Sosyal Medya

EÄŸitim

EÄŸitimde vizyonsuzluÄŸun kabullenilmesi vacip midir?

''Sahi başka bir formül bulamaz mıyız artık? Eğitim işi şaka değil. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana genel olarak kötü bir şaka mahiyetinde gelişmiş olabilir her şey ama her başa geçenin bu vizyonsuzluğu kabullenmesi vacip midir?''



Hatırlarsınız, geçtiÄŸimiz eÄŸitim sezonunun sonuna doÄŸru yaklaşırken haber bültenlerini “lise protestoları” kaplayıvermiÅŸti. Ãœlkenin “elit eÄŸitim kurumları” diye nitelendirilebilecek liselerden baÅŸlayan bir itiraz dalga dalga yayılıp farklı ÅŸehirlere ve hatta imam hatiplere kadar ulaÅŸmıştı. Meselenin özü, hükümetin “proje okul” adını verdiÄŸi yeni uygulama ile alakalıydı. Proje okul tanımı altında, baÅŸta Ä°stanbul olmak üzere birçok ilin en iyi liseleri, Milli EÄŸitim Bakanlığı’nın standart bürokrasi ÅŸemasından ayırılıp doÄŸrudan merkezden atanan, yüksek yetkilerle donatılmış müdürlerin yönetimine bırakılmıştı. Sonraki süreçte ise bu müdürler, müdürlerin etrafına topladıkları kadrolar, öğretmenler derken proje okul denen uygulamanın, kapsadığı okulların yapısına esaslı bir müdahale planını (en azından imkânını) içerdiÄŸi anlaşıldı.

Bense geçen seneden, hatta en başından beri proje okul meselesine dair olan biten ne varsa yakından takip ettim. Çünkü ben de “proje okul” kapsamına ilk sokulan okullardan biri olan, Ä°stanbul’un tarihi liselerinden birinden mezunum. Sadece mezun olmakla da kalmayıp benim okulum ve benzer okulların içerisinde barındırdığı “camia” ortamının da oldukça içinde biriyim. Hâliyle yeri geldi, oturup neler oluyor diye düşünmek durumunda da kaldık, yeni idare ile okulun/camianın farklı bileÅŸenlerinin arasındaki çatışmalarda aracı olmak durumunda da… Yeri geldi, idareye tepki ve kaygılarımızı belirtmek için ne yapabiliriz diye kafa da patlattık ve yeri geldi, meselenin ister istemez siyasetle çok ilintili olmasından ötürü kendi aramızda da ciddi tartışmalar yaÅŸadık.

“KültürleÅŸen” baskı

Tam bu meselenin alevlendiÄŸi günlerde ise Dünya Bizim’de proje okul sisteminin kendisine deÄŸil ama lise çevrelerindeki tartışmalarda kullanılan argümanlara yönelik bir yazı yayımlandı. O dönem, geliÅŸmeleri yakından gözlemleyen biri olarak, bu yazının üzerine bir polemik yazısı daha yazmaya çok niyetlendim. Çünkü sosyal medya, her zamanki yavanlığıyla, yapılması gereken tartışmaları bulandırıyordu. Dahası mevcut “elit okulların” on yıllar boyunca oturttuÄŸu kültürün her bir unsurunu kutsayan, iktidar politikalarını baskıcı bir ideolojik müdahale olarak tanımlarken on yıllar boyunca kendi bulundukları kurumlarda-yörelerde aynı baskıları uygulamış, hatta bu baskının bir nevi “kültürleÅŸmiÅŸ” olduÄŸunu görmezden gelen; hâliyle de okullarının toplumun farklı kesimlerinin farklı taleplerine (hem de farklı görülen kesimlerin oy verdiÄŸi parti uzun yıllardır hükümet olmasına raÄŸmen) kapısını kapama haddini kendinde gören camiaların kopardığı tantana, haklı oldukları ÅŸikayetleri dahi bastıracak kadar rahatsız edici seviyeye varabiliyordu.

