmi referansları güçlü bir ÅŸekilde dile getiren, devlete hâkim olan bir siyasi merkez var. Hatta, bugün artık iyi bir liseye yerleÅŸmek için ortaokul öğrencileri, iyi bir fen ve matematik bilgisi yanında din bilgisi de bilmek zorunda. Okullara Siyer, Kur'an-ı Kerim dersleri konuldu. EÄŸitimden örneklendiriyorum, zira yeni toplumu ÅŸekillendirme aracı olarak en güçlü araç eÄŸitim. Tüm bunlar artık Ä°slâm’ı bir mesele olarak görmekten çıkıldığına iÅŸaret etmiyor mu?
Ä°yileÅŸmeler varsa görmezden gelmeyelim ama sorunuzun cevabı hayırdır. Bu sadece bir partinin, bir iktidarın, bir iki sorunun, bir iki dersin iÅŸi deÄŸil, en azından benim açımdan deÄŸil. Kitabımın ikinci cildinin ikinci bölümü, din eÄŸitimi ve laiklik konularına ayrılmıştır. Burada din derslerini, imam hatip liselerini, ilahiyat fakültelerini, Müslüman kolejlerini ele alıyor ve tartışıyorum. Türkiye’de kutuplaÅŸma, din meselelerini tartışma biçimini ve muhtevayı da tayin ettiÄŸi için esasa, derin meseleye gelemiyoruz. Esası ÅŸu ki; Türkiye’de teknik mânâda din eÄŸitimi yoktur. Türkiye’de laik sistem içerisinde bir din eÄŸitimi vardır. Onun için baÅŸlıklarımdan biri ‘’Ä°lahiyat fakülteleri dini kurumlar mı, laik kurumlar mı?’’ Diyanet de öyle… Åžimdi siz, din dersi baÅŸlığını görüp bunu bütünüyle dini bir ÅŸey, Ä°slâm’ın yükseliÅŸi olarak anlarsanız veya imam hatipleri, ilahiyat fakültelerini dinin, Ä°slamiyet’in kendi ÅŸartlarına uygun bir eÄŸitim diye görürseniz Türkiye’de zaten hiçbir ÅŸeyi yerinde ve ağırlığında tartışamayız. Çok partili hayata geçildiÄŸi andan itibaren Ä°slâmlaÅŸma yeniden baÅŸlıyor, iÅŸin tabiatı gereÄŸi canlanıyor, yükseliyor. Ama bunu, “Türkiye’de din eÄŸitimi yükseliyor” ÅŸeklinde verirsek, bu iÅŸin bir tarafını görmemek mânâsına gelir. Türkiye’de yükselen, laiklik eksenindeki bir din eÄŸitiminin yükseliÅŸidir. Hatta biraz tahrik edici ifade ile söyleyeyim, laikliÄŸi destekleyen bir din eÄŸitimi anlayışı Türkiye’de kuvvetleniyor. Elbette, Türkiye’nin kültürel tabiatı dolayısıyla dindarlığı da, belki normalleÅŸmeyi de destekliyor bu eÄŸitim.
Türkiye’de Ä°slâm’ın yükseliÅŸi yok mu?
