Sosyal Medya

Güncel

Kök sebep gibi bir mücevheri bulunca bilim dünyasının ilk yapmaya çalışacağı şey, onu ölçmektir -İskender Öksüz

Refahın sebeplerinin sebebi toplum sermayesidir. İllâ yabancı dil isterseniz sosyal kapitaldir. Böyle sebeplerin sebebine yönetim biliminde



Acemoğlu ve Robinson refaha sebep diye liberal demokrasiyi gösteriyor; hâlbuki sosyal kapital liberal demokrasinin de sebebi. Çünkü sosyal kapitalin karşılıklı güven, saygı, sevgi gibi unsurları yoksa demokrasi mümkün değildir.
 
Kök sebep gibi bir mücevheri bulunca bilim dünyasının ilk yapmaya çalışacağı ÅŸey, onu ölçmektir. Sosyal kapitalin unsurları bellidir: Ä°nsanlar arasındaki yatay baÄŸlar, bu baÄŸların kurdurduÄŸu dernekler, birlikler, loncalar, ÅŸirketler, siyasî partiler… 1970 ve 80’lerde Ä°talya’yı inceleyen Robert Putnam, sosyal sermayeyi ölçmek için hem o günkü hem de tarihteki teÅŸkilatları ve her birinin üye sayısını arayıp buluyordu. Bugün de sosyal sermayenin nasıl ölçüleceÄŸini OECD gibi kurumlar araÅŸtırıyor.
 
Fakat daha mükemmel ve kapsamlı ölçüler bulana kadar elimizde sosyal sermaye yükselince yükselen, düşünce düşen bir değişken var: Güven.
 
Fukuyama, sırf güven üzerine bir kitap yazdı ve adını da -iyi bildiniz- “Güven” (Trust) koydu. Güvensizlik, toplumdan tahsil edilen, fakat topluma geri dönmeyen bir vergi gibi, ülke ekonomisini olumsuz etkiliyordu. Kitaptaki tezler ciddiye alınmış olmalı ki bir “Güven Ä°ndeksi” (Trust Index) ve bunu ölçen bir anket tesis edildi ve ülkeler bununla deÄŸerlendirildi.
 
Son derece basit bir indeks ve son derece basit bir anket:
 
Katılanlardan şu iki ifadeden birini seçmesi isteniyor:
 
1- İnsanların çoğuna güvenilir.
 
2- İnsanlarla münasebette dikkatin fazlası olmaz.
 
Her 20 Türk’ten ancak biri çevresindekilere güvenebileceÄŸini söylüyor. 100 Türk’ten 95’i “Aman dikkat, bana kazık atarlar” diye düşünüyor.
 
Anket yapılan toplumun puanı 100’den baÅŸlıyor. Güvenilir diye cevap veren yüzde bu puana ekleniyor, (2) cevabını verenlerin yüzdesi çıkarılıyor:
 
Güven Ä°ndeksi=100+(1) diyenlerin yüzdesi –(2) diyenlerin yüzdesi.
 
Mesela toplumun yüzde altmışı güvenilir cevabını verir, yüzde kırkı çevresine güvenmezse Güven Ä°ndeksi: 100+60–40=120 oluyor. Bu kurala göre güvenenlerin yüzdesini bulmak çok kolay. Ä°ndeksin yarısı, güvenen yüzdeyi veriyor. Misalde 120’nin yarısı 60. Güvenmeyenleri bulmak için de bunu 100’den çıkarır ve 40 elde ederiz.
 
SOSYAL SERMAYENÄ°N Ä°FLASI
2004-2009 yılları arasında yapılıp 2016’da açıklanan verilere göre “Güven Ä°ndeksi”nin, dolayısıyla sosyal kapitalin en yüksek olduÄŸu dört ülke ÅŸunlar:
 
Norveç 148, Ä°sveç 134, Danimarka 132 ve Çin 121. Bu rakamlara göre bu ülkelerde çevrelerindeki insanlara güvenenlerin yüzdesi sırayla 74, 67, 66, 60. Dünya ve OECD ortalamaları yüzde 60 civarında. Güven indeksinin en düşük olduÄŸu dört ülke de şöyle sıralanıyor: Ruanda 10, Türkiye 10, Cape Verde 9, Trinidad ve Tobago 8. Buna göre Türk insanları arasında çevresine güvenenlerin oranı yüzde beÅŸ. Her yirmi Türk’ten ancak biri çevresindekilere güvenebileceÄŸini söylüyor. 100 Türk’ten 95’i “aman dikkat, bana kazık atarlar” diye düşünüyor.
 
