Sosyal Medya

Coğrafyamız

Halep faciası: Uluslararası ilişkilerin zayıf ahlak karnesi

Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Prof. Dr. Ramazan Gözen Suriye’deki iç savaş ve insanlık dramını kaleme aldı.



PROF. DR. RAMAZAN GÖZEN

OrtadoÄŸu’da, Suriye’de ve bugünlerde Halep’te insanlık tarihinin en feci dramlarından biriyle karşı karşıyayız. OrtadoÄŸu savaşında geçen 5-6 yıl içinde kesin sayısının bile bilinemeyeceÄŸi insani kıyım ve maÄŸduriyetler, dünya savaÅŸlarının her birine yakın düzeye ulaÅŸmış durumda. Sadece Suriye’de on milyondan fazla insan yerlerinden edildi, milyonlarcası yaralandı, yüz binlercesi hayatını kaybetti, on binlercesi mülteci olarak ülkelerinden kaçmak zorunda kaldı, birçok ülke yıkıldı ve Halep gibi güzel ÅŸehirler harabeye döndü. Hele bu günlerde gündemimizin birinci maddesi haline gelen Halepliler; “ölümlerden ölüm beÄŸen” ÅŸeklinde bir yaÅŸama mahkum edilmiÅŸ, bombaların altında aç, susuz, ilaçsız, doktorsuz bir ÅŸekilde yaÅŸam ile ölüm arasında korku atmosferine terk edilmiÅŸ durumda. Hemen hepimizin haberlerden öğrendiÄŸi bu manzarayı daha fazla dramatize etmek yerine daha esaslı bir soruyu sormak istiyorum: Neden?

Bu soruya eminim çok farklı cevaplar üretebiliriz. BirçoÄŸumuz, diktatör Esad ve onun destekçileri olan Rusya, Ä°ran, Hizbullah gibi devletleri ve yardakçılarını göstererek cevap veriyor. Bazıları da Batılı ülkeler, ABD, NATO, Avrupa gibi ‘dış güçleri’ ve onlarla birlikte hareket eden Ä°srail’i suçlayarak iÅŸin içinden çıkmaya çalışıyor. Birazcık öz-eleÅŸtirel olan ÅŸu veya bu meÅŸrepten kimseler ise, sorunun kaynağı olarak Suudi Arabistan, Katar, Türkiye ve diÄŸer bölge ülkelerini gösteriyor. Halbuki bu dramın oluÅŸumunda ÅŸu veya bu devletin tek başına sorumlu tutulması yeterli ve doÄŸru deÄŸildir. Ã‡Ã¼nkü bu sorunun oluÅŸumunda uluslararası iliÅŸkiler olgusunun ve pratiÄŸinin daha derinlerinde yatan felsefi bir hastalık bulunmaktadır. Realist ekolün Makyavelli’den beri savunageldiÄŸi ve bugünkü temsilcilerinin ve savunucularının kitaplarında ve uygulamalarında kalın harflerle yazılmış olan; “Amaca giden her yol mubahtır”, “Devletler arasında dostluklar ve deÄŸerler deÄŸil sadece çıkarlar vardır”, “Uluslararası iliÅŸkilerde ahlaka yer yoktur”, “Uluslararası iliÅŸkiler güç ve çıkar mücadelesidir” ve en nihayetinde “Ebed müddet devlet” gibi iddialar göz ardı edilerek, ne OrtadoÄŸu savaşı ne de Halep faciası açıklanabilir ve anlaşılabilir.

20’nci yüzyılın başında bölgeyi ÅŸekillendiren güçler, yüz yıl sonra farklı bir  ortamda ve araçlarla yeni  bir emperyalizm süreci baÅŸlattı.

Uluslararası politikanın bu görüşler üzerine dayandığı devletler sisteminde, milyonlarca insanın maÄŸdur olmasının ne kadar önemi olabilir? Devletin kendi gücünü diÄŸerleri üzerinde kurmak için kıyasıya mücadele etmesinin tavsiye edildiÄŸi bir dünyada, rakip devletin vatandaÅŸlarının kıyıma uÄŸramasının önüne geçmek mümkün mü? Devletlerarası güç mücadelesinin etkisi altına girmiÅŸ olan insanların sindiÄŸi veya sindirildiÄŸi ve böylece güçsüzleÅŸtiÄŸi veya güçsüzleÅŸtirildiÄŸi toplumsal gruplar, kendi sorunlarını çözebilme yeteneÄŸine sahip olabilir mi?

