Kürsü
Bir Ömre Biriken Şarkı veya Orhan GENCEBAY
Mustafa KARAOSMANOÄžLU
Sanırım yıl 1967 (veya 1968) Bafra’nın köyünden Samsun'a geliÅŸlerimin belki ilki, belki de ikincisi. Ben pek Samsun tanımam o zamanlar. Bafra eniyle boyuyla benim yaşımda bir çocuk için fazlasıyla büyük bir ÅŸehir, dolayısıyla onu da kullanmıyorum. YaÅŸam alanım için, ilk nefes aldığım ve hayatı el yordamıyla tanımaya baÅŸladığım yer, ormanına aÄŸaçlarının sıklığıyla tanış olduÄŸum, zihin ülkemde daÄŸlarının arkasında sonsuzluk hayallerimi yeÅŸerttiÄŸim orta büyüklükte bir köy olan Ormancık Köyü. O köyde babaanneli, babalı, anneli ve benden hariç dört kardeÅŸli bir hanede yaşıyorum ben de.
Teyzeye de halaya da birini diÄŸerinden ayırt etmeden teyze diyen doÄŸu karadenizli olmamızdan kaynaklı bir dile sahibiz. O yıllar ben ve kardeÅŸlerimin “hanım teyze” diye çağırdığımız, babamın dört yaÅŸ büyük kız kardeÅŸini görmek için köyden kalkılıp Samsun’a gidilirdi. Genelde bir kaç kiÅŸi gidilir bazen bu birkaç kiÅŸiden biri Samsun’da bırakılıp geriye öyle dönülürdü. Bu ‘bazen’ o yıllardaki gidiÅŸ geliÅŸlerde çoÄŸunluk benim üstümde kalırdı. Hanım teyzem yürüyen bir yürek gibiydi benim için, birini sevdi mi coÄŸrafya büyüklüğünde severdi. Siz de geniÅŸlediÄŸinizi düşünürdünüz o zamanlar. Onunla birlik olup ÅŸarki söylemek, yemek yemek, gezmelere bir yerlere gitmek baÅŸlı ve sonlu bir zevkti. Hanım teyzemin içinden sevgi, içinden siyasi düşünce, içinden incelik, içinden doÄŸruluk, içinden eÄŸlence çıkardı. Okumayı seven biriydi hanım teyzem. İşçi çalışanı beyinin hane reisi olduÄŸu evlerine o yıllar garip bir ÅŸekilde adını ÅŸimdi çıkartamadığım bir gazete girerdi veya ben öyle hatırlıyorum. Veyasız hatırladığım diÄŸer bir ÅŸeyse, onun bahsi geçen yıllarda çıkan cep foto roman denen resimli mevkuteleri okuduÄŸuydu.
Yine böyle bir Samsun seferinde hanım teyzemlerde kalıyordum ki, “nerde boynu bükük bir garip görsen” diye bir ÅŸarkı mırıldandığını duyduÄŸumda, o benim kendisine olaÄŸandan farklı bir ÅŸekilde baktığımı zannederek bu duruma bir açıklama getirme zorunluluÄŸu hissetmiÅŸti de, ben de ilk defa o zaman duymuÅŸtum Orhan Gencebay ismini. Hanım teyzem biraz da gururla samsunlu bir ÅŸarkıcı bu deyip hemÅŸehriliÄŸin altını da ustaca çizerek vermiÅŸti bu bilgiyi bana. Hikaye anonim olana yakındı hanım teyzemin dilinde; Gencebay’da da diÄŸerleri gibi amansız bir sevdaya düşmüş kavuÅŸamamış biriydi, diÄŸerleri gibi o da derdine ortak olarak sazını bilip, ondan çıkarmıştı hırsını, onun tellerini dövüp sevdiÄŸinden intikamını nota nota almıştı. AÅŸk olmazsa ÅŸarkının temelini söküp atmış oluyordunuz. Bütün notalar köksüz ve elbisesiz, bütün ezgiler de hayatımızda, kelimenin geldiÄŸi yer itibariyle ezik olmanın olgunluÄŸunu kuÅŸanmadan oynak bir ÅŸekil alıyordu. Halbuki ben o yıllar kendi başına yemeke kaşık çalmayı yeni öğrenen biri olarak, ne aÅŸk bilirdim ne de nota.
ama ÅŸarkı severdim. birazcık kendimi tanımaya baÅŸlayınca varlıkla aramdaki iliÅŸkiyi anlamak babından olsa gerek dilimdeki ÅŸarkı “bana kaderimin bir oyunu mu bu” diye süregiden ve Gencebay’ın albümünde “hayat yolu” ismiyle anılan ÅŸarkıydı. Belki de insiyaki olarak çocuklukla gençlik arasında sıkışmış bir zamanın hayata nasıl bir iz düşürdüğünü ölçmek ve öğrenmek istiyordum bu ÅŸarkıyla. Sesimin çirkin olduÄŸunu söyleyenler bunu bilmiyorlardı. Ama ben onlardan öğrendiÄŸim kadarıyla çiÄŸ yumurta sarısı içtim sesimin güzel çıkması için. Annemin kümesteki yumurtaların eksikliÄŸini fark edip iÅŸgillenmesi ile bendeniz, bir türlü Gencebay kıvamında ÅŸarkı söyleyemeden bıraktım yumurta içmesini.
70’li yılların köyden ÅŸehre göç kervanına ailecek biz de katılmıştık. Sosyolojik olarak bizim müziÄŸimize de Gencebay düşüyordu o zamanlar. Daha sonraki yıllarda iÅŸe Ferdi Tayfur dahil olmuÅŸ olsa da Samsun’lu olmamız hasebiyle Gencebay’da sabit kalmamız dar bölge milliyetçiliÄŸi ile de desteklenen bir vaziyete iÅŸaret ediyordu. İçinde bulunduÄŸumuz durum gereÄŸi, biz Gencebay’a yalın bir edilgenlikle tutulmuÅŸ deÄŸildik, onda bizi temsil eden doÄŸrudan bir mertlik, ahde vefa, sıla-i rahimde bulunmak, cömertlik, düşmüşe yardım etmek gibi, fiyakamız artsın diye yakamıza onurla takabileceÄŸimiz farklı feodal unsurlar da vardı. Neyse yaÅŸadığımız hayat, babamı almanya’ya bizi de bafra’ya getirip bırakmıştı.
“Bir teselli ver”i duyduÄŸumda yazlık sinemayı komÅŸu evinin çatısından seyrederken buldum kendimi. Teselli edilecek yaÅŸların kıyısına gelmiÅŸtim henüz. Bir müddet sonra günün bütün vakitleri, “akÅŸam güneÅŸi”nin ölgün ışıkları ve aşırı romantik melodisiyle bir hüzün külçesi olarak omuzuma çökmeye baÅŸlamıştı bile. Yazın o sıcak günlerinin akÅŸam serinliÄŸinde hava kararırken gösterime hazırlanan yazlık sinemada yeni bir icat olarak hayatımıza giren kasetçalarlar Gencebaylı kasetleri haznelerine sürmüşlerdi bile. Film baÅŸlayana kadar ya Behiye Aksoy dinlerdik veya Orhan Gencebay. Ãœstelik bu müzik ziyafetinden bütün bir mahalle nasibini alırdı.
O zamanlar küçücük dünyamızın unsurları olarak ya kapı komşunun kızını severdik veya onu da ulak olarak araya sıkıştırıp, yardımcılığından medet umarak gizlice haber salardık mahalle kenarında tek katlı bir evde kalan yavuklumuza. Benim kendimden kaynaklanan konuşamazlığım vardı. Mahcup bir köy yeniyetmesiydim ne de olsa; sevmek oldu mu, ta ağzına kadar, hatta tıka basa severdim ama konuşmaya gelince ağzım kurur, dilim lal olurdu birden. İçimde kıvrılır kalırdı kelimeler. İşte o zaman Gencebay bir dil olur, sadece bana söyleyerek yaralarımın hepsini bir şarkıya dönüştürürdü. Yani demem o ki koltukaltımızdaki teypten dökülen namelerle melankolinin dibini bulurduk o zamanlar.
“Batsın bu dünya” Samsun anılarımın arasında yer almaktaydı. Yeni yeni hayata diklenen bir delikanlıdan da bu beklenirdi doÄŸrusu. Yarı küskünlük, yarı efelenmeyle birlikte sokaklarda, evlerde, bulvarlarda, iÅŸyerlerinde kısaca bütün mahallerde baÅŸlayıp biten, ucu haksızlığa açılan ne varsa onlar için “batsın bu dünya” ezberimizin baÅŸucundaydı. Sinemalara kaçardık hayattan arda kalan vakitlerimizde. Åžimdi düşünüyorum da bir Gencebaylı filmde, baÅŸrol oyuncunun ben Samsun’lu Orhan dediÄŸinde avuçlarımızı patlatırcasına alkışladığımız kendimizden baÅŸka kim olabilirdi ki. Bize o kadar kendimiz hissettiren baÅŸka bir yerli figür yoktu sanırım. O bizim kuÅŸağımızın öteki kendisiydi.
Kendi yanında yaralanıp baÅŸkalarının üzerinde ölmeyi baÅŸaran, içine ve dışına doÄŸru yollandığı her göçü bir sürgün olarak yaÅŸayan bizim kuÅŸağımız; hayata biraz da Orhan Gencebay kapısından, bütün günahlarıyla ve bütün sevaplarıyla “hatasız kul olmaz” diye girmiÅŸti doÄŸrusu. sonrası mı? kolay gelsin.
Henüz yorum yapılmamış.