Ben de iki arada bir derede iken içimden geçenlerle gözlemlediklerimi sentezleyen bir yazı yazmanın hiç yoktan kendi düşüncelerimi oturtmak için faydalı olacağını düşündüm. Ama zihnimde toparlayamadığım bazı noktalar vardı, olmadı, yazamadım. Bu seneki eÄŸitim sezonun açılışından beri (OHAL’in de etkisiyle) olan biten birçok hadise ise geçen sene alevlenen ve sonra sönen proje liseler tartışmasını (ve isyanlarını) nasıl tekrar gündeme taşıdıysa, bir önceki seferde yazamadığım yazı da benim gündemime dönüverdi. Ama daha derin problemler ve sorularla…

Nihayetinde diyebilirim ki ÅŸahsen bir model olarak eskiden beri desteklediÄŸim bu projenin iyi yanlarını görmeye çabalamadım deÄŸil, çabaladım. Hem de proje okul uygulamasıyla hükümete yakın üst kadroların yapacağı olası tartışmalı müdahalelere yönelik kaygıları da aynen paylaÅŸmama raÄŸmen bu çabam mevcuttu. Zira pedagojik kaygılarla, liyakatın bir nebze önemsendiÄŸi (biraz ütopik geldiÄŸi içi bir nebze diyebiliyorum…) ve deÄŸiÅŸen Türkiye sosyolojisine ayak uyduramayan arkaik bir anlayışı biraz dengeleme saikiyle atılacak adımları desteklemeye meyyaldim. Nosyon olarak proje okul konseptini ve rotasyonu da doÄŸru buluyordum. Ancak geldiÄŸimiz noktada bu çabayı sürdürmenin pek anlamlı olduÄŸunu düşünmüyorum. Çünkü atılan adımlar usulsüzlük ve adaletsizliÄŸi tavan yaptırır durumda ve artık kendime itiraf ettim ki mesele “proje okul”un daha ötesinde…

Buzdağının görünmeyen yüzü

Okulların açıldığı ilk gün –özellikle “bizim mahalleden olmayan”- birçok haber sitesinde iki haber vurgulu ÅŸekilde verildi. Biri, 15 Temmuz’a dair bir kitapçığın/broşürün dağıtılmasıydı. Ä°kincisi ise bazı okullarda açılış dersinde Fatiha okutulmuÅŸ olmasıydı. Kaçınızın dikkatini çekti ya da kaçınız üzerinde durdu bilmiyorum ama iÅŸte bu ikinci haber benim zihnimde ÅŸimÅŸeklerin çakmasına ve hatta bir fırtınanın çıkıp da zihnimi karman çorman etmesine sebep oldu. Ä°nanın o haberi okuduÄŸumdan beri bu olaya nasıl yaklaÅŸmam gerektiÄŸini sorguladım. Sorguladıkça da belki de birçoklarına tuhaf gelecek ikilemlerin içerisinde kendimi buldum. Bu, sıradan gözüken, tipik övgüler veya yergiler alan haber, sanki ideolojik açıdan en derin çıkmazlarıma uzanan ufacık bir çatlak gibiydi. Bir yerde iÅŸin içinden çıkamayıp fikirlerini güvendiÄŸim bazı büyüklerimle oturup istiÅŸare ettim.

Neticede hâlâ ne kanaate vardığım konusunda emin deÄŸilim ama artık emin olduÄŸum bir tespit var ki o da son yıllarda hükümetin eÄŸitim politikaları çerçevesinde meydana gelen tartışmaları mevcut ÅŸekilde yürütmenin çok bir manası yok. Çünkü proje okuldu, ÅŸuydu, buydu… Bunlar buzdağının görünen yüzü. Buzdağının görünmeyen yüzüne, yani karar alıcıların (ve bu mahallenin bireyleri olarak bizlerin) eÄŸitim-ideoloji arasında kurdukları baÄŸa, nasıl bir tahayyülle hareket ettiklerine mercek tutmak gerekiyor. Aksi halde her türlü övgü de yergi de yüzeysel kalıyor.