Daha kötüsü, Türkiye’de güvenin yirmi yıldan kısa bir sürede yüzde 50 civarında azaldığı görülüyor. Bu da dünya rekorları arasında. Ä°yiye gidiyoruz diyenler bu rakamlara bir göz atsın. Ä°llâ iyimser olacaksak şöyle avunabiliriz: Sosyal sermaye bu kadar hızlı azalabiliyorsa, inÅŸallah bu, yine hızlıca artabileceÄŸinin göstergesidir. Son yirmi yılda ne yaptıysak, onları yapmayı terk ettiÄŸimizde, bir ihtimal, dünya ortalamasına yükselebiliriz…
 
Anket 117 ülkede yapılmış. Biz 115.’yiz. Sondan üçüncü! Bu sondan üçüncülük diÄŸerlerinden daha kötü. Gerçi PISA gibi ölçümlerde de sondan üçüncülük civarındayız. Fakat onlarda sondan üçüncü olduÄŸumuz grup meselâ OECD ülkeleri veya Avrupa ülkeleri gibi nispeten küçük ve kalkınmış ülkelerdi. Güvende 117 ülke arasında sondan üçüncüyüz! En düşük notumuz bu ve güven sosyal sermayenin göstergesi olduÄŸuna göre sosyal sermayede iflas seviyesindeyiz. Ve sosyal sermaye kalkınmanın kök sebebi!
 
Bu veriler elimizde olduğuna göre güvensizliğimize bir tane güvensizlik daha ekleyelim ve çok iyiye gittiğimizi söyleyen politikacılarımıza ve onların sözcüsü pseudo-entelektüellere de güvenmeyelim. Türkiye bir yere varacaksa her şeyden önce düzeltilmesi gereken güven düşkünlüğümüzdür.
 
Siyasî parti liderlerinin ne yapacaklarını anlatmak yerine kendilerinden başkasının ne kadar kötü olduğunu anlatmayı tercih etmelerinin; hatta partinin mevcut yönetim kadrosunun, muhaliflere ajanlık dâhil her hakareti yakıştırmasının sebebi de ortaya çıkıyor. Ancak yüzde beşi yanındakine güvenen bir toplumu öcülerle korkutmak, başkalarının ne kadar kötü, hain, ajan vs. olduğuna inandırmak kolaydır. Özünde paranoid toplumu iç siyasette de dış siyasette de üst akıllara, herkesin kendilerine oyun düzenlediğine ikna etmek de kolaydır. Ancak eşsiz liderlerdir ki bu oyunları bozabilir, öcüleri kovabilir.
 
Etrafını kendisine kazık atmak için fırsat kollayan, açık ve gizli düşmanlarla çevrili gören insanımızın güvenli bir liman araması, bir cemaate, bir koruyucuya, bir torpile, bir mafyaya, bir “baba”ya sığınması anlaşılır sapkınlıklardır. Etraf bu kadar düşmanla çevriliyken komplolar vehmetmek, baÅŸarısızlıklarını baÅŸkalarından bilmek… Hepsi makuldür.
 
YUKARIDAN SARKITILAN Ä°PLER!
Güvende dünyanın dibinde yer almamızın başka sonuçları da var. Güvenmediğiniz insanı sevebilir misiniz? Hayır! O sizi sever mi? Hayır! Güvenmediğiniz insanı sayar mısınız? Hayır! O sizi sayar mı? Hayır! Böyle insanlardan oluşan bir çevrenin ülkenin çıkarları yönünde karar alabileceğine inanıyor musunuz? Hayır!
 
Peki demokrasiye, yani ne yapılıp ne edileceÄŸine, karar verirken yüzde 95’ine güvenmediÄŸiniz insanların sizin doÄŸrunuzda/yanlışınızda birleÅŸmesi mümkün görünüyor mu?
 
