Coğrafyamız
Günümüz Sünniliğin tarihsel ve politik açımlaması
Follow @dusuncemektebi2
Sünni kimlik tarihin yeni bir kriziyle karşı karşıya. Sünni kimliğin taşıyıcı ve kurucu bilgi setleri, kurumları olmadan nasıl Sünni bir dünyadan bahsedebilir? İran, Irak ve Yemen’e kadar İran Şiiliği ortak bir dil, kimlik ve inanç ağı kurmayı başarırken, Sünnilik tam da kendi evinde darmadağınık hale geldi.
Bugün Sünni dediğimiz coğrafya tek, homojen bir yapıya sahip değil. Şiilik karşısında bir Sünni savaşından bahsedilse bile Sünnilerin böyle bir gücü ve temsil kabiliyeti olduğunu söylemek oldukça zor. Sünni dünyayı bir araya getirmek için yapılan tüm siyasi çabalar da başarısız kalıyor. Neden?
Sünnilerin yayıldığı coÄŸrafyadaki bu dağınıklığın günümüze yansıyan en açık örnekleri bugün Suriye’deki iç savaÅŸta yaÅŸanıyor. Türkiye’nin IŞİD’e karşı operasyonlarına destek verdiÄŸi Özgür Suriye Ordusu’nu destekleyen muhalif grupların sözde üst kimliÄŸi Sünni, ancak Sünnilik onları ortak hareket etmeye motive etmek için yeterli deÄŸil.
Sünnilik neden Suriye’deki muhalif grupları bir arada tutamıyor?
Sünnilik neden Suriye’deki muhalif grupları tek çatı altında tutacak bir ideoloji deÄŸil? Aslında bu sorunun cevabını SünniliÄŸin kendisinde aramak gerekiyor. Zira Batılıların çoÄŸu kez yanlış tanımladığı üzere Sünnilik gerçek bir entite deÄŸil, aksine bugün Ä°slam dünyasında dolaÅŸan bir hayalettir.
Sünnilik, Ä°slam dünyasında Åžiilik gibi homojen bir yapı göstermez. SünniliÄŸin ne kilise gibi ruhani otoriteyi kuracak dini bir kurumu ne Åžiilik gibi ruhani ve siyasi otoriteyi kendinde toplayan merc-i taklidi ne de Humeyni’nin kurduÄŸu merc-i taklidin de üstünde Velayet-i Fakih gibi dini otoritesi bulunur. Osmanlı’nın geri çekiliÅŸi sonrası Suudi Arabistan’ın SelefiliÄŸi veyahut Ä°slam Ä°ÅŸbirliÄŸi TeÅŸkilatı, Dünya Ä°slam BirliÄŸi gibi kuruluÅŸların çabaları Sünni dünyada boÅŸalan siyasi ve dini merkezi doldurmayı baÅŸaramadı. Aksine Ä°slam dünyasında radikalleÅŸme arttıkça Sünni dünyanın bir araya gelme imkânı daha fazla zorlaÅŸmaya baÅŸladı.
Sünnilik denilen tarihsel olgu aslında daha çok Türklerin 11. yüzyıldan sonra İslam dünyasında kurduğu siyasi düzenin bir sonucudur.
Hal böyleyken, nasıl oldu da tarihte Sünni bir dünyadan bahsedilebildi?
Geleneksel Ä°slam dünyasında Sünni kimliÄŸin taşıyıcı ana direkleri, Ä°slam düşüncesindeki fıkıh ve kelam mezhepleridir. Sünni dünyada mezhepler, deÄŸiÅŸen ve geniÅŸleyen Ä°slam coÄŸrafyasında oluÅŸan büyük ÅŸehirlerin toplumsal ve entelektüel ihtiyaçlarına karşılık vermek üzere ortaya çıkmış kurumlardır. Fıkıh okulları, Müslümanların dini ibadetleri kadar evlenme, ticaret ve kamusal düzendeki iliÅŸkileri belirleyen ve bunu düzenleyen bilgileri oluÅŸturan yapılardır. Kelam okulları, ise “Kim Müslümandır, günah iÅŸleyen tekfir edilir mi?” gibi sorulardan tutun da Müslümanların neye neden inanmaları gerektiÄŸine kadar inanca dair sorulara mantıklı açıklamalarla cevap bulmaya çalışan yapılardır.
Ä°slam ve hukuk
Ä°slam dünyasında ilk kurumsallaÅŸan hukuk ekolü, Hanefilik olmuÅŸtur. Bunu Malikilik, Åžafilik ve en son ve oldukça geç kurumsallaÅŸan Hanbelilik izler. Ä°slam dünyasında bu yapıların tamamlanması ve kurumsallaÅŸması 11.-12. yüzyıla kadar uzanır. Tarihsel süreç içerisinde Ä°slam dünyasındaki devletler yeni kurumların ihtiyaçlarını karşılayan hukuk mezheplerine daha fazla önem verdiler. Misal Ebu Hanife’nin talebesi olan Ebu Yusuf'un (ö. 798) Kitabu’l-Haraç isimli kitabı, vergi ve kamu maliyesini düzenleyen ilk eserlerdendir. Hukuk mezhepleri, toplumsal olanın zorunlu bir talebi olarak ortaya çıkmıştır. Abbasilerle birlikte ilk kurumsallaÅŸan ve muhtemelen devletin ihtiyaçlarına cevap veren de Hanefi kadılar olmuÅŸtur.
Yeni toplumun farklı kültür ve inançlarıyla karşılaÅŸması sonucu ortaya çıkan itikadi ve felsefi sorunları aÅŸması için de Kelam ekollerinde kurumsallaÅŸan ve devam eden iki ekol bulunur: Matüridilik ve EÅŸ'railik. Maturidilik, her ne kadar Orta Asyalı alim Ä°mam-ı Matüridi’nin ismi ile anılsa da Ebu Hanife’nin görüşlerinin teolojik bir ekole dönüşmüş halidir ve Hanefilerle birlikte anılır. EÅŸ’arilik ise Ebu’l- Hasan el EÅŸ’ari’nin görüşleri üzerine kurulmuÅŸtur ve daha çok Åžafi ve Malikilerle birlikte düşünülür.
Dolayısıyla Sünni dünyadaki Müslümanların dinî kimlik ve davranış biçimleri, bu iki okul tarafından biçimlendirilmiÅŸtir. Bu ekoller ise topluma medreselerde yetiÅŸtirilen ulema ve din adamları tarafından taşınırdı. Kiliseden farklı olarak Ä°slam dünyasında dini bilgi ve inancın meydana getirdiÄŸi kültürel kimliÄŸi medreselerde üretilen bilgiler oluÅŸturur. Özellikle Türklerin Ä°slam dünyasında siyasi birlikteliÄŸi oluÅŸturmaya baÅŸladıkları 11. yüzyılda kurulan Nizamiye medreseleri ile Ä°slam hukuk ekollerinin ilk ve en yaygınının kurucusu Ebu Hanife’nin kabri etrafında kurdukları Azamiyye Medresesi, Selçuklu ve Osmanlı devletleri açısından takip edilen iki prototip eÄŸitim kurumu olmuÅŸtur. Selçuklular ve Osmanlılar, devleti beraber yönettikleri kadıları ve Müslüman toplumların Sünni kimliÄŸini bu kurumlar aracılığıyla inÅŸa etmiÅŸlerdir. Sünnilik denilen tarihsel olgu aslında daha çok Türklerin 11. yüzyıldan sonra Ä°slam dünyasında kurduÄŸu siyasi düzenin bir sonucudur.
ÅžiiliÄŸin Ä°slam dünyasını yönetme çabaları Büveyhi ve Fatımi devletlerinin yıkılması ile boÅŸa çıkınca, Asya’dan Afrika’ya kadar olan büyük coÄŸrafyanın Semerkant, BaÄŸdat, Tebriz, Åžam, Kahire, Kordaba, Konya, Ä°stanbul gibi ana kentlerinde kurulan medreseler aracılığıyla Sünni kimliÄŸin bilgi merkezleri ve bilgi setlerini oluÅŸturan ulema sınıfı oluÅŸmuÅŸtur.
Sünniliğin iktidar ilişkileri
Sünniliğin iktidar ilişkileri de her zaman devletin gölgesinde olmuştur. Bu, Sünniliğin iktidar tarafından kurulduğu ve sürekli onun tarafından kontrol edildiği anlamına gelmez. Çünkü Sünni kimliği oluşturan medreseler, vakıflar sayesinde hem maddi hem de yönetim olarak özerk yapılardır.
Muhtemelen Türklerin SünniliÄŸi tercih ediÅŸinde iki husus daha etkili olmuÅŸtur. Birincisi, özellikle Hanefilik devlet iÅŸlerinde Sultan’a yetki verir ve örfi uygulamalara imkan tanır. Ä°kincisi de Sünnilik, Åžiilik gibi iktidarı yöneten Sultan ile Ä°mam’ı aynı otorite altında birleÅŸtirmez, doÄŸrudan devleti kimin yönettiÄŸiyle deÄŸil, daha çok nasıl yönettiÄŸi ile ilgilenir.
Sünni ulema, OrtaçaÄŸ Hristiyanlığında olduÄŸu gibi toplumu ve hayatın tüm alanlarını yöneten bir ruhban olmamıştır. Ä°slamiyet’te Hristiyanlıktaki gibi Müslümanlığa giriÅŸ, çocuÄŸa isim verme, evlilik, namaz, cenaze gibi hem ibadet hem de muamelata giren iÅŸlerde bir din adamının bulunması mecburî deÄŸildir. Tüm bu iÅŸleri bir Müslüman kendi başına yapabilir. Müslüman bir bireyi Sünni kimliÄŸe baÄŸlayan ÅŸey, bir ulemaya baÄŸlılık deÄŸil, ortak davranış, ibadet ve inanç formlarıdır. Dolayısıyla Sünni kimlik kendisini lider, ruhani otorite üzerinden deÄŸil, kurumlara sinmiÅŸ gelenekler üzerinden devam ettirir.
Sünni gelenek ve formların yerle bir edilmesi
Sünni gelenek ve formlar, Sünni dünyada Vehhabilikle baÅŸlayan ve daha sonra baÅŸka Ä°slamcı hareketlerle temsil edilen köklere dönüş veya Asr-ı saadete dönüş mitosuyla yerle bir edilmiÅŸtir. Özellikle Muhammed Abduh, Cemaleddin Afgani çizgisindeki Ä°slam’ı ihya ya da ıslah etmeyi amaçlayan reform ve diriliÅŸ hareketleri ya da Abdullah Azzam gibi mevcudu kökten reddederek Ä°slam’ın ilk asrını canlandırmak isteyen devrimci hareketler, Sünni geleneÄŸi statükonun bir devamı gibi görerek tasfiye etmiÅŸlerdir. Ä°slamcı hareketler toplumu ya da devleti Ä°slamlaÅŸtırmak isterken, pozitivist aydınlanmacı hareketler gibi SünniliÄŸin temsil ettiÄŸi tüm geleneÄŸi ve bilgi setlerini “hurafe ya da dinde yeri yok” diyerek tarihin çöplüğünde sürgüne göndermiÅŸlerdir.
Sünni gelenek ve formlar, Sünni dünyada Vehhabilikle başlayan ve daha sonra başka İslamcı hareketlerle temsil edilen köklere dönüş veya Asr-ı saadete dönüş mitosuyla yerle bir edilmiştir.
Bugün sanılanın aksine SünniliÄŸe yönelik en sert eleÅŸtiriler ve tehdit, Ä°slamcılıktan gelmiÅŸtir. Ä°slam dünyasındaki ihya ve ıslah tartışmaları uzunca süredir mezhepsel kimlikleri sürekli aşındırıyor. SünniliÄŸin dayandığı medreselerin yerini alan yeni kurumlar da bu mezhepsel kimlikleri taşıyacak bilgi ve düşünceyi, inanç formlarını dışarıda tutmuÅŸtur. Ä°slam dünyasında 1979 Afgan Savaşı’yla baÅŸlayan radikalleÅŸme süreci, aşınan mezhepsel kimliklerin tamamen yok olmasına giden süreci baÅŸlattı.
TEPAV’ın 2016’da yaptığı Türkiye, RadikalleÅŸme ve Dini Kimlikler AraÅŸtırması SünniliÄŸin en sıkı olduÄŸu varsayılan Türkiye toplumunda bu mezhepsel kimliklerin merkezinde büyük bir boÅŸluk olduÄŸunu gösteriyor. Din görevlileri arasında ve ilahiyat fakültelerinde yaptığım çalışmalar da Sünni kimliÄŸi inÅŸa eden ve taşıyan Matüridilik ve EÅŸ’ariliÄŸin ve bunların temsil ettiÄŸi davranış kodlarının çok az bir karşılığı bulunduÄŸunu doÄŸruluyor. Aynı araÅŸtırmaya göre, Türk toplumunun yüzde 15'i MatüridiliÄŸi ve yüzde 9'u EÅŸ'ariliÄŸi bir dini kimlik olarak kabul ediyor. Sünni kimliÄŸin inanç, itikat ve felsefi düşüncesinin oluÅŸumunda etkili olduÄŸu bilinen ve geleneÄŸin taşıyıcısı olan bu iki mezhep hakkında toplumun büyük çoÄŸunluÄŸu hiçbir bilgiye sahip deÄŸil. Yine geleneksel olarak aslında hukuk mezhebi olan Hanefilik ile inanç mezhebi olan MatüridiliÄŸin birbirinden ayrılmaması gerekir. Oysa Hanefi olduÄŸunu söyleyenlerin yalnızca yüzde 29’u kendisini Matüridi olarak görüyor. Bu bilgiler de toplumda SünniliÄŸin dini olmaktan daha çok siyasal bir kimlik olarak varlığını sürdürdüğünü açıkça gösteriyor. DiÄŸer bir ifadeyle SünniliÄŸin geleneksel kimliÄŸi çoktan aşınmış ve içi boÅŸalmış durumda. Sünni diye iÅŸaret ettiÄŸimiz öznenin dini iskeleti ve ruhunu inÅŸa eden yapılar çoktan tarih sahnesinden çekildi.
Bu açıdan Ä°slamcılığın EÅŸ'ari ve MatüridiliÄŸe yönelik eleÅŸtirileri oldukça baÅŸarılı olmuÅŸ ve bu kimlikleri eritmiÅŸ gibidir. Buna karşılık Åžiilik, Ä°ran’ın kurucu ideolojik kimliÄŸi ve Humeyni’nin tüm Åžii dünyanın üzerinde mutlak ruhani otorite olarak ikame ettiÄŸi Velayet-i Fakih kurumu sayesinde hızla yayılmayı baÅŸardı.
Sünni kimlik tarihin yeni bir kriziyle karşı karşıya. Sünni kimliÄŸin taşıyıcı ve kurucu bilgi setleri ve kurumları olmadan nasıl Sünni bir dünyadan bahsedebileceÄŸiz? Ä°ran, Irak ve Yemen’e kadar Ä°ran ÅžiiliÄŸi ortak bir dil, kimlik ve inanç ağı kurmayı baÅŸarırken, Sünnilik tam da kendi evinde darmadağınık hale geldi.
Bugün Suriye’de savaÅŸan muhalif grupların inanç ve ibadet formları çoktan SünniliÄŸi kuran hukuk ve kelam ekollerinden boÅŸanmış ve yerini ideolojik radikal kimliklere terk etmiÅŸ durumda. Bu yüzden de Sünnilik bu grupları mobilize eden ortak bir kimlik olmaktan çıktı. Bu, aslında tüm Ä°slam dünyası için de geçerli. Sünni kabul edilen Ä°slam coÄŸrafyası artık bir dünya olmayı gerektirecek ortak bir dini kimlik ve inanç setlerine sahip deÄŸildir.
Hilmi Demir, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi ve Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Bölge Çalışmaları Program Danışmanı, Radikalleşme, Selefilik, İslami Hareketler Uzmanı.
Henüz yorum yapılmamış.