Sosyal Medya

Kürsü

Türk dış politikası çalışmalarının krizi!

Son yıllarda Türk dış politikasını kavramsallaştırmak oldukça meşakkatli bir mesele olmaya başladı. Bu sıkıntı elbette ki, televizyon ekranlarında sıkça gördüğümüz, herhangi bir dış politika gündemini bir çırpıda yorumlamayı başaran ve kendi fantezi dünyasını ulusal çıkar olarak pazarlamaya teşne aydınımsıların sorunu değil.



Mevcut durumun karmaşıklığından muzdarip olan Uluslararası iliÅŸkiler disiplininin öğrencilerinden bahsediyorum. Onların açıklamaya çalıştıkları ülke, SoÄŸuk SavaÅŸ döneminin konforlu tekdüzeliÄŸini ve 1990’lı yılların kolaylıkla tanımlanabilen ve sınıflandırılabilen olgularını terk etmiÅŸ görünüyor. Bir yandan, Türkiye’nin maruz kaldığı ve muhatap olduÄŸu uluslararası alanın hızlı bir dönüşüm geçirdiÄŸini diÄŸer yandan da ülke içindeki aktörlerin ulusal güvenlik tanımlamalarını da içeren siyasal pozisyonlarının ve bu doÄŸrultuda birbirleriyle kurdukları istikrarsız ittifak iliÅŸkilerinin baÅŸ döndürücü bir hızla deÄŸiÅŸtiÄŸini gözlemliyoruz. Bu durumun yarattığı kavramsallaÅŸtırma problemi kendisini iki alanda gösteriyor.
 
Birincisi, Türk dış politikasının dönemsel tasnifini yapmak gittikçe zorlaşıyor. Mesela, SoÄŸuk SavaÅŸ’ın devam ettiÄŸi yıllara özgü bir dış politika davranışını kavramsallaÅŸtırmak ve özetlemek mümkündür. Ya da, bu dönem içerisinde yaÅŸanan Küba füze krizi, Kıbrıs çıkartması veya SSCB’nin Afganistan’ı iÅŸgal etmesi gibi kırılma noktalarını hesaba katarak, SoÄŸuk SavaÅŸ periyodunu kendi içinde sınıflandırmak iÅŸimizi kolaylaÅŸtırabilir. Her bir dönem için, Türk dış politikasına dair bir davranış kalıbı tespit edebiliriz. Ãœstelik, dış politika kararlarını belirli bir paradigma içinde tutan Milli Güvenlik Kurulu gibi yapıların varlığı bizlere konforlu bir analiz alanı sunar.
 
Türk dış politikasını kavramsallaştırırken karşılaştığımız sorunlardan biri güvenlik tehdidi olarak tanımlanan aktörlerin tutarlı şekilde muhafaza edilememesi.
 
Benzer ÅŸekilde, Türk dış politikası çalışan akademisyenler, 1990’lı yılları, içinde taşıdığı bütün alt üst oluÅŸlara raÄŸmen, kavramsallaÅŸtırmayı baÅŸarmışlardır. Türkiye’nin iç politikası kuÅŸku kabul etmeyecek bir ÅŸekilde renklenmiÅŸtir ve bu durum disiplin öğrencileri için önemli bir meydan okuma yaratmıştır. Öte yandan, uluslararası sistemin yapısı deÄŸiÅŸmiÅŸ, çift kutuplu yapı çökmüştür. Ortaya çıkan tek kutuplu sistem sayesinde devletler, dış politika alanında daha fazla tehdit ve fırsat ile muhatap olmaya baÅŸlamışlardır. Dolayısıyla, iç politika geliÅŸmeleri ile dış politika alanı birbiriyle etkileÅŸime geçmiÅŸtir ve birbirlerinden bağımsız alanlar olarak geliÅŸmemiÅŸtir. Buna raÄŸmen, Türk dış politikası çalışanlar, gerçeÄŸi keÅŸfetmek için mistik bir yolculuÄŸa çıkmak zorunda kalmamışlardır. MGK tarafından tanımlanan iç tehditlerin net bir ÅŸekilde ortaya konulması onları rahatlatmıştır mesela. Ä°rtica ve Kürt ayrılıkçılığı olarak tanımlanan bu tehditler, Türk dış politikası için bizlere önemli ipuçları vermektedir. Bu sayede, 1990’lı yıllarda Türkiye’nin OrtadoÄŸu’da Ä°srail ile kurduÄŸu iliÅŸkilerin doÄŸasını anlayabilir ve Irak, Suriye ve Ä°ran gibi komÅŸu ülkelere yönelik politikasını açıklayabiliriz.
 