EÄŸitim ve ideolojinin sorunlu kardeÅŸliÄŸi

Yazının geri kalanında yukarıda yaptığım tespiti örneklerle açmaya çalışacağım. Zira yazının ana temas noktası, proje okullar vs. değil, tüm o tartışmaların kökeninde yattığına inandığım eğitim-ideoloji bağlantısı.

Ancak baştan not edeyim: Mevcut duruşum ve hislerimden ötürü genel olarak eleştirel bir tona sahip olacağımı zannediyorum. Bakış açım rahatsız edici olabilir. Bir yandan, itiraf edeyim, hâlâ nasıl yaklaşmam gerektiğini çözemediğim meseleler mevcut, hatta belki de birçok itiraza sebep olan politikaları uygulamaya sokan kişilerle aynı çözümsüzlükleri yaşıyorum. Ancak hem gözlemlerimle hislerime önem veriyorum hem de bir polemik başlatmak için düşüncelerimizin tamamıyla net olması gerektiğine inanmıyorum. Belki de bu yazı vesilesiyle bir tartışma başlar, biz de istifade eder, fikir değiştiririz.

Åžimdi… Buzdağının görünmeyen kısmını nasıl açıklamıştık? Karar alıcıların, yani yöneticilerimizin kendi ideolojik tahayyülleri ile eÄŸitim meselesine dair yaklaşımları arasındaki baÄŸlantıyı ima etmiÅŸtik. Çok dolandırmayalım lafı, ideolojik tahayyül derken kastettiÄŸim ÅŸey, Ä°slamcı bir misyonun eÄŸitim alanına yansıması. Kâh “biz Ä°slami bir misyonun taşıyıcıları olarak eÄŸitim alanına da müdahale edecek güce sahibiz, o hâlde üstümüzde bu iÅŸin vebali kalmasın diye nasıl bir müdahalede bulunalım?” diyen, esasında samimi ve pür ideolojik bir mantalite; kâh iÅŸgüzar bir ÅŸekilde “Ä°slami yaklaşıma uygun” gördüklerini uygulamaya sokarak esen rüzgâra ayak uyduran, tipik “amir-memur” mantalitesi. Ancak samimi ÅŸekilde veya taklit ÅŸeklinde fark etmez, orijin olarak alınan bir “Ä°slami misyon” algısı var. Yani “eÄŸer bir Ä°slami bir misyon taşıyorsak neleri dönüştüreceÄŸiz?” sorunsalı var.

Kısacası kendimizi bir anda en derin Ä°slamcılık ve “baÅŸkalarıyla” birlikte yaÅŸama sorularının göbeÄŸinde buluyoruz. Bugün proje okuldu, dersin açılışında Fatiha okutulmasından, hocaların rotasyonuna kadar pek çok tartışma noktası, o büyük sorulara baÄŸlı.

Neydi büyük sorularımız?

“Büyük soruların” ilki çok tipiktir: Kendimize yapılmasını istemediÄŸimizi baÅŸkasına ne kadar yapabiliriz? Yahut şöyle düzeltelim, bize yapılmasını istemediÄŸimiz hâlde yapılanların kaybettirdiklerini geri kazanmak ile bunun ötesine geçmek arasındaki sınır nerededir? Tabi, daha kafa karıştırıcı bir diÄŸer soru da “biz kimiz?” olabilir ama vasati bir “mahalle kategorilendirmesi” yaparak hepimizi bir cephe sayıyor ve bu soruyu pas geçiyorum.

