Cehennem birçok insan için farklı tanımlardadır. Stephen King örneğin, deja vu temalı öyküsünde (That Feeling, You Can Only Say What It Is in French)
cehennemi “sonsuz tekrar” olarak tahayyül ettiÄŸini söyler.
Bana göre cehennem, tam olarak John Nash’in yaÅŸadığı ÅŸeydir. YaÅŸam ile baÄŸlantısını akıl üzerine kurmuÅŸ, aklı ile baÅŸarılar kazanmış bir insanın tek
güvendiği hazinesini kaybettiğini görmesi bir tarafa, kişinin yaşamaya devam etmek zorunda oluşudur. Her saniyesinde kaygı, her hareketinde beynine hücum
eden binlerce, yüzbinlerce veri ve bununla ömrünün kalanını geçirmek zorunda olmak. Şizofreni, beynin bir nevi DDoS saldırısına uğramasıdır.
Oysa bunu anlayana değin, yani o verilerin sistematik bir düzende olmadığını, sadece sayılamayacak çoklukta kanserli düşünce olduklarını anladığı zamana
kadar Nash için hayatta başarılacak çok şey vardır. Hepsini geride bırakmak zorunda kalır. Gelecek vaat eden parlak bir akademisyenden ders çalışmaya
çalışan sakar bir çömez konumuna düşmeyi göze alır Nash. Bunu ona yaptıran aklı, planları değildir. Kalbini dinlemesidir. Ait olduğu yere kendisini götürecek olan kalbini.
Oyun Teorisi‘nin sahibi ünlü matematikçinin hayatını konu alan filmde, Bayan Nash eÅŸine şöyle der: “Çözümü araman gereken yer aklın deÄŸil. Sorun aklında
da olsa çözümü bulabilirsin. (Elini kocasının kalbine götürerek) Bunun rehberliÄŸinde.”
Nash öyle yapar. Bu sayede hikayesi insanlık tarihine uğur olur.
Henüz yorum yapılmamış.