DÖNEMSEL TASNİF ZORLAŞTI
Öte yandan, SoÄŸuk SavaÅŸ sonrasında yaÅŸanan adaptasyon sorununa raÄŸmen, Türkiye batı oryantasyonunu kaybetmemiÅŸtir. Bu yüzden, yaÅŸadığı çalkantılarına raÄŸmen Avrupa BirliÄŸi üyelik sürecinin neden devam ettiÄŸini bilebiliriz ve bu iliÅŸkilerin demokratikleÅŸme ve insan hakları gündemlerinden hem etkilendiÄŸini hem de bu gündemleri etkilediÄŸi sonucuna ulaÅŸabiliriz. Günün sonunda, bizlere, SoÄŸuk SavaÅŸ sonrası dönemi kavramsallaÅŸtırma yeteneÄŸini bahÅŸeden güç, dış politika amaçlarının ve güvenlik kaygılarının tutarlı bir ÅŸekilde tanımlanmış olmasıdır. Mamafih, geldiÄŸimiz noktada, Türk dış politikası çalışan akademisyenler için benzer bir tasnifi yapmak artık çok zordur. Zira, dönemsel analiz yapabilmek için ihtiyacımız olan tutarlılık ve netlik yerini baÅŸ döndürücü bir hızla deÄŸiÅŸen gündemlere bırakmıştır. Bu deÄŸiÅŸim, dış politika amaçlarından ve tehdit/çıkar tanımlamalarından bağımsız deÄŸildir. Daha öncede bahsedildiÄŸi gibi, savrulma olarak da nitelendirebileceÄŸimiz bu hızlı deÄŸiÅŸimler, hem Arap Baharı, Rus yayılmacılığı ve Avrupa’da yükselen aşırı saÄŸ akımlar gibi dış politika alanını ilgilendiren radikal deÄŸiÅŸimler ile hem de iç politikada yaÅŸanan siyasal çalkantılar ve dış politika alanını algılama biçimi ile alakalıdır. Ve dönemsel bir tasnif yapmayı zorlaÅŸtırmaktadır.
 
Türk dış politikasını kavramsallaÅŸtırırken karşılaÅŸtığımız ikinci sorun ise, güvenlik tehdidi olarak tanımlanan aktörlerin ve konuların tutarlı bir ÅŸekilde muhafaza edilememesidir. DiÄŸer bir ifadeyle, Türkiye’nin dış politikasını etkileyen konuların tarihselliÄŸini kaybetmiÅŸ olması ve bu yüzden, mevcut konuların gelecekte de var olma ihtimalinin ortadan kalkmasıdır. Bu durumu, iki ÅŸekilde açıklamak mümkündür. Belirli bir güvenlik gündeminin aniden ortaya çıkması veya ortadan kaybolması, karar verici kurumların inisiyatifi dışında deÄŸerlendirilebilir. Hatta, yaÅŸanan dönüşümler, koÅŸulların getirdiÄŸi gündemlere uyum saÄŸlama çabası olarak da görülebilir ve takdir edilesi bir hal alabilir. Bu açıdan bakan birisine göre, karar vericiler, ulusal çıkar tanımlamalarını sabit tutarak dinamik gündemlere direnmekle hiçbir ÅŸey kazanamazlar. Dolayısıyla, tehdidin ve çıkarın tarihselliÄŸe sahip olmak gibi bir zorunluluÄŸu yoktur.
 
Öte yandan, kısa zamanda deÄŸiÅŸen çıkar ve tehdit tanımlamalarının, Türkiye’nin diÄŸer devletler ve devlet dışı aktörlerle olan iliÅŸkisini dengesiz bir zemine oturttuÄŸunu iddia edenler de olacaktır. Onlara göre, bir ülkenin dış politikada karşılaÅŸtığı ekosistem karşısında takındığı tutum sadece edilgen olma zorunluluÄŸuyla açıklanamaz. Zira, çevreye uyum saÄŸlama çabası aynı zamanda çevrenin yapısını da deÄŸiÅŸtirir. Yani, yapı ile birim arasında hiyerarÅŸik bir iliÅŸkiden ziyade birbirini karşılıklı olarak etkileyen bir iliÅŸki modeli vardır. DiÄŸer bir ifadeyle, deÄŸiÅŸen dış alan Türkiye’nin yaptığı tercihleri etkilediÄŸi kadar, Türkiye’nin deÄŸiÅŸen tercihleri de dış alanı etkilemektedir. Dolayısıyla, Türkiye yaptığı tehdit ve çıkar tanımlamalarını çevresel bir dayatmanın sonucu olarak deÄŸil, bambaÅŸka bir ihtiyaçtan, kendi içinde yaÅŸadığı kopuÅŸ ve kutuplaÅŸmalardan, dolayı formüle etmektedir. Bu ise, Türkiye’nin karşısına devamlı olarak sorunlar üreten bir dış alan getirmekten baÅŸka bir iÅŸe yaramamaktır.
 
MAVÄ° MARMARA, AB...
Türk dış politikasının son 15 senesini analiz eden bir uluslararası iliÅŸkiler disiplini öğrencisi, bahsi geçen sorunlar ile ziyadesiyle boÄŸuÅŸmaktadır. Ve yaÅŸanan son 15 seneyi, bütüncül bir dönem ÅŸeklinde analiz etmesi neredeyse imkansızdır. Öte yandan, her hangi bir dış politika meselesinin de, ve bu meseleyle iliÅŸkili olan aktörlere karşı sergilenen tutumun da, baÅŸ döndürücü bir hızla dönüşümüne ÅŸahitlik edecektir. Mesela, Avrupa BirliÄŸi ile kurulan iliÅŸkinin sivil-asker iliÅŸkilerinin doÄŸasını deÄŸiÅŸtirdiÄŸini ve bu sayede Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarını konsolide edebildiÄŸini görecek fakat 2013 senesinden sonra Türkiye ile Avrupa BirliÄŸi arasında özcü bir karşıtlık zemininde ilerleyen tartışmanın baÅŸladığına da ÅŸahit olacaktır. Benzer ÅŸekilde, Ä°srail-Türkiye iliÅŸkilerinin, Mavi Marmara baskını sonrası aniden bozulduÄŸunu ve geri dönmeyi zorlaÅŸtıran keskin söylemlerle bu bozulmanın gündemde tutulduÄŸunu okuyacak ancak 2016 senesine gelindiÄŸinde iki ülkenin sessiz sedasız barıştıklarını öğrenecek ve aradan geçen zaman zarfında iki ülkenin neden zıtlaÅŸmayı seçtiklerini anlamaya çalışacaktır. Yine aynı öğrenci, 2015 Åžubat’ında yapılan Åžah Fırat operasyonu sırasında iÅŸbirliÄŸi yapılan aktörün neden aynı yılın yaz aylarında ulusal güvenliÄŸi tehdit eden bir aktör olarak tanımlandığı üzerine kafa yoracaktır.
 
Türk dış politikasının son 15 yılını analiz eden bir uluslararası ilişkiler disiplini öğrencisinin bu dönemi bütüncül bir şekilde analiz etmesi neredeyse imkansız.
 
Türk dış politikası çalışmaları, zor bir dönemden geçmektedir. Bahsedilen sıkıntıları aşmak için yapılan analizler ise disiplin öğrencilerini iç politika aktörlerinin yaptığı politik manevraların mantığına vâkıf olmaya itmektedir. Yani, anlamaya çalışmak oldukça yoruma ve tartışmaya açık bir denizin sularına bizleri çağırmaktadır. Bu durum ise, Türk dış politikası çalışan akademisyenler için ideolojik angajmanlarla özdeşleştirilmek ve tabiri caizse yaftalanmak riskini beraberinde getirmektedir. Bir akademisyen için, tanık olduğu gerçeği kavramsallaştırmak ile akademik itibarını korumak arasında seçim yapmak zorunda olmak ise yukarıda bahsettiğim zorlukları perçinlemektedir.
 
DOÇ. DR. BURAK BİLGEHAN ÖZPEK - KARAR

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.