Güncel
Türkiye - Rusya yakınlaşması ne kadar gerçekçi?
Follow @dusuncemektebi2
Başbakan Yıldırım’ın Türk dış politikasında “Dostlarımızı artıracağız, düşmanlarımızı azaltacağız” hedefinin en somut uygulaması Türkiye-Rusya ilişkilerindeki hızlı ve çarpıcı yakınlaşma oldu. Türkiye ve Rusya bir yandan ikili ilişkilerini tamir ve tahkim ederken diğer yandan bölgesel sorunlar konusunda ittifaka giden bir işbirliği geliştiriyor.
Özellikle uçak düşürme olayı sonrası tahribatı gidermek için ekonomi, ticaret, turizm, askeriye, diplomasi alanlarında güçlü bir mutabakat görülüyor. Bu baÄŸlamda çok önemli bir hamle ikili ticaretin TL ve Ruble ile yapılmasına karar verilmiÅŸ olmasıdır. Bu kararın uygulanmasının sadece ABD’nin ve doların hegemonyasına meydan okuma deÄŸil, aynı zamanda Türkiye’nin dış ekonomik iliÅŸkileri ve uluslararası siyasi konumunda devrimsel bir deÄŸiÅŸiklik yapma potansiyeli taşıdığını not edelim. Hatta bu yönde bir deÄŸiÅŸiklik Türkiye’nin stratejik iliÅŸkilerinde ciddi etkiler doÄŸurabilir ki bunun ilk iÅŸaretlerini zaten görüyoruz.
Türkiye-Rusya stratejik yakınlaÅŸmasının ilk ve radikal ürünü Fırat Kalkanı Operasyonu’dur. Türkiye’nin ÖSO kuvvetleri desteÄŸiyle Suriye’nin kuzeyinde yapmakta olduÄŸu operasyonun tamamen Rusya ile anlaÅŸmaya ve ortak hedeflere dayandığına hiç şüphe yoktur. Her ne kadar bu operasyona ABD’den destek gelmiÅŸ olsa bile esasında ABD-PYD oluÅŸumuna karşı yapıldığı bilinmektedir. Türkiye-Rusya “ittifakı”, ABD ve PYD’nin Suriye projesini engellemeye ve farklı bir Suriye yapılanması ortaya koymaya çalışmaktadır. Bu ittifakın Esad’ın geleceÄŸine ve Suriye’nin yeniden yapılandırılmasına nasıl yansıyacağını, Türkiye’nin Esad’ı düşürme politikasında Rusya’nın savunduÄŸu yönde deÄŸiÅŸikliÄŸe yol açıp açmayacağını henüz bilmiyoruz. Ancak bu süreç Türkiye’nin geleneksel Batı, NATO ve ABD ittifakına tenakuz oluÅŸturmasının yanında Türkiye’nin Esad politikasında ipuçları daha ÅŸimdiden görülen radikal bir deÄŸiÅŸikliÄŸe yol açma ihtimalini içermektedir.
MOSKOVA’NIN TARÄ°HSEL TEHDÄ°DÄ°
Türkiye ile Rusya arasında bu düzeyde bir yakınlaÅŸmayı nasıl deÄŸerlendirmek gerekir? Bu yakınlaÅŸma Türkiye’nin dış ve iç politikasında yapısal bir deÄŸiÅŸiklik ve özellikle Batı, NATO ve ABD ittifakından kopması ile sonuçlanır mı? Türkiye ve Rusya, ABD’nin bölgedeki ve dünyadaki hegemonyacı politikalarına karşı pragmatik bir denge kurmaya mı çalışıyorlar? Yoksa tüm bunlar özellikle Türkiye dış politikasının blöfü mü? Bu soruların cevabını iki ülkenin tecrübelerinden dersler çıkararak ve bazı tahminlerde bulunarak verebiliriz. Bu konuda bildiÄŸimiz en önemli vakıa, Türkiye ve Sovyetler BirliÄŸi’nin KurtuluÅŸ Savaşı ve sonrasında dönemin emperyalistleri Ä°ngiltere ve Fransa ile onların desteklediÄŸi Yunanistan’a karşı ittifakıdır. Mustafa Kemal liderliÄŸi, Ä°ngiltere ve Fransa’nın Anadolu’yu ve Ä°stanbul’u iÅŸgal etmesi ve Sevr AntlaÅŸması ile yeni devletler kurdurma planını engellemek için Lenin ile ittifak yapmış ve bu ittifak en nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluÅŸuna yardımcı olmuÅŸtu. Bu ittifak KurtuluÅŸ Savaşı ile sınırlı kalmamış daha sonra Ä°ngiltere’nin Musul sorununda Türkiye’yi hayal kırıklığına uÄŸratması nedeniyle (17 Aralık 1925 Türk-Sovyet paktı ya da antlaÅŸması ile) daha da güçlenerek devam etmiÅŸtir.
Türkiye ve Sovyetler arasındaki bu stratejik yakınlaÅŸma tamamen pragmatik, geçici ve tepkisel bir ihtiyaçtan kaynaklanmıştı ve uzun dönem devam etmesi mümkün deÄŸildi. Zira Mustafa Kemal liderliÄŸi, Türkiye’nin entelektüelleri ve sivil toplumu, ne komünist rejime sempati ve istek duyuyordu ne de Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’nun baÅŸlattığı modernleÅŸme tecrübesinden kopmak niyetindeydi. Bilakis Mustafa Kemal, muhafazakârlar, aydınlar ve toplumun geneli, bir yandan Rusya’nın tarihsel tehdidine ve geniÅŸlemesine karşı Avrupa ve Batı ile ittifak yapmayı, diÄŸer yandan aydınlanma ve modernleÅŸme deÄŸerlerine baÄŸlı kalmayı tercih etmiÅŸlerdir. Bu tercih, daha sonra Ä°smet Ä°nönü’nün güvenlikçi politikasından Menderes, Özal ve AK Parti’ye kadar tüm özgürlükçü muhafazakâr/mütedeyyinlerin özgürlük ve kalkınma politikalarına kadar kılavuz olmuÅŸtur.
Bugünkü ÅŸartlar, bu tarihi tecrübeyle hem benzerlik hem de farklılık arz ediyor. Türkiye ve Rusya’nın ABD-PYD projesine karşı iÅŸbirliÄŸi Ä°ngiltere’nin emperyalist Musul politikasına karşı yaptıkları iÅŸbirliÄŸine benzerken, Sovyetler komünizminin artık gündemde olmaması ciddi bir farklılıktır. Ancak hem o dönemde hem de bugün hâlâ geçerli olan temel faktör, Türkiye’nin iki yüz yıllık modernleÅŸme, kalkınma, demokratikleÅŸme, yani kısacası muasır medeniyetler hedefidir. Bu noktada hayati soru, Türkiye’nin Rusya ile stratejik yakınlaÅŸması iki yüz yıllık muasır medeniyet deÄŸerlerine ulaÅŸmasına yardımcı mı, yoksa engel mi olur? Türkiye, Midyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma riskiyle karşılaşır mı?
BATI Ä°LE MEVCUT TÄ°CARÄ° Ä°LÄ°ÅžKÄ°LER
Bu sorulara sadece benim gibi akademisyenlerin deÄŸil AK Parti liderliÄŸi yanında tüm Türkiye’nin birlikte karar vermesi gerekir. Kısmen Türkiye ve dünya tarihi tecrübesinden edindiÄŸim dersler kısmen de siyasal felsefem ışığında deÄŸerlendirdiÄŸimde, Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşıp Rusya’yla kalıcı bir ittifak içine girmesinin hem reel-politik hem de ideal-politik açılardan mümkün ve doÄŸru olmadığı kanaatindeyim. Türkiye’nin Osmanlı’dan itibaren farklı motivasyonlarla da olsa Batı ile birlikte olmaya çalışması, AK Parti ve savunduÄŸu muhafazakâr demokrat geleneÄŸi, iki yüz yıllık muasır medeniyet hedefi ve özellikle Türkiye’nin Batılı örgütler içindeki konumu ve sahip olduÄŸu deÄŸerler nedeniyle Rusya’ya ve DoÄŸu’ya doÄŸru yapısal bir dönüşün maliyeti yüksektir. Elbette ki Türkiye bu maliyeti göze alarak ve tüm birikimine ve baÄŸlarına raÄŸmen Batı’dan uzaklaşıp Rusya’ya ve örneÄŸin Åžangay Ä°ÅŸbirliÄŸi Örgütü (ŞİÖ) gibi bir oluÅŸuma yönelebilir, ancak bu kararı vermeden önce iki noktayı göz önünde bulundurmasında yarar var.
