Kürsü
Sekülerleşmenin kaynakları
Follow @dusuncemektebi2
Sekülerizm elerleşmeyi tarihsel evrim sürecinin bir aşaması gibi veya tarihin sonunun tekabül ettiği bir dünya kültürü gibi görmek hangi düzeyde olursa olsun modernist ideolojinin bir gururu. Gurur yani aldanış.
Kendi yaratılmışlığını unutup her şeyin başlangıcı ve tek ölçüsü olduğunu düşünmeye başladığında insanın kapıldığı gurur bir aldanıştan başkası değil. Hele ortaya koyduğu maddi medeniyete bakıp nelere kadir olduğunu böbürlenerek ifade etmeye başladığında daldığı şey, bütün bilim ve medeniyet performansının yanı sıra bir cehaletten başkası değil.
Buna bir de Aydınlanma diyerek sergilediği cehalet bu gururun, bu aldanışın neticesidir. Öyle tahsille giderilemeyen, bilakis tahsille birlikte daha da artan bir cahiliye yani.
İnsanı bu istiğna haline sokan şey dünyada gerçekleştirdikleri oluyor. Medeniyetin maddi başarısı ve ürünleri arttıkça insanların bu duyguya kapılmaları çok daha olağan hale geliyor, ama tabii ki bu ilişki zorunlu değil. Allah'la inatlaşmak üzere göğe doğru uzanan kuleler dikenlere şahit oldu insanlık tarihi. Yaptığı araştırmalarla insanlığın sırrını çözüp, insanı eninde sonunda ölümsüz kılacak iksire duyulan ilgi de tanrıdan tam anlamıyla kurtulma isteğiyle paralel gitmiş. Yeryüzünde gezip geçmişleri başına gelenlerden ibret almak tavsiye edilebilir burada.
İnsanı Allah'ı tanımaktan, onu hakkıyla takdir etmekten alıkoyan bütün faktörler aslında insanı kendinden de uzaklaştırıyor. İnsanoğlu Allah'tan uzaklaştıkça kendinden de uzaklaşıyor, kendine yabancılaşıyor, kendine zulmetmiş oluyor.
Allah'ı bilmek ile kendini bilmek arasındaki denge kendini her an hissettirir, tabi duyana, görene, bilene, hissedene...
Allah'tan uzaklaştıran duygular aynı zamanda insanı da insanlığından çıkaran, insanı insana düşman eden, insanı insana kul eden, insanı insana ezdiren duygulardır.
Sekülerleşme bir uzaklaşma, bir unutma, bir lakaytlaşma sürecidir aynı zamanda. Dünyevileşme olarak da tