Sosyal Medya

Kültür Sanat

Mehmed Akif'in son günleri - Beşir Ayvazoğlu

Perşembe yazımda Mehmed Âkif’in Kahire’de Abbas Halim Paşa’yı kaybettikten sonraki ruh halinden söz etmiştim. Muhtemelen kendi hastalığının ilk belirtilerini de o sıralarda hissetmeye başlamış, sonunda doktorların tavsiyesine uyarak hava değişimi amacıyla Cebel-i Lübnan’a gitmişti. Ne var ki, 1935 Temmuz’unda yaptığı bu seyahat işe yaramadı.



Dostlarına zaman zaman Mısır’da artık çok sıkıldığını ve memleketinden uzakta ölmekten korktuÄŸunu söyleyen Âkif, esasen PaÅŸa’nın vefatından sonra buralarda duramayacağını anlamış, yavaÅŸ yavaÅŸ “pılıyı pırtıyı toplamaya” baÅŸlamıştı. Artık vaktinin azaldığını da hissediyordu; bir fotoÄŸrafı yazdığı kısa manzumede bir an önce öteki taraftaki dostlarına kavuÅŸmayı arzuladığını açıkça ifade etmiÅŸti:
 
Çöz de artık yükümün kördüğüm olmuş bağını,
 
Bana çok görme, İlâhî bir avuç toprağını!
 
***
 
1936 yılının 17 Haziranında Galata rıhtımına yanaÅŸan vapurun Mısır’dan getirdiÄŸi, bir zamanların o pehlivan yapılı ÅŸairi deÄŸil, bir “canlı cenaze”ydi ve orada kendisini bekleyen dostlarını derin bir hayal kırıklığına uÄŸratmıştı. Ama Âkif, her ÅŸeye raÄŸmen, on yıldır gözünde tüten sevgili Ä°stanbul’una kavuÅŸtuÄŸu için çok memnun görünüyordu, heyecan içindeydi, gözlerinden yaÅŸlar akıyordu.
 
Âkif, Abbas Halim PaÅŸa’nın kızı Emine Abbas Hanımefendi’nin Maçka’daki evinde üç gün misafir edildi. Bir zamanlar edebiyat dersleri verdiÄŸi Emin Abbas’la Mısır’dayken mektuplaÅŸtıklarını biliyoruz. Mesela Hilvan’dan yazdığı 12 Mayıs 1935 tarihli mektubundaki ifadelerinden, daha önceki mektuplarında hanımefendiye Ä°stanbul’un mutlaka gezilip görülecek yerlerinden bahsettiÄŸi anlaşılıyor. Derin Ä°stanbul hasretini de yansıtan bu mektupta diyor ki:
 
“Bilmem arz ettiÄŸim noktaları evvelce dolaÅŸmış mı idiniz?” Çok niyaz ederim: Gümüşsuyu Tekkesi’nin bulunduÄŸu tepeden Haliç’i kuÅŸ bakışı bir seyredin: O ne âlem, o ne rengârenk bir sahne-i temaÅŸa! Eminim hayran olacaksınız hanımefendimiz. SaÄŸ olmalı idim de Ä°stanbul’u size kulunuz gezdirmeli idim. İçinde doÄŸup büyüdüğüm bu aziz yurdun daÄŸlarını, tepelerini, ormanlarını, çayırlarını, hülasa bütün köşelerini, bucaklarını öyle zannederim, kulunuz kadar bilen pek az kimse bulunur.”
 
***
 
Âkif, Emine Abbas Hanımefendi’ye Ä°stanbul’u gezdiremedi. Çünkü üç gün sonra NiÅŸantaşı SaÄŸlık Yurdu’na nakledilmiÅŸ ve hastalığına kesin teÅŸhis burada yapılan tetkikler sonucunda konulmuÅŸtu: Siroz... Evet, Mısır’da uzun süre yaÅŸamış yabancılarda sıkça görüldüğü söylenen bu kötü hastalık, koca ÅŸairin karaciÄŸerlerine de yerleÅŸmiÅŸti.
 
Âkif, NiÅŸantaşı SaÄŸlık Yurdu’nda yirmi gün kaldıktan sonra Mısır Apartmanı’nda Fuad Åžemsi Bey tarafından en iyi ÅŸekilde bakılması için bütün ÅŸartların hazırlandığı daireye nakledildi. Abbas Halim PaÅŸa’ya ait olan bu kışlık konak, 1910 yılında yaptırılmıştı ve bir süredir Âkif’in yakın dostlarından olan Fuad Åžemsi Bey yönetiminde daire daire kiraya veriliyordu.
 
Birkaç hafta sonra, Said Halim PaÅŸa’nın oÄŸlu Prens Halim Bey’in Alemdağı’ndaki çiftliÄŸine davet ettiÄŸi Âkif, hayalindeki inzivagâha benzeyen bu çiftlikte, Âsım’ın ikinci kitabını, Millî Mücadele’yi ve Veda Haccı’nı yazmak istiyordu, ama saÄŸlığı izi vermedi. EÅŸref Edib’in anlattığına göre Prens Halim (Türkkan), Âkif’e bir babaya gösterilebilecek derecede yüksek bir ihtimam ve ÅŸefkat gösteriyordu. Otomobilini on beÅŸ günde bir karnında ve ciÄŸerlerinde biriken suları aldırmak için hastahaneye gitmek zorunda olan bu baba dostuna tahsis etmiÅŸti.
 
Prens Halim, dedesi Abdülhalim PaÅŸa, babası Said Halim PaÅŸa ve amcası Abbas Halim PaÅŸa gibi güzel sanatlara düşkün bir entelektüeldi; Yılmaz Öztuna’nın yazdığına göre çok iyi tanbur, keman, kemençe ve viyolonsel çalardı. Onun dostluÄŸunun Âkif’i bu tarafıyla da cezbettiÄŸi muhakkaktır.
 
***
 
Alemdağı’ndaki çiftlikte üç ay ağırlanan Âkif, havaların soÄŸuması ve hastalığının ağırlaÅŸması üzerine tekrar Mısır Apartmanı’na yerleÅŸtirilmiÅŸ, burada 27 Aralık 1936 Pazar günü, saat 19.45’te son nefesini vererek kafileye yetiÅŸmiÅŸti.
 
Derkenar
 
“Marifet iltifata tabidir”
 
BaÅŸlıktaki söz, Muallim Naci’nin Musa b. Ebü’l-Gazan yahut Hamiyyet (1299) isimli manzum eserinden alınmış bir beytin ilk mısraıdır. Sahipsiz bir kelam-ı kibar olarak kullanılan bu beytin “Müşterisiz meta zayidir” ÅŸeklindeki ikinci mısraı genellikle yanlış yazılıp okunur.
 
Naci, Endülüs Emevilerinin son kumandanı Musa b. Ebü’l-Gazan’ın savaÅŸlarını ve ÅŸehadetini anlattığı mesnevi formundaki bu eserinde, Endülüs’ün yükseliÅŸinden söz ederken ilim ve sanatın nerede raÄŸbet görürse orada geliÅŸip serpileceÄŸini, tembellikle ilmin asla bir araya gelemeyeceÄŸini, esasen ilmin kendi deÄŸerini bilenleri sezdiÄŸini ifade ettikten sonra, ilim, sanat ve edebiyatın yükselmesi için padiÅŸahların iltifatına, yani devlet devlet desteÄŸine muhtaç olduÄŸunu söyler. Çünkü marifet iltifata tabi, müşterisiz meta zayidir:
 
Nerde âsâr-ı rağbet olsa ıyân
 
Olur ol sûya ma’rifet pûyân
 
Müctemi’dir hemîşe raÄŸbet ü ilm
 
Ä°ctima’ eylemez atâlet ü ilm
 
Kendi kadrin bilenleri o sezer
 
Kâhilistanda ma’rifet ne gezer
 
Hünerin irtikâsına her ân
 
Şarttır iltifât-ı padişehân
 
Ma’rifet iltifâta tâ’bîdir
 
Müşterîsiz meta’ za’yîdir

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.