28 Åžubat’ın vurduÄŸu bir ailede yetiÅŸmedim. Lakin etrafımda 28 Åžubat’tan maÄŸdur olan onlarca ahbabım, büyüğüm var. Hepsinin ailesinden gördüğüm temel itiraz/isyan da ÅŸu olagelmiÅŸti: “Sırf dindarız diye bizleri her yerden uzaklaÅŸtırdılar, cadı avı yaptılar ve eÄŸitim hususunda da laiklik diye diye getirildiÄŸimiz nokta ortada.” Nitekim zorunlu eÄŸitimin sınırı gibi son derece teknik bir konu dahi sadece “laik endiÅŸelerle” ideolojik bir yarışa malzeme olmuÅŸ, neticede zorunlu eÄŸitim 8 yıla çıkarılmıştı.

Bu 8 yıl meselesi güzel bir örnek oldu aslında. Çünkü iÅŸin ironik tarafı da ÅŸu ki ilköğretim 8 yıldan 4+4’e dönerken de mantık tamamen aynı iÅŸledi. Birçok meselede olduÄŸu gibi... Biz normalleÅŸme, ortalama bir hak hukuk anlayışına uygun düzenlemeler beklerken sadece çarkların tersten iÅŸlediÄŸine, yani mantığın deÄŸiÅŸmediÄŸine tekrar tekrar ÅŸahit olduk ve oluyoruz. Ä°tiraf edelim; ideolojik olarak, inanç olarak bizlere yakın olduÄŸunu varsaydığımız yöneticilerimizin de her geçen sene artar ÅŸekilde dayatmalar yaptığını görüyoruz.

Dayatmacılık meselesi iki açıdan rahatsız edici. Her ÅŸeyden önce insanın aklına ÅŸu basit soru geliyor: Bu yaptığımız adil mi? Adil deÄŸil deyip de pek demokratik olmaya kalkarsak o Ä°slami misyon tahayyülümüz, yani “Ä°slamcı” düşünce arka planımız ne olacak peki? Dönüşümü nasıl saÄŸlayacağız? Türkiye’de rejimin asli unsuru olagelmiÅŸ katı laik zihnin bunca yıl dayattığı eÄŸitimi ve toplumu dönüştürme projesinin simetriÄŸi olmak meÅŸru mudur, deÄŸil midir? Ä°ÅŸte bu ikilem herkesin kafasını kuma gömmesi misali görmezden gelinen ama tüm yakıcılığıyla hemen hepimizin aklında olan bir ikilem. Bu yüzden hükümetin eÄŸitim alanında yaptıklarını ne kadar eleÅŸtireceÄŸimizi de pek bilemiyoruz açıkçası.

Ä°kinci problem de ÅŸu: Muazzam emrivakiler yapıyoruz. Aynı on yıllar boyunca katı laik mantaliteye sahip sistemin, eÄŸitim kurumlarına gelen çocuklara yaptığı sayısız emrivaki gibi. Ol deniyor da oluveriyor tarzı bir tutum var. Mesela öğretmenler farklı sebeplerle toptan atamalara tâbi tutuluyor. “Sırf dindar olduÄŸu için” sistem dışına itilmek istemezken sırf solcu, siyasi muhalif, bilmem ne olduÄŸu için kitleleri itelemek bir misyon gereÄŸi midir yoksa aynı rejimin önceki on yıllarda uyguladığı adaletsiz yaklaşımın simetriÄŸi midir? Bir de hep düşünürüm, bu kadar insanı kendinden nefret ettirmek; birçok haksızlığa kapıyı aralamak ya da ne bileyim bir sınıfı Kutlu DoÄŸum Haftası etkinliÄŸine katılmaya zorlamak ne denli Ä°slamidir?

“Yaptım, oldu” demenin, emrivakiler yapmanın bir boyutu daha var ki epey trajik: Bizler eÄŸitimde veya herhangi bir alanda kararlar verirken aslında “birlikte nasıl yaÅŸarız?”sorusundan kaçıyoruz. Biz kaçtıkça da yaralar derinleÅŸiyor. Güçlü iken (iktidarda iken) bu yarayı görmezden gelmek esasında basit bir iÅŸ ama her toplumsal kriz anında oturup “biz neden ortak dertlere karşı birleÅŸemiyoruz” yahut “biz neden yeri gelince siyaset üstü hareket edemiyoruz” diye sorgulayıp duruyoruz. Bu döngünün tek faili biz deÄŸiliz tabi. On yıllar boyunca aynı döngüyü “karşı mahalle” de tekrarlayıp durdu. Hatta bir döngüye bile muhatap kılmadan, bizleri doÄŸrudan yok saymayı tercih etti çoÄŸu zaman… Ama gerçek çok basit: Sen nasıl bir konsensüs üzerine toplumsal normları kuracağına dair oturup düşünmezsen, emrivaki ve dayatmalarla iÅŸini görürsen alacağın tek karşılık bu olur. Mesela15 Temmuz’daki vahÅŸi darbe giriÅŸiminin akabindeki gün dahi bu sancıları hissetmedik mi? Sonra da bir anda kendi mahallemizden dışarı açılıp “Yenikapı ruhu”na sarılmadık mı peki? Ä°ÅŸ baÅŸa düşünce konsensüs meselesini yokuÅŸa süren zihin kodlarını bir kenara fırlatmak daha kolay oluyor demek ki…

Öte yandan sizlere söyleniyor mu bu bilmiyorum ama ben not edeyim: “Emin” sıfatını iyiden iyiye kaybediyoruz. “Ä°ÅŸinize gelince Yenikapı, iÅŸinize gelmeyince kapı dışarı” diyenler çoÄŸalıyor, eÄŸitim alanındaki son hamleler gibi meseleler biriktikçe...

Artık günü kurtarmayı bırakıp bir konsensüs perspektifi üzerine düşünmenin zamanı gelmedi mi? 15 Temmuz bana bunu anlatmıştı oysaki…

Eğitim, siyasetin at parkuru olmak zorunda mı?

Sahi baÅŸka bir formül bulamaz mıyız artık? EÄŸitim iÅŸi ÅŸaka deÄŸil. Cumhuriyetin kuruluÅŸundan bu yana genel olarak kötü bir ÅŸaka mahiyetinde geliÅŸmiÅŸ olabilir her ÅŸey ama her baÅŸa geçenin bu vizyonsuzluÄŸu kabullenmesi vacip midir? Her gün uzmanlar eÄŸitim sistemimize dair istatistiklerin vahametinden bahsediyor. Açık ki bugün ülkenin takılıp kaldığı birçok nokta eÄŸitimin niteliksizliÄŸinden ileri geliyor. Müfredatın deÄŸiÅŸmesi gerektiÄŸini herkes söylüyor da söylüyor. Milli EÄŸitim eski bakanı Prof. Dr. Ã–mer Dinçer’in güzel özetiyle: “Öğrenimin niteliÄŸini ve niceliÄŸini öğrencinin deÄŸil, müfredatın belirlediÄŸi bir sistem özgür, yenilikçi ama aynı zamanda hüner ve hikmet sahibi insan yetiÅŸtiremez. ÇocuÄŸa özgü yöntemlere deÄŸil, müfredat programını yetiÅŸtirmeye odaklı bir öğretmen eÄŸitim seviyesini yükseltemez. Reform çalışmalarına bir bütünün orta yerinden baÅŸlamak doÄŸru bir yaklaşım olmaz. Müfredat, tek adam yaratma paradigması, otoriter ve merkezi eÄŸitim yönetimi ve öğretmenin, öğrencinin rolüyle birlikte gözden geçirilirse anlam kazanır.”

Son derece doÄŸru, zaten “FETÖ’lere” yol açan da tam olarak böyle bir paradigmayla kurulmuÅŸ müfredatlar deÄŸil mi?

Ä°yi, iyi ama bu eÄŸitim iÅŸi Frodo’nun taşıdığı yüzük misali sanırım… Yüzüğü eline geçiren ne yapması gerektiÄŸini unutuveriyor.

Hiçbir ciddi çalışma göremiyoruz, her şey yapboz tahtası gibi ve şu an gördüğümüz tablo olması gerekenin tam tersine işaret ediyor. Toplu atama kararnameleri ve özel yetkili müdürler yaratma hamleleriyle normalleşme gelmiyor ama ülkenin en liyakatli okullarının genetiğiyle oynanıyor. Evet, o okullar da, yıllar içinde oluşturdukları camiaları içerisinde pek arkaik söylemlere sahipler. Evet, doğrusu, o okullar eğitim açısından da mükemmel değildi. Hatta ataması yapılan birçok idareci ve hocanın yerine daha iyilerinin gelme ihtimali de var, rotasyona toptan karşı olmak benim tutumum değil. Fakat sıkıntı şu ki bu iş bir plan dâhilinde değil fakat bir toplu kıyım formunda yapılıyor gibi. Hiç yoktan bazı temel noktaların öngörülebilir olmaması adaletsizlikler doğuruyor. Yapılanların arkasında güvenilir bir akıl değil de salt siyasi saikler var gibi duruyor. Çünkü bunca ciddi hamlenin öngörülememesi, plansızlığı ve okullardaki moral-motivasyonu dip yaptıracak kadar şedit bir imajı beraberinde getiriyor.

Daha birkaç hafta öncesine kadar en büyük parolamız “liyakat” idi, hâlâ mı ders çıkaramadık yoksa? Åžimdi müfredat konuÅŸuluyor. Müfredat deÄŸiÅŸimleri de mi bu kafayla olacak? Mesela Cumhuriyet gazetesinden Orhan Bursalı’nın yazdığı ÅŸu satırlar doÄŸru ise kim ders çıkardığımızı iddia edebilecek?

“EÄŸitim yılının başında (1 Eylül) çıkan yönetmeliÄŸi iki kısımda ele almak gerekli. Birinci kısım öğretmen çalışma süreleri ve seçimi; kamuoyu ÅŸu anda sadece bununla ilgileniyor. Ben ikinci kısma dikkat çekmek istiyorum. 
Bu bölümde ‘Gerekli görülmesi halinde bünyesinde ortaokul bulunan proje okullarına Ã¶ÄŸrenci alımı, okul yönetimince yapılacak yazılı veya yazılı ve sözlü sınav sonucuna göre belirlenebilir’ diye özetlenebilecek olan bölümdür. Ä°ÅŸte bu madde ile amaçlanan ülkenin en baÅŸarılı okullarına (155 adet) bir ortaokul kısmı açma yetkisi vermek, sonra da bu okullara öğrenci alımını zihniyeti belli okul yönetiminin keyfine bırakmaktır. Yani merkezi sınav (TEOG) proje okulları için devreden çıkarılacaktır. Bu asıl tehlikedir.”

Bir siyaset felsefesine ve paradigmasına sahip olmak, bu doÄŸrultuda planlamalar yapmak baÅŸka bir ÅŸey, paradigmamızın öngördüğü sonuca ulaÅŸmak için en kestirme yolları tercih edip liyakat meselesini bir kenara atmak baÅŸka bir ÅŸey. Samimi bir misyon anlayışıyla ve iyi niyetle yapılsa dahi… Artık Ä°slamcı misyon taşıyan bir zihnin ya da sırf Ä°slamcı da deÄŸil,laikmilliyetçi vs. herhangi bir misyona sahip zihinlerin karar alıcı konumdayken de bunu hatırlaması lazım. Çünkü tam da o yollara sapınca yolumuzu kaybediyoruz aslında. Bir yandan düzeltelim dediÄŸimiz sistemi de toptan çökertiveriyoruz. YaÅŸadık ve gördük.