Güven, sevgi, saygı ve bunların tabî sonucu demokrasinin bulunmadığı her ortamda yeni paralel düşey teşkilatlar doğar.
 
Partinizin bir sürü hainle, size düşman insanlarla dolu olduğunu biliyorsunuz. Bu size kazık atmak için fırsat kollayan güvenilmez insanların kirli siyaset içinde yararlı yönde oy kullanacağına, dolayısıyla parti içi demokrasinin faydasına inanır mısınız?
 
Åžaka mı ediyorsun? Tabiî ki… Hayır, hayır, hayır!
 
Bu bataklıktan sizi tutup çıkaracak olan o güvenilmez insanlar olabilir mi? Asla. KurtuluÅŸunuz yukarıdan sarkıtılan ipledir. Cemaatin başının, tarikat ÅŸeyhinin, partinizin başındaki büyük adamın, o büyük adamların sizin bölgedeki yakininin yardımı, tavsiyesi, kartıdır. Hep dikey baÄŸlantılardır. Dikey disiplindir. Çünkü yan yana durduÄŸunuz insanların yüzde 95’i sizi kazıklamak için fırsat kolluyor: HoÅŸ geldin Mezzogiorno, hoÅŸ geldin mafya.
 
İnsanımız bilhassa devlet dairesine bir iş için müracaat edecekse, devletin herhangi bir hizmetinden, meselâ hastaneden faydalanmayı düşünüyorsa ilk yaptığı şey tanıdık aramak veya yakınlarına o gideceği yerde tanıdıklarının olup olmadığını sormaktır. Belli ki şehirli olmaya olmuşuz ama cemiyet (Gesellschaft-sosyete) değil cemaat (Gemeinschaft) halindeyiz.
 
Çevreye, yani yatay iliÅŸkilere güvensizlik, çevrenin muhtemel düşmanca tavrına karşı düşey iliÅŸki aramak… Bu eÄŸilimi Engin Geçtan Hoca çok güzel anlatır: “Koca koca insanlar, ellerinde göbek kordonları, sokup rahatlayacakları priz arıyorlar.” Åžahsiyetimizi kaybetmek karşılığında ana rahminin rahatlığı!
 
Yukarıdan aÅŸağıya doÄŸru yönelen kurtarıcı ellere siyaset biliminde “clientelism” ve “patrimonialism” deniyor. Birincisi seçmene oy karşılığı nakdî veya ayni (kömür, makarna…) rüşvet vermek; ikincisi -daha granüler- tek tek ÅŸahıslar bazında tayinlerde, terfilerde, ihalelerde bizimkilere torpil yapmak.
 
Siyaset bilimi ve sosyolojinin bulguları, FETÖ olayını daha kolay anlamamıza ışık tutabilir. Fakat bu ışıkta görmemiz gereken diğer husus, meselenin FETÖ ile sınırlanamayacağıdır. Güven, sevgi, saygı ve bunların tabiî sonucu olan demokrasinin bulunmadığı her ortamda yeni paralel düşey teşkilatlar doğar. Bu paralellerin adı bazen cemaat, bazen tarikat, bazen teşkilat, bazen mafya, bazen de bizim parti olabilir.
 
AYNI DEÄžERLERÄ° PAYLAÅžMAK
 
Aslında böyle yapılara cemaat denmesi yanlıştır. Gerek bizim kültürümüzdeki kullanımıyla, meselâ birlikte namaz kılmak üzere bir camide toplanan insanlar anlamında, gerekse sosyolojideki “Gemeinschaft” anlamındaki cemaatte farklılaÅŸmadan ziyade birbirine benzerlik, eÅŸitlik baskındır. Hâlbuki bizde cemaat denildiÄŸinde son derece düşey ve piramidal bir yapı kastedilmektedir.
 
Demokrasi ise sadece seçim değil; bütün topluluklarda, üniversitede, sendikada, partide ve bütün ülkede, şu yanımızda duran insanların çoğunluğunun bizim değerlerimizi paylaştığını bilmenin, onlara güvenmenin, onları sevme ve saymanın bir sonucudur. Bu unsurlar yoksa demokrasi yoktur. O zaman siyaset, çok sayıda düşey paralel yapının birbirini yenmeye çalıştığı pis bir kavgadır.
 
KARAR

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.