Dünya
'Batının Erdoğan'a saldırmasının altında Osmanlıya duyduğu kin var'
Batının Türkiye Aleyhtarlığının Tarihi Kökeni
Batı ülkelerinde son dönemde CumhurbaÅŸkanı Recep Tayyip ErdoÄŸan’ın ÅŸahsına saldırma ÅŸeklinde zuhur eden bir Türkiye aleyhtarlığının yükseliÅŸine ÅŸahit oluyoruz. Türkiye hakkındaki yanlış ve çarpık bilgilendirme neticesinde ortaya çıkan yönlendirilmiÅŸ cehalet, bu aleyhtarlığın arkasında yatan en temel faktörlerin başında geliyor. Tarih çalışmalarından medya haberlerine, sinema filmlerinden düşünce kuruluÅŸu raporlarına kadar uzanan pek çok farklı kaynak, bu bilgi çarpıtmasında önemli roller oynuyor. Ortalama bir Batılının bu kasıtlı yanlış bilgilendirme bombardımanının etkilerinden kurtulabilmesi oldukça zor. Türkiye’ye sempati ile bakanlar arasında bile, Türkiye hakkında seyrettiÄŸi, okuduÄŸu veya dinlediÄŸi pek çok olumsuz yayının izlerini görmek mümkün.
Tarihî kökenleri derinlere uzanan bu karalama kampanyasında, Osmanlı’ya karşı duyulan nefretin ciddi bir payı var. Nitekim özellikle pek çok tarihi çalışmanın da açıkça ortaya koyduÄŸu üzere, Ä°stanbul’un fethinden itibaren, Avrupa’daki kiliselerde Türklere karşı dinî ayinler düzenlenmeye baÅŸlandı. Osmanlı’nın sürekli zafer kazanıp Avrupa içlerine doÄŸru ilerlemesiyle birlikte, Türklerin Hristiyanlığı yok edeceÄŸi korkusu bütün Avrupa’yı sardı. Kilise, bu duruma ilginç önlemler almaya çalıştı. ÖrneÄŸin, Prag BaÅŸpiskoposu Türklerin Hristiyanlık üzerindeki galibiyetlerini ve yaklaÅŸan tehlikeyi halka hatırlatması için, her Cuma saat dokuzda kilise çanlarının çalınması talimatını verdi. 16. yüzyılda yaÅŸamış Viyana Piskoposu Fabri, vaazında cemaatini uyarıyordu: “Bu gökyüzü altında Türklerden daha merhametsiz ve daha gözü pek cani yoktur. Genç yaÅŸlı veya kadın erkek ayrımı yapmadan, herkesi katlederler.” Sadece 16. yüzyılda bile, Avrupa’da Türk düşmanlığı ihtiva eden 2500 civarında kitap yazıldı. Böylece, “kana susamış Türk” imajı zihinlere iyice kazınmaya çalışıldı (Karlsson, 2006).
Protestanlık mezhebinin kurucusu Martin Luther’e göre, Türk istilası, papalık makamı ile kilisedeki yolsuzluk ve bozulma sebebiyle, Yaratıcının Hristiyanlara gönderdiÄŸi bir cezaydı. Türkler, Osmanlı ve Ä°slamiyet hakkındaki bu tip negatif propagandalar, daha okul yıllarında baÅŸlıyordu. Mesela 1795’te yayınlanan bir ders kitabında, Ä°slamiyet şöyle tanımlanıyordu: “Bugüne kadar bütün Türklerin günah çıkardığı kiÅŸi olan büyük düzenbaz Muhammed tarafından uydurulan bozuk din.” 1833’te Londra’da basılan bir coÄŸrafya kitabında ise Türkler ÅŸu üç cümleyle tarif ediliyordu: “Türkler genelde uzun boylu, güçlü ve dirençlidirler. Tembel, gaddar ve cahil bir toplulukturlar. Sigara içmeyi severler.” (Karlsson, 2006: 6-7).
Osmanlı’nın muzaffer olduÄŸu dönemlerde Avrupa’ya hâkim olan korku, sonradan gittikçe azalsa da Türklere karşı duyulan nefret hiçbir zaman yok olmadı. Hatta bağımsızlık kazanan Balkan ülkelerindeki Osmanlı’yı Avrupa’dan silme fikriyle birlikte, güçlenerek devam etti. Birinci Dünya Savaşı esnasında, özellikle Ä°ngiltere’nin propaganda faaliyetleri hız kazandı. Dönemin Ä°ngiliz BaÅŸbakanı Lloyd George, bu çalışmalarda izlenmesi gereken yolu şöyle tarif ediyordu: “Yaptığımız yayınlarda Türklerin yönetim kabiliyetinden yoksun olduÄŸu, adaletsiz davrandığı ve en önemlisi katliam yaptığı fikrini iÅŸlemeliyiz. Tabii bunu zamana yayarak, kademeli bir ÅŸekilde yapmalıyız ki asıl amacımız anlaşılmasın” (Karlsson, 2006: 10). Nitekim sonradan Ä°ngiliz Propaganda Bakanlığı tarafından basılan ve asılsız Ermeni soykırım iddialarını dile getiren Mavi Kitap benzeri yayınlar, bu talimat çerçevesinde hazırlanacaktı.
Günümüzde Avrupa’da okunan tarih çalışmalarında da halen Osmanlı’ya ve Türkiye’ye karşı duyulan düşmanlık ön plana çıkmaktadır. Her ne kadar meÅŸhur Fransız tarihçi Fernand Braudel, Osmanlı’nın “Avrupa’da çok uzun süreden beri inkâr edilen gerçek ihtiÅŸamı, tarihçilerin yaptığı ilmi araÅŸtırmalar neticesinde ÅŸimdi daha iyi anlaşılmaktadır” dese de (Braudel, 1995: 69-92); Batı menÅŸeli tarih çalışmalarında hâlâ Türkiye’ye yönelik olumsuz bir tutum hâkim. Bu durumu saygın tarihçi Halil Ä°nalcık, kısa ve net bir ÅŸekilde izah ediyor: “Avrupa… Türkiye’yi sevmez. Tarihçileri Avrupa halkına hitap eden eserlerinde Türkiye’yi daima istilacı, geri, savaşçı gibi gayet kötü sıfatlarla anlatırlar” (Ä°nalcık, 2011).
Bir diÄŸer önemli tarihçi Yılmaz Öztuna, Batı tarih anlatımındaki bu Osmanlı ve Türkiye aleyhtarlığının kaynağını Osmanlı fütuhatına baÄŸlıyor: “Osmanlı, Avrupa’nın Asya ve Afrika’yı ele geçirmesine 19. asra kadar karşı koyduktan baÅŸka, 1354’te çıktığı Gelibolu Yarımadası’ndan baÅŸlayarak, Avrupa kıtasının önemli ülkelerine el koydu. Osmanlı korkusunun bugün de Batı’da devam ettiÄŸinin emareleri açıktır” (Öztuna, 2011). Bu tarih anlayışı, Osmanlı ile Türkiye’yi özdeÅŸleÅŸtirmiÅŸ olan Batı kamuoyunun, günümüz Türkiye’siyle ilgili algılarını da önemli ölçüde ÅŸekillendirmektedir.
Avrupa’da Türklere ve Osmanlı’ya karşı duyulan kin ve nefretin izlerine, bütün dünyada sıklıkla baÅŸvurulan meÅŸhur Ä°ngilizce sözlüklerde bile rastlamak mümkün. ÖrneÄŸin, 1995 basımı Oxford English Reference Sözlüğünde “Türk” kelimesinin karşısında yazan iki manadan biri aynen ÅŸu: “gaddar, vahÅŸi veya zaptedilemez kimse.” Random House Ä°ngilizce Sözlüğünde ise “Türk” kelimesine verilen mana, “vahÅŸi, yabani veya zorba insan.” Merriam-Webster Ä°ngilizce sözlüğünde, sunulan manalardan biri şöyle: “zalim ve acımasız kiÅŸi.” Bir milletin isminin sözlüklerde bile böylesine aÅŸağılayıcı bir üslupla tanımlanması, aslında durumun vahametini tek başına ortaya koyuyor.
Dr. OÄžUZHAN YANARIÅžIK
Kaynak: Akademik Perspektif
Henüz yorum yapılmamış.