Elbette var. DemokratikleÅŸme en alt düzeyde bile kalsa, o toplumun tabiatını canlandırır, baskılanmış olan unsurları daha çok canlandırır. Tek parti kadroları bunu bildikleri için birçok Halk Partili ve Falih Rıfkı gibi gazeteciler, “Demokrasi irticanın geri dönüşüdür” diyorlardı. Åžimdi nereden baktığınıza baÄŸlı olarak deÄŸiÅŸmekle beraber, bir yükseliÅŸ var. Fakat bunun, “Türkiye elden gidiyor, ÅŸeriat geliyor” ÅŸeklinde bir feverana dönüşmesinin reel zemini yok. Bu normalleÅŸmeyi boÄŸmaya dönük uyarılmış ve tahrik edilmiÅŸ bir feveran. Hep olageldi. Diyorum ki; burası Müslüman bir ülke, burada Ä°slâm’ın yükseliÅŸi olabilir. Bunu kıyamet kopuyor ÅŸeklinde ifade etmek bilgisizliÄŸe, ideolojik tarafgirliÄŸe dayanıyor. Psikolojik bölünmüşlüğe, karşı kutuplara yerleÅŸmiÅŸ olmaya dayanıyor. Ayrıca, Türkiye’de dindarlaÅŸma, modernleÅŸme ile birlikte geliÅŸip yükseliyor. Zina yasağını kaldırmak dahil AB normlarını en fazla AK Parti iktidarı Türkiye’ye getirdi, öyle deÄŸil mi?
Çok partili hayatla birlikte Ä°slâm yeniden canlanmaya baÅŸladı. Bu aynı zamanda dünyanın ve Türkiye’nin gidiÅŸi ile de alâkalı elbette. YükseliÅŸi etkileyici unsur teke indirgenemez. Ayrıca, Ä°slâm’ın yükseliÅŸi demek, tek tip, tek taraflı deÄŸil, aynı zamanda demokrasiye, hatta laikliÄŸe katılma demek. Başörtüsü meselesi sadece Ä°slâm’ın yükseliÅŸine deÄŸil, mütedeyyin ailelerin kız çocuklarının resmi eÄŸitim sisteminin bütün kademelerine katılması, oraya entegre olması demek. Meselâ, darbeler ile dini hareketler arasındaki iliÅŸkilere baktığımızda da bunu görüyoruz. Darbelerin dikkat edilmesi gereken dönüm noktaları olduÄŸunu ısrarla söylüyorum. Darbelerin Türkiye’de din meselesi ile çok taraflı olarak ciddi bir ÅŸekilde ilgilendiÄŸini görüyoruz. Dini açıdan bakarsanız menfi mi, müsbet mi acaba? Türkiye’de sol çevreler, '12 Eylül Ä°slâmcı politikalar yürüttü' diyor ve burada bitiriyor. Bu kadar fukaraca bir deÄŸerlendirme olmaz. Bu kadar tek taraflı ve dar bakış açısıyla bu meseleler konuÅŸulamaz. 12 Eylül, Türkiye’deki Ä°slâmi hareketleri aynı zamanda farklı bir ÅŸekilde baskı ve kontrol altına alan, dönüştüren, biçimsizleÅŸtiren olumsuz bir etki yaptı.
Nasıl dönüştürdü?
Cumhuriyet ideolojisinin ve idaresinin başından beri bildiÄŸi iki ÅŸey var. Birincisi, Ä°slâm ve Müslümanlık bütünüyle dışarıda tutulamaz. Paranteze alma meselesi bu. Ä°kincisi, Ä°slâm’ın mutlaka sisteme entegre edilmesi ve dönüştürülmesi lâzım. Åžimdi bugün de dahil olmak üzere bu iki durum iç içe cereyan ediyor.