Bir örnek olarak imam hatipler

İmam hatip okullarından bahsi açmam biraz rahatsız edici olabilir ancak derdimi anlatmanın iyi bir örneği hâline geldi imam hatipler. Çünkü mesele imam hatip okullarını aşıp bir eğitim mantalitesine dönüşmüş gibi. Esasında imam hatiplerin niceliğinin ve niteliğinin de yükselmesinden memnun olan biriydim zira halkın talebi bu yöndeydi. Birçok imam hatipli arkadaşımın iyi standartlarda (en azından Türkiye şartlarında) eğitim aldığını görmek de beni sevindiriyordu. Ayrıca imam hatiplerin 28 Şubat kafasının büyük haksızlıklarına maruz kalmış bir sembol olması da pek tabii onların önünün açılmasına sevinmemiz için bir etkendi.

GeldiÄŸimiz noktada ise imam hatipler üzerinden öyle bir planlama kuruldu ki, “halkın talep ettiÄŸi imam hatiplere devlet geçit vermiyor” aÅŸamasından, “halkın talep etmediÄŸi miktarda imam hatibi devlet halka dayatıyor” aÅŸamasına geçtik. Hatta öyle bir noktaya varmış gibi duruyoruz ki imam hatip konsepti diÄŸer okul türlerine ihraç ediliyor. “Bir gün herkes imam hatipli olacak” der gibiyiz…

Bilmiyorum…

Acaba diyorum, bu yapılanların merkezindeki karar alıcılar şöyle mi düşünüyor: Bu seküler sistem yıllar boyu bizi tırpanladı, bizim ve halkın büyük çoÄŸunluÄŸunun deÄŸerlerine de zihin dünyasına da ters düşen bir eÄŸitim sisteminin cenderesine bizi soktu ve konsensüs falan demeden zorla dönüştürdü. BaÅŸarılı da oldu. En baÅŸtaki Türkiye’den bugünün Türkiyesine gelinceye dek sosyoloji öyle veya böyle deÄŸiÅŸti. Demek ki bu iÅŸler böyle oluyor. Biz de anca böyle yol alırız…

Fakat Fetullahçılar tecrübesi bize en çok da eÄŸitim yoluyla tektipleÅŸtirmeye (dolayısıyla mankurtlaÅŸmaya) dair bir ÅŸeyler anlatmalı deÄŸil mi?

Bu geçiyor ise kafalardan… Åžu soruyu haykırıyor insan: BaÅŸka bir yol yok mudur? Bu kolaya kaçmak deÄŸil midir? Gerçekten tek yol, bir dayatma savaşı mı? Yoksa artık birilerinin çıkıp bu at yarışını bir kenara bırakarak eÄŸitim meselesini esaslı ÅŸekilde ele alması gerekmiyor mu? Toplumda farklı paradigmalar var oldukça çatışma sıfırlanamaz belki ama en azından bir meÅŸruiyet ve konsensüs çabası baÄŸlamında “Ne olduysa oldu, aynısı tekrarlanmasın. Halkımız budur, vakıa budur, talepler budur; bunları es geçmeden bir ÅŸeyler yapalım” deyip yola devam edemez miyiz? EÄŸitim gibi hassas bir mesele bu özene deÄŸmez mi?

Bakın bu sorular önemli. Hem de çok önemli. Günlük siyasetin basit yansımaları gibi gözüken problemlerin çoÄŸu bu sorulara verilecek cevaplarla çözülebilir çünkü. Çünkü siz eÄŸer ideolojik olarak “hayır, bu sayılan olguları es geçmek zorundayız, baÅŸka yol yok”derseniz farklı görüşlerden öğretmenleri maÄŸdur edecek, elit okul denen okulların kültürüyle/genetiÄŸiyle bir anda oynamanın nasıl bir sosyal  -ve travmatik- karşılığı olduÄŸunu umursamayacak, hiçbir ciddi ölçme-deÄŸerlendirme metodu kullanmaksızın her yerin imam hatip olmasını çözüm olarak görecek ve bunlara meÅŸruiyet de saÄŸlamış olacaksınız. 