Her birine olumsuz cevap vereceÄŸim bu uluslararası iliÅŸkiler felsefesine dair sorulara ya da sorunlara cevap vererek devam edebiliriz; ama daha çok günümüze dair somut konulara dönmeliyiz. Uluslararası iliÅŸkilerin öncesinde ve sonrasında insanın olduÄŸunu ve dünyanın merkezinde insanın yer aldığını iddia eden ekoller ve felsefeler de vardır. Sadece liberal felsefe deÄŸil, inandığım dinin özü de, tarihimiz ve kültürümüzün önemli bir kısmı da insan merkezli bir dünya kurmayı idealize eder. Liberalizmin “bireysel özgürlük”, Ä°slam’ın “eÅŸrefi mahluk insan”, tarihimiz ve kültürümüzün “insanı yaÅŸat ki devlet yaÅŸasın” idealleri, insanı tüm dünya hayatının merkezine yerleÅŸtirilmesini isteyen önermelerdir. Ontolojik açıdan baktığımda da; gerçek failin insan ve tüm sosyal, siyasal, askeri, ekonomik ve diÄŸer oluÅŸum ve yapıların insanın ürettiÄŸi türevler, sonuçlar ya da araçlar olduÄŸunu ve insanın ürettiÄŸi her ÅŸeyin ancak insanın ihtiyacını ve varlığını sürdürebildiÄŸi ölçüde meÅŸru, aksi takdirde meÅŸruiyetini kaybedeceÄŸini düşünüyorum. Buna aileden topluma ve tüm insanlığa kadar her düzeyde insan oluÅŸumlarını dahil ediyorum.

ESAD’I AYAKTA TUTMA STRATEJÄ°SÄ°

Mevzumuz olan somut soruna gelirsek; bugün OrtadoÄŸu’da, Suriye’de nihayet Halep’te yaÅŸanan facianın temelinde bölge ve dünya çapındaki devletler arası güç mücadelesinin olduÄŸunu düşünüyorum. Esasen bir demokratikleÅŸme süreci olarak baÅŸlayan Arap Baharı, yıllardır deÄŸiÅŸik diktatörlüklerin baskısı altında yaÅŸayan insanların, halkların, toplumların kendi yönetimlerini oluÅŸturma amacını güdüyordu. Bu yönüyle Arap Baharı, demokrasinin özünde mündemiç insan merkezli bir idealizmin, otoriter/totaliter devlet yapılarını demokratik yöntemlerle dönüştürerek halkın kendi iradesi ile kendini yönetmesi hedefini gerçekleÅŸtirme süreciydi. Tunus’ta, Mısır’da ve hatta kısmen Yemen’de baÅŸarılı dönüşümlere ÅŸahit olan bu demokratik dönüşüm süreci, öncelikle Libya’da ama özellikle Suriye’de devletler arası güç ve emperyalizm çatışmasına dönüştü. Bu dönüşümde baÅŸrol oynayan olumsuz geliÅŸme; Fransa, Ä°ngiltere, Ä°talya’nın öncülüğünde, ABD’nin (ama özellikle DışiÅŸleri Bakanı Clinton’un) ve NATO’nun katkısıyla BM Güvenlik Konseyi’nin 1973 sayılı kararına aykırı bir ÅŸekilde yapılan illegal hava operasyonudur. Bu operasyon, Arap Baharını demokratik bir süreç olmaktan çıkarmış ve büyük devletler arasında yeni emperyalizm süreci baÅŸlatmıştır. Bir yanda Arap Baharını kendi kontrollerine alma çabası içindeki Batılı devletler, diÄŸer yanda buna karşı güç ve çıkar hesabı yapan Rusya ve Çin, ardından bu oyuna dahil olan Türkiye, Suudi Arabistan ve Ä°ran, aÅŸamalı olarak bölgesel savaşı derinleÅŸtirdiler, ki bunun en acı sahnesini katliam ve uygulamalarıyla bu savaşı ülkesine çeken Esad oynadı, oynuyor.Böylece, 20. yüzyılın başında bölgeyi ÅŸekillendiren emperyalist güçler, yüz yıl sonra farklı bir ortamda ve araçlarla yeni bir emperyalizm süreci baÅŸlattılar.

Batı yabancı mücahitleri Suriye’ye yönlendirirken Ä°ran da Hizbullah ve Åžii milisleri sahaya sürdü.Hatta bu milisleri Ä°ranlı ve Rus komutanlar yönetti.

Bundan sonra devletler arası çatışma süreci iki aÅŸamada geliÅŸti: Birincisi; Batılı, DoÄŸulu ve bölgesel devletler, iç savaÅŸ yaÅŸayan devletlerin yönetimlerini kendi çıkarları yönünde deÄŸiÅŸtirmeye veya korumaya çalıştılar. Batılılar ve onlara yakın duran Suudi Arabistan, Mısır’da Mursi’yi devirip yerine Sisi’yi getirirken, buna paralel olarak sivillere karşı katliamlar yapan Esad’ı düşürmek için Türkiye ve Katar’ın da aktif desteÄŸiyle Arap BirliÄŸi çatısı altında Suriye’nin Dostları adıyla yeni bir koalisyon baÅŸlattılar. Åžam’daki adamlarının zayıfladığını gören Rusya ve Ä°ran, diplomatik, askeri, paramiliter ve baÅŸka destekler göndererek Esad ve rejimini ayakta tutma stratejisini yürüttüler.Bu arada, Rusya ve Çin, 1973 sayılı karar sonrası yapılan Libya operasyonu benzeri bir geliÅŸmeyi engelleme düşüncesiyle deÄŸiÅŸik ülkelerin BM Güvenlik Konseyi’ne getirdikleri tüm çözüm önerilerini veto etmeye devam ettiler.

Ä°kincisi, güç ve çıkar mücadelesi daha da tırmanmaya ve kilitlenmeye baÅŸlayınca, bu devletler birbirine karşı savaÅŸmaktansa kendileri adına savaÅŸacak vekilleri devreye soktular. Bir yandan Batılılar ve destekleyicileri, yabancı mücahitleri Suriye’ye yönlendirip organize ederken, aynı zamanda Ä°ran, Hizbullah’ı ve Åžii milisleri Suriye’de sahaya sürdü, hatta bu milisleri bizzat Ä°ranlı veya Rus komutanlar yönetti ve yönlendirdi.Artık Esad’ın gücünün kalmadığı ve devreden çıktığı ya da çıkarıldığı bir Suriye, Rusya ve Ä°ran’ın gönderdiÄŸi savaÅŸ uçaklarının, komutanların, milislerin cephesi haline geldi. Böylece olgunlaÅŸan devletler arası asimetrik güç savaşı, genelde devletlerin kontrolünde kısmen de devletlerin ötesinde güçlen(diril)en etnik, mezhepsel ve hatta paralı savaşçı grupların öne çıktığı bir faciaya dönüştü. IŞİD, Nusra, Ahrar-ı Åžam, Hizbullah, Åžii çeteler, PYD/PKK/YPG ve birçok lejyonerlerden oluÅŸan bu post-modern ulusötesi savaÅŸ, en nihayetinde (ve ÅŸimdilik) Halep’te yoÄŸunlaÅŸmış durumda. Türkiye ve Rusya’nın Suriye konusunda iÅŸbirliÄŸi baÅŸlatması ve Türkiye’nin Fırat Operasyonu ile kuzey Suriye’de güvenli bölge oluÅŸturması sonrasında, Rusya, Ä°ran ve Suriye ordusunun birlikte Halep’e doÄŸru operasyonlarını yoÄŸunlaÅŸtırması, Suriye savaşının Halep’te sıkışmasında baÅŸrol oynayan geliÅŸmedir.

SAVAÅž MAKÄ°NALARI VE SÄ°VÄ°LLER

Tüm bu süreçte göz ardı edilmemesi gerek unsur, devletler ve vekillerinin savaş makinaları arasında sıkışıp kalmış on binlerce sivil, masum ve çaresiz insanlar ile bu insanların faciasına seyirci kalan dünya çapında insanlığımızdır. Evi, toprağı, çevresi, ülkesi ve tüm varlığı, bir yandan Esad yönetimi ve Baas rejiminin saldırısına maruz kalmış ama diğer yandan da bu saldırıyı durduramadığı gibi vekalet savaşçıları tarafından tehdit edilmiş olan Halepliler, sözde medeni insanlığın seyrettiği bir dramatik filmin oyuncuları gibiler. Kendi devletlerinin egemenlik sınırları içinde mutlu ve keyifli hayatlarını sürdürürken bu filmi izleme rehavetini sergileyen insanlığın hali, Makyavelci Realist uluslararası ilişkiler anlayışının zayıf ahlak karnesinin en önemli sonuçlarından biri, hatta birincisidir

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.