Güncel
Avrupa'da tarihsel rekabet: Ä°ngiltere - Fransa
Akif EMRE
İngilizler duygularını belli etmezler, soğukturlar. Londra karanlık ve köşeli bir şehirdir. Yağmur eksik olmaz ve genelde puslu bir hava hakimdir. İnsanlar şemsiye taşımazlar, çünkü vücutlarının bir uzvu gibidir, hiç ayırmazlar yanlarından...
Cadde ve sokakların sert köşeleri fazlasıyla planlı bir şehirde adımladığınızı size hatırlatır. Mimari açıdan Paris'le kıyasladığınızda emperyal bir geçmişin güç gösterisi bir şehirden çok basit, hatta sinik yapılarla karşı karşıya kalırsınız. Paris'te ise güç temerküzü şehrin mimarisinde kendini gösterir. Paris ile Londra arasındaki siyasal ve toplumsal yapı farkı mimariye doğrudan yansır. Tarihsel olarak Fransız siyasal yapısı merkezi emperyal bir güce odaklıdır. Bu nedenle siyasal iktidarın, imparatorun gücünü yansıtan devasa yapılar şehri kuşatmıştır, şehre bu özelliği damgasını vurmuştur. Londra ise 'güneş batmayan imparatorluk' olduğu dönemde bile şirketler şehridir. Şehrin dokusu merkezi güçle şirketler ve sınıfsal katmanların paylaşılmasının yansımasından ibarettir. Londra'ya göz kamaştıran mimari eserleriyle dev yapılardan çok ekonomik katmanların gücünü yansıtan yaygın sivil mimari hakimdir.
Siyasal ve toplumsal yapı farklı olsa yine de sonuç değiştirir miydi kestirmek zor ama dışardan bakan bir göz için İngiliz mimarisi Kıta Avrupası'na özellikle Fransa'ya göre çok sönük kalır.
Tarihi doku Paris'te daha albenili görünse de Londra ve genelde İngilizler geleneklerine bağlı olmakla tanınırlar. Gelenek, biçimsel hali ile adeta fetişizme dönüşmüştür. Yapıların mütevazı görünümleri ile mimari olarak sıradanlığı bir araya gelince gelenekçi doku ortaya çıkar. Britanya'nın mimari anlayışı, şehir, çevre alışkanlıklar, hayatla kurulan ilişki sadece sıradan görüntü ile açıklanamaz elbette. Gelenekle kurulan ilişkinin kendilerine özgü sürekli, tutarlı hatta fetişe varan bir boyutu vardır. Şehrin genel karakteri kolay kolay değişmez. Bu durağanlıktan çok kendi içinde yenilenerek sürdürülen gelenek anlamına gelir.
Hayatın hızla değişimi Londralıları da etkilemişe benziyor. Uzun aralıklarla gelenler, hiç değişmeyecek gibi duran bazı alışkanlıkların gittikçe zayıfladığını daha iyi gözlemliyor. Bizde yaşanan hızlı değişim, çözülme ile kıyaslandığında hiç değişmemiş, durağanlık duygusu veren sabitelerindeki tavizleri görebiliyorsunuz.
Bizim gibi farklı kültürden gelenlere, hatta Kıta Avrupası'na göre kitap okuma, daha doğrusu okuma alışkanlıkları İngilizlerin göze çarpan en önemli özellikleridir. Ne okuduklarından çok okuma eyleminin bir hayat tarzı haline gelmesi yazılı kültürle kurulan köklü ilişkilerle açıklanabilir. Ancak bunun modern hayatın kamusal alanda bireyler arası ilişki bağlamından koparılarak açıklanması da imkansızdır. Bireyselleşen modern insanın toplu taşıma araçlarında, ortak mekanlarda sadece kendisi ile ilgilenmenin bir aracıdır kitaba, gazeteye gömülürcesine okuma alışkanlığı. Bir tür çevresine yabancılaşma, bencillik hatta. Göz temasının olmadığı, gayet mesafeli bir kibarlık gösterisinin hayatın standardı haline geldiği bir toplumdan söz ediyoruz. Uzun aralıktan sonra gözlemlediğim bazı değişiklikler beni şaşırtacaktır. Caddede, sokakta, toplu mekanlarda, sonra metroda, insanların birbiriyle kurduğu ilişkinin eskiye göre daha az incelikli, daha az kibar bir hal almaya başladığı izlenimi edindim. Bunun somut ölçüsü yok elbette ama en azından küçük temas yahut karşı karşıya gelme durumunda bile özür dileyen o resmi kibarlık davranışları daha eksilmiş gibi geldi.
Hala insanlar kendi başlarına kaldıkları her fırsatta mutlaka okuyor ama yeni bir unsur devreye girmiş durumda. Artık bir kısmı kitap, gazete okurken bir kısmı da cep telefonları ile meşgul. Bunu toplum içindeki oransal değerini kestirmek zor ama gözle görülür biçimde trende, otobüste cep telefonu ile meşgul olanlar dikkat çekiyor.
Bu davranış biçiminin okuma ve kitap ilişkisinin de zayıfladığı anlamında bir gösterge olarak okunabilir mi? Ama en azından Londra'nın merkezi kesiminde önemli kitapçıların artık kapandığı veya taşındığını, geleneksel olarak şehre rengini veren ikinci el kitapçıların, sahafların yerlerinde olmadığını, daha küçük mekanlara sığınmak zorunda kaldıklarını gözlemlemek değişimin yavaş da olsa etkisine birer işaret. Charing Cross'daki kapanan kimi sahafların, büyük kitapçıların yerinde Çin lokantalarını görmek artık kanıksanmış.
Buna rağmen İngilizlerin hâlâ dünya siyasetinde etkili olduklarını bunu da ekonomik, askeri güçlerinden çok siyasi kurnazlıklarına ve hepsinden önemlisi entelektüel, akademik kapasitelerine borçlular. Az sayıda insanı çok iyi yetiştiriyor ve hâlâ dünyanın farklı kültürlerinin, coğrafyalarının toplumsal, kültürel ve de siyasal topografyalarını çıkartmakla meşguller. Bu da ciddi bir birikim ve çaba gerektiriyor. Sömürü sadece kaba güçle gerçekleştirilemez, bunun ekonomik olduğu kadar entelektüel altyapısı kurulmadan sürdürülebilirliği imkansız. Mesela Oxford Üniversitesi bünyesinde kurulan İslam Araştırmaları Merkezi hem mimari hem de donanım açısından hayli iddialı. Mimari olarak geleneksel İslam mimarisinin bir tür sentezi sayılabilen kampüsün akademik muhteva ve yönetimini Oxford Üniversitesi belirliyor ama finansın önemli kısmı İslam ülkelerinden geliyor. Merkezi gezerken sadece mimarisi ile bizde örneği olmayan bir titizliğin ürünü olduğunu fark ediyorsunuz.
Komplocu yaklaşım bir yana bırakılırsa siyasal, ekonomik ve kültürel bağımlılık içi boş bir retorikle kırılmıyor. İlmi geleneği olmayanlar bir medeniyet inşa edemezler. Bilimsel ve entelektüel çabanın kendisi saygıdeğerdir; ancak bunun hangi siyaset çerçevesinde yönlendirildiği daha da önemlidir.
Kaynak: Yeni Åžafak
Henüz yorum yapılmamış.