Ne yapmalıyız?

Ben bir uzman deÄŸilim fakat dedim ya, yaÅŸanan hadiselerin ortasında gözlem yapabilmiÅŸ, iyi kötü eÄŸitim meselesine dair kafa yormuÅŸ bir gencim. Esasında felsefi düzlemde yukarıda eleÅŸtirel bir tavırla karşıma aldığım “sistemi tepeden dönüştürücü bir Ä°slamcılık” anlayışına dair tam olarak ne düşünmem gerektiÄŸini de çözemediÄŸimi itiraf ediyorum. Kendime soruyorum, acaba bana iktidarı verseler bir Ä°slami sorumluluk duygusuyla neler yapardım? Ama bir yandan da gördüklerim, hissettiklerim var ve adalet duygumu inciten ÅŸeyler oluyor. Daha da fenası “bizim mahallemizin hükümeti” diyebileceÄŸimiz bir yönetim altında eÄŸitim sistemimizin yüzeysellik bataklığına saplandığını görmek beni daha çok düşüncelere sevk ediyor. Bir de görüyorum ki, öyle veya böyle, hiçbir ÅŸey ideolojik kodlardan bağımsız deÄŸil. Ä°ÅŸte hem bu tespitimi hem de içimden geçenleri bir araya getirince tavrım kendiliÄŸinden ÅŸekilleniyor. Tabi 15 Temmuz’da yaÅŸananlar da tavrıma tesir etti. Neticede diyorum ki:

Türkiye’deki mevcut sosyolojik gerçeklikte önemli olan; katı laik sistemde tırpanlanan deÄŸerleri ve paradigmaları eÄŸitim sistemine tekrar dâhil ederek normalleÅŸtirme iÅŸlevini sürdüren ama bunu yaparken de kendi düşünsel arka plan(lar)ından yola çıkıp öğrencileri katı sınırlarla çevrelenmiÅŸ alanlara hapsetmeyecek kadar özgür; eÄŸitimi siyasi at parkuru yapmayan, teknik ve pedagojik açıdan da hiç yoktan belli bir vasatı yakalayıp çocukları asgari müştereklerin olabildiÄŸince üzerinde yetiÅŸtiren bir eÄŸitim düzenini saÄŸlamak. Yani Türkiye genelinde bir konsensüs nasıl yapılacaksa onu eÄŸitime yansıtan bir anlayış… Belki fazla liberal duruyor dediklerim ama vakıaya bakınca toplum vasatında meÅŸru olan bu gibi geliyor. Gençlerin önü açılsın, yeri gelsin ezberleri bozsunlar. Zaten biliyoruz ki alabildiÄŸince aşırıya gitmeyi engelleyen sübaplar her zaman olacak sistemde.

Devlet okullarında böyle konsensüse dayalı bir vasat yakaladıktan sonra da hükümet iken“kendi eÄŸitim paradigmamızı, siyaset mekanizmasını kullanarak ama bunu suiistimal de etmeden nasıl sisteme yansıtırız?” diye düşünüp planlar yapabiliriz. Tabi iÅŸin ehli insanlarla; iÅŸgüzar bürokratlarla deÄŸil… Gerekirse bir yandan da kendi iddialı eÄŸitim kurumlarımızı oluÅŸtururuz. Madem bu kadar güveniyorsak doÄŸru olanın bizim dediÄŸimiz olduÄŸuna…

Yani kısaca, bir kez de baskı yerine zoru; gerçekten sosyal dönüşüm yolunu deneyelim?

 

Deniz Baran

Kaynak: Dünya Bülteni

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.