Birincisi bu dönüşümün getirecekleri ile götüreceklerini hesap etmesi, ne kadar rasyonel olduÄŸunu düşünmesi gerekir. Türkiye’nin Batı ile sahip olduÄŸu ekonomik ve ticari iliÅŸkilerin büyüklüğü, milyonlarca vatandaşının Avrupa’da ve Batı’daki varlığı, binlerce öğrencisinin Batı üniversitelerindeki eÄŸitim-öğretim faaliyetleri, üniversitelerinden ÅŸirketlerine kadar birçok sivil toplum örgütünün Batılı muhataplarıyla ortaklıkları ve en önemlisi de Cumhuriyet ve demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hak ve özgürlükleri ve açık toplum deÄŸerleri ve normlar müktesebatının Rusya, ŞİÖ ve diÄŸer alternatifler tarafından karşılanmasının mümkün olmadığı unutulmamalıdır. Rusya, Çin, Hindistan gibi dev ülkeler ekonomik olarak çok güçlü olmaya baÅŸlasalar bile hem dünyaya, insanlığa ve bireylere siyasal bir vizyon sunmaktan uzaklar hem de aslında kendileri de esasen Batı kaynaklı evrensel bir paradigmanın uygulayıcısı rolünü oynamaktadırlar. Rusya ve diÄŸerleri Türkiye’nin güncel stratejik, reel-politik ve maddi ihtiyaçlarına belki katkıda bulunabilirler ama Osmanlı’dan beri geliÅŸen iki yüz yıllık muasır medeniyet idealine ufuk açacak kapasite ve ilhama sahip deÄŸildirler.
Ä°kinci olarak, Türkiye karar verirken “öfkeyle kalkan zararla oturur” ya da “pireye kızıp yorgan yakmak” gibi atasözlerimizin öğütlerine kulak verilmesi öğretici ve ufuk açıcı olur. Türkiye’nin bugün karşılaÅŸtığı sorunların, zorlukların, özellikle Suriye ve diÄŸer sıkıntılarının geçici/konjonktürel olduÄŸunu ve bu sorunların kısmen ABD ve Batılıların ama kısmen de kendi Arap Baharı ve Suriye politikasındaki yanlışların sonucu olarak ortaya çıktığını düşünüyorum. Bu sorunlara doÄŸru tespit, teÅŸhis ve çareler üretmek yerine tepkisel olarak Rusya ve diÄŸerleri ile yapısal bir deÄŸiÅŸiklik içine girmek kalıcı çözümler üretmeyeceÄŸi gibi Türkiye’nin ve bölgenin geleceÄŸi açısından hayırlı sonuçlar doÄŸurmayacaktır. ABD hegemonyasına tepki olarak Rusya veya Çin hegemonyasına veya etki alanına girmek rasyonel bir karar olmayıp Türkiye’nin geleceÄŸini riske atabilir. Hatta bu süreç AK Parti’nin bizzat savunduÄŸu Osmanlı’dan tevarüs eden gelenek ve medeniyet kodlarını tahrip edebilir.
RADİKAL DÖNÜŞÜM İHTİYAÇ MI?
Basına yapılan açıklamalardan ve gözlemlerimden hareketle bu sürecin blöf boyutunun olduğunu iddia etmek de mümkündür. Ancak az önce belirttiğim ülke birikiminin ve maliyetlerinin muhakkak dikkate alınacağı varsayımıyla dış politikada yapısal değişikliğin bir blöf konusu olamayacağını, eğer blöf söz konusu ise bunun çok tehlikeli sonuçlar doğuracağını, zira olumlu sonuçlar getirmeyen/getirmeyecek bir blöfün derin tahribatlar doğuracağını düşünüyorum.
Son söz olarak; Türkiye’nin iki yüz yıllık statüsünü, konumunu, birikimini, müktesebatını ve ideallerini koruyarak hem Rusya ile hem de diÄŸer tüm ülkeler ile yakın iliÅŸkiler ve iÅŸbirlikleri geliÅŸtirmesinin hiçbir sakıncasının olmadığını, hatta yararlı olduÄŸunu da not düşmeliyim. Ve bunun için ne blöf yapmaya ne de radikal dönüşüm içine girmeye ihtiyaç olmadığını belirtmeliyim. Yeter ki günümüz ve geleceÄŸimiz altından kalkılamayacak veya geri dönüşü çok yüksek maliyetlerle karşılaÅŸmasın!
PROF. DR. RAMAZAN GÖZEN
Henüz yorum yapılmamış.