Dolayısıyla, bir yerden yükselme ve destek olarak görebileceÄŸiniz ÅŸeye, aynı zamanda dönüşmeye baÄŸlı olarak olumsuz anlam da yükleyebilirsiniz. Bu sisteme dahil olmayı geniÅŸletirseniz, uluslararası sistemin içine dahil olmak da diyebilirsiniz. Burada soru ÅŸu: Sistemin içine dahil olmuÅŸ Ä°slâmi bir fikir, söylem ve hareket tehlike midir, yoksa sistem için avantaj mı? Meselâ, imam hatiplerin resmi eÄŸitim süreçleri içinde sayılarının artması, hatta bölgeyi etkileyecek ÅŸekilde çoÄŸalması, sisteme dahil olmak açısından müspet mi, menfi mi? Ä°ktisadi faaliyetlere, sermaye hareketlerine, ÅŸirketleÅŸmeye, bankacılığa katılma -ki bu faaliyetlere Ä°slâmcı kimlikleri ile katılıyorlar- sistem açısından müspet mi, menfi mi? DoÄŸrudan doÄŸruya siyasi faaliyetlere katılma, siyasi parti kurma, iktidara ortak olma, demokrasiyi savunma bütünüyle sistem içinde yer almayı gerektirir mi, gerektirmez mi? Bütün Cumhuriyet tarihi boyunca bu iliÅŸkiler birbirinin içine giriyor ve çıkıyor. Benim bütün itirazım, ister siyasi merkez tarafından bakın, ister dini merkez tarafından bakın, olup biten ÅŸeyleri tek tip açıklama seviyesine düşürmektir. Bunu hem doÄŸru bulmuyorum, hem Türkiye’deki bölünmenin, kutuplaÅŸmanın artması mânâsında da tehlikeli görüyorum.
Fotoğraf:Al Jazeera Türk
"Herkes din üzerinden kutuplaşmayı artırmak için çaba sarfediyor"
Bu kutuplaşma, siyasi merkezlerin işine geliyor tespitleri de yapılıyor. Katılır mısınız bu tespite?
Diyelim ki, siyasetçiler ve siyasi merkez daha kolay yönetebilmek ve kendi tarafına çekmek için kutuplaÅŸmayı artırıyor. Ben bunu hiçbir ÅŸekilde onaylamam ama siyasetçi yapar diyelim. Peki, üniversitelere ne oluyor? Fikir ve sanat adamlarına ne oluyor? Güya kamu görevi yaptığını söyleyen basına ne oluyor? Bunlar niçin siyaset dilinin üstüne çıkamıyor ve kutuplaÅŸmayı artırıyor? Bu sorunun arkasından ÅŸu geliyor: Bizi, din merkezli kutuplaÅŸmadan kim kurtaracak? Bütün bu unsurların, hususen aydınların kutuplaÅŸmayı azaltmak, meseleleri daha vasıflı bir ÅŸekilde anlamak ve yorumlamak için havuza katkı vermesi lâzım, deÄŸil mi? Halbuki herkes din üzerinden kutuplaÅŸmayı artırtmak için çaba sarfediyor. Bu çok riskli bir durum. Ben, “Türkiye’de din ile alâkalı olmayan hiçbir mesele yoktur’’ sözünü, bir baÅŸlangıç sözü haline getirmeye çalışıyorum. Bunun için din meselesine herkesin kendi inancı, öncelikleri, mesleÄŸi ve meÅŸrebi ile irtibatlı olarak fakat mesuliyetli bakması gerekir. Bu konuda hepimizin fikirlerinin aynı olması gerekmez, zaten bu mümkün de deÄŸil. Ama çözüm arayışı havuzuna müsbet girdiler verebilir, tenkit kapıları sonuna kadar açık olmakla beraber yapıcı olabiliriz.
‘‘Yerli ve Milli Ä°slâm’’ kavramı için ne düşünüyorsunuz?
Ben yerliliÄŸi ve milliliÄŸi önemseyen biriyim ama bu ifade 1930’lardan beri siyasi konjonktürle alâkalı ve slogan düzeyinde bir ÅŸeydir. Dinde reform meselesini de hatırlatır. Ä°kinci ciltte bununla ilgili uzun bir kısım var. Buna dikkat etmek lâzım.
Bunun bir derinliği olduğunu düşünmüyor musunuz?
Halkta bir karşılığının olduÄŸuna şüphe yok. Bunun bir kültürel arka planı da var ama bu onu siyasi konjonktürel ve sloganik bir ÅŸey olmaktan çıkarmaz. Dolayısıyla, ikisini birlikte ele almak lâzım. Anıtkabirin mimarisiyle ilgili yazdığım bir yazının baÅŸlığı ÅŸudur: ‘’Türkiye’de milli olan, dini olan deÄŸilse nedir?’’ Türkiye’de milli olan ÅŸeyle dini olan ÅŸeyi birbirinden ayırmak o kadar kolay deÄŸil. Dini olmadığı zaman milli de olamıyor. Cumhuriyet ideolojisi ve radikal Ä°slâmcılık bunu ayırmaya çalıştı, çalışıyor. Milli ve dini unsurların iç içeliÄŸini ciddi bir mesele olarak görmek lâzım. Türkiye’de din ile devlet de kültürel olarak ayrı deÄŸil, bunlar birbirlerini tamamlar. Tarihten ve kültürden geliyor bunlar. Teorik olarak ayırabilirsiniz ama kültürel olarak ayırmak mümkün deÄŸil. Bu yüzden Türkiye’de hiç bir yetkili, 'Türk devletinin dini yoktur’' cümlesini talaffuz etmedi, edemiyor diyorum, solda da saÄŸda da.
“Türkiye’de ‘yeni SelefiliÄŸin’ milli savunucu damarları da var”
Suriye savaşı ile birlikte Türkiye’de Selefi akımların güçlendiÄŸine dair yorumlar da var, bu görüşe katılır mısınız?
Hayır. Burada da bilgisizlikle, uyarılmışlık birbirini besliyor. Türkiye’de XIX. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren ‘’yeni SelefiliÄŸin’’ damarları ve savunucuları var. Meselâ, Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı, imam hatip okulları, ilahiyat fakülteleri ‘’yeni Selefi’’ din anlayışına çok yakındır ve bunlar aynı zamanda millidir ve esas itibariyle devlet tarafındadır. Pek dikkat edilmeyen bir hususa da iÅŸaret edelim. Batıcıların, Cumhuriyet ideolojisinin ve sol, Kemalist kesimin din anlayışı da yeni SelefiliÄŸe hayli yakındır; kaynaklara dönüşü o da savunur, hurafe ve bâtıl inançlara karşı durması da Ä°slâm tarihini ve halk Müslümanlığını tasfiye ile alâkalıdır. 28 Åžubat sürecinde ve sonrasında YaÅŸar Nuri Öztürk baÅŸta olmak üzere Kur’an Ä°slamını savunan medyatik hocaların ulusalcılar ve kısmen sol nezdinde hayli kabul görmesinin bir sebebi de budur. Ä°kinci cildin bir bölümü olan “Türk Usûlü Laiklik”in kendini tekke, türbe, mezarlık, okuma-üfleme, tesbih-takke karşıtlığı üzerinden konumlandırmasının arkasında bu da vardır.
Yeni Selefilik’le Cumhuriyet ideolojisini birbirine çok yakınlaÅŸtırmadınız mı?
O zaman biraz uzaklaştıralım. Yeni Selefiler kendi anlayışlarına göre daha dini bir anlayışa ve yaşama tarzına, daha dini bir siyasi yapıya sahip olmak istiyorlar, Batıcılar ve Cumhuriyetçiler ise daha laik bir din ve toplum anlayışına ulaşmak peşindeler. Ama bu önemli amaç farklılığı başlangıç cümlelerinin ve mantıklarının birbirine çok yakın olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.
Onun için Türkiye’deki ‘’yeni Selefi’’ din anlayışına baÄŸlı bir çok insan, grup hatta kurumlar -radikal Ä°slâmcılık kanadındaki ÅŸu anda çok zayıflayan unsurlar hariç- aslında millidir, yerlidir ve devlete baÄŸlıdır. Arap Baharı’ndan sonra ‘’Yeni Selefilik’’ denildiÄŸi zaman, insanlar bomba ve silahı hatırlıyorlar. Yeni Selefilik buna indirgenemez, hele Türkiye’de hiç indirgenemez. Burada IŞİD adlandırmasının ve bulaşıklığının hatırlattığı hemen hiçbir tablo yoktur. Tam tersine bunlar aslında o tabloların ortaya çıkmaması istikametinde fonksiyon icra eden kurumlardır.
‘’Yeni SelefiliÄŸi’’ biraz daha açabilir misiniz?
Hep söylüyorum, ‘’yeni Selefilik’’ bütünlüğü olan bir din anlayışı ve yorumudur. Bu din yorumu, Kur’an’a ve Sünnet’e, asr-ı saadete dayanmayı ve dönmeyi öngörür. Yer yer veya bütünüyle bozulmuÅŸ veya sapmış olduÄŸunu düşündüğü için Ä°slâm tarihini, geleneÄŸi, geleneksel din anlayışlarını tasfiye etmeyi benimser. Yeni bir bilgi ve yeni bir yaÅŸama uslûbu, yeni bir ahlâk anlayışı teklif eder. Bu aktif bir yaÅŸama ve ahlâk anlayışıdır. Siyasî ve sosyal talepleri vardır. Sesi gürdür ve talepkârdır. Burada modern ihtiyaçları karşılayacak bir din yorumuna doÄŸru akan unsurlar da var. Ä°nsanlar buna dikkat etmiyorlar ama ‘’yeni selefi’’ hareketlerde aynı zamanda modern bir damar da vardır. Bilgi, anlayış ve yaÅŸama uslubu itibariyle bizi ana kaynaklara ve asr-ı saadete çekiyorlar ama bugüne geldikleri zaman aynı zamanda modern bir ihtiyaçlar manzumesine yorumlar getirme arayışları var. Dilleri büyük ölçüde modern, yer yer sol jargona yakındır. Dikkatli bir göz, bu tür hareketlerdeki muhalif damarlar kadar uyum istikametinde iÅŸleyen kanalları da görecektir.
“15 Temmuz, dini bilginin ve düşüncenin akışını etkileyecek”
“Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Mesele olarak Ä°slâm’’ baÅŸlıklı kitabınızın ikinci cildinin sonuç bölümünde darbeler konusuna deÄŸinirken, parantez içinde ‘’15 Temmuz hâdisesi ne tarafa çekilirse çekilsin, esas tahribat yaptığı alan dini alandır ve katlanarak devam edecek iç yarılmalara sebebiyet vermesi itibariyle bugüne kadar olanların en ciddisidir’’ diyorsunuz. Nedir tam olarak kastettiÄŸiniz?
Åžunu söylemek istiyorum; bugüne kadar olan askeri müdahalelerin doÄŸrudan doÄŸruya din ile bir baÄŸlantısı yoktu. Din istismarı ya da irtica meÅŸrulaÅŸtırma maddelerinden biriydi. 15 Temmuz’da karşı karşıya kaldığımız hâdisenin daha ne olduÄŸunu tam olarak bilmiyoruz. Ä°sterseniz, ben tam olarak bilmiyorum diyeyim, çünkü herkes bilmiÅŸ ve anlamış gibi konuÅŸuyor. 2012-2013 yılından bu yana, beni daha ziyade ilgilendiren husus, cemaat ile siyasi merkez arasındaki tartışma ve mücadele üzerinden dini alanda ortaya çıkan ve taraflarla sınırlı kalmayan, ileride de kalmayacak olan yeni, ciddi ve derin problemlerdir. GeniÅŸ mânâsıyla dini problemler… Bu konuda henüz önem atfedeceÄŸim seviyede ciddi ve derin bir arayış ve fikir oluÅŸmuÅŸ deÄŸil. Benim yoÄŸunlaÅŸtığım konu, Türkiye’de din-siyaset iliÅŸkileri, Türkiye’deki Ä°slâm meselesi önümüzdeki yıllarda bu hâdiseden nasıl ve ne ölçüde etkilenecek? Ben, burada siyasi merkezin, aydınların, meslektaÅŸlarımın gördüğünden çok daha fazla derin bir problem ve kriz alanı görüyorum. Bu hâdise doÄŸrudan doÄŸruya Türkiye’deki din alanını, dini grupları, cemaat ve tarikatları, bunların siyasi merkezle ve toplumla iliÅŸkilerini, karşılıklı güvenlerini ve Türkiye’deki dini bilginin, dini düşüncenin akışını ciddi olarak etkileyecek. Bu, beni çok meÅŸgul ediyor ve kaygılandırıyor. Uzak ve yakın tarihi tecrübeleri, saÄŸlama aracı olarak kullandığımda durum fevkalâde sıkıntılı gözüküyor. Ä°nÅŸallah ben yanılırım.
“Cemaat’i bu hâle Ankara getirdi”
Tam olarak ne tür sıkıntılar görüyorsunuz?
Çok yönlü. Cemaat’i bu hale Ankara getirdi, AK Parti de dâhil olmak üzere. Åžunu hatırlatıyorum, 12 Eylül ihtilali ile birlikte Cemaat, Ä°zmir Bölgesi’nden Türkiye’ye açılmaya baÅŸladı. Bunun miladı 12 Eylül’dür. Nasıl oluyor da, 12 Eylül paÅŸaları ve sonra peÅŸinden gelenler, Özal, Demirel, Erdal Ä°nönü, Ecevit, Mesut Yılmaz, Erbakan, Çiller ve Bahçeli iktidarları, 28 Åžubat ve son olarak AK Parti, bu süreci en ufak bir ÅŸekilde yavaÅŸlatmıyorlar, tam tersine destekliyorlar ve azmanlaÅŸtırıyorlar? 1990’lardan sonra buna bir de uluslararası unsur eklendi. 1992’den sonra Ankara devreden çıkmadan yabancı unsurlar da devreye girdi. Cemaatin yurtdışına açılmasını, Rusya’nın kısmen boÅŸalttığı Türki Cumhuriyetlere ve Balkanlara sevkedilmesini Ankara da destekledi, hatta dış unsurlarla ortaklaÅŸa da olsa yönetti. Bu 2010’a, 2013’e kadar da devam etti. Åžimdi hâdise bütünüyle dışsallaÅŸtırılarak ele alınıyor. Siyaset böyle okuyabilir. Siyaset vatandaÅŸa en kolay nasıl anlatılacak ve toplum nasıl ikna edilecekse o anlatma biçimini tercih eder. Siyasetin anlatma biçimine fazla itiraz etmeyebilir, hatta toplum psikolojisi açısından bunu doÄŸru da görebiliriz ama biz meseleyi böyle ele almak, bu düzeyde, bununla sınırlı olarak anlamak zorunda mıyız? Sadece bu çerçevede anlarsak bir ÅŸey anlamış olur muyuz? Biraz daha açılarımızı ve deÄŸiÅŸkenlerimizi geniÅŸletmeliyiz. Benim uÄŸraÅŸtığım ÅŸey; siyasi merkezle cemaat ve tarikatların iliÅŸkilerini merkeze alarak bu hâdise bu güne nasıl böyle geldi, bunu kimler saÄŸladı ve bunun dini alanda ortaya çıkardığı, çıkaracağı problemler. Nasıl oldu da, dün çok büyük imkan olarak gözüken bir hâdise, bugün en büyük tehlike haline dönüştü. Türkiye bunu kendine nasıl yaptı? NurculuÄŸun içinden gelen, yeni unsurlar kazanan bir cemaat, bu hâle nasıl geldi? Bizim, birilerinin bunları bütün teferruatıyla tartışmamız ve anlamamız lâzım. Türkiye, henüz bu meseleyi soÄŸukkanlı bir ÅŸekilde tartışmaya baÅŸlamadı bence. Ä°nÅŸallah baÅŸlar diye ümit edelim.
Gülen örgütü üzerinden ÅŸekillenen “Cemaat” algısı, Türkiye’deki diÄŸer cemaat ve tarikatların siyasi merkez ile iliÅŸkisini sizce nasıl etkiler?
Ben bunu 2012’de söyledim; bu bizi her bakımdan güvensiz bir alana götürüyor diye. Sadece dini bakımdan deÄŸil birçok bakımdan. Åžimdi burada iki canlı soru var. Birincisi, diÄŸer cemaat ve tarikatlara doÄŸrudan veya dolaylı müdahaleler olur mu? Buna kimse olamaz diyemez, olabilir. Diyanet’in şûra sonuç bildirgesi iÅŸlerin nerelere uzanabileceÄŸinin iÅŸaretlerini verdi bence. (15 Temmuz darbe giriÅŸimi ardından 3-4 AÄŸustos 2016'da Ankara'da toplanan OlaÄŸanüstü Din Åžurası Sonuç Bilgirgesi metnine ulaÅŸmak için:http://webdosya.diyanet.gov.tr/anasayfa/UserFiles/Document/TextDocs/d1b7...) Bundan daha önemli olarak ÅŸunu söylüyorum: Cemaatler ve tarikatlar kendi üzerlerinde bugün dünden daha fazla Demokles’in kılıcını hissediyorlar mı? Çünkü bu, bazı yeni biçimsizliklere ve bozulmalara kaynaklık edebilir. Cemaatler, bizim böyle bir derdimiz yok diyorlar. Kısmen doÄŸruyu söylediklerini varsaysak bile hâdisenin tamamının böyle olmadığı kanaatindeyim.
Bu konuda Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı’nın cemaat ve tarikatlarla görüşmeler yaptığına dair haberler geliyor. Yakın veya orta vadede cemaatlerin ve tarikatların ‘’yer üstüne’’ çıkmasını, yasal anlamda görünür olmalarını mümkün görüyor musunuz?
Uzak bir ihtimâl, olabilir. Çünkü, bu Ä°slâm’ı parantezden çıkartmak mânâsına gelir ki, uyarılmış operasyonlar hariç, Türkiye ne siyasi olarak ne de entellektüel olarak böyle bir yöneliÅŸe ve güce sahip deÄŸil. Olursa, zorlanmış bir erken doÄŸum olabilir.
Bahsettiğiniz parantezi kapatmak, mevcut güçlü siyasi merkeze ve onun liderine nasip olamaz mı?
Hissiyat olarak olabilir gibi gözükebilir. Bence, bu parantezi kaldırmak veya açmak sadece konjonktürel, kişisel, hatta siyasi merkezin tek başına yapabileceği bir şey değil. Bu bir çok şeyi gerektirir. Yeni bir Türkiye ve dünya değerlendirmesi demek bu. Siyaset risk alır ama riski ve belirsizliği sevmez. Pratik ve pragmatik olmak mesleklerinin gereğidir. İlim adamlarının, aydınların, sanatçıların bu konudaki görevleri daha fazla ve yoğun olmalı. Türkiye bunu sağlayamadı, sağlayamıyor. Siyasetle ilim, fikir ve sanat arasındaki ilişkiler oldum olası karşılıklı güvensizlik ve dışlama ilişkisi şeklinde oldu. Böyle devam edilemez. Parantez meselesi için de bunun bir yerden kırılması ve meslek ve meşrepler arasındaki geçişkenliklerin artırılması lâzım. Türkiye yine zor bir dönemden geçiyor, geçecek. İlke düzeyinde anlaştığımız hususları çoğaltmak şart. Bu ilke aşağıya doğru indiği zaman birçok problemi hepimizin razı olacağı şekilde çözebilir. Tersi doğru değil, ihtilaf ve kutuplaşmadan, anlaşacağımız ilkelere varmak imkansız, belki çok zor.
Kaynak: Al Jazeera
Henüz yorum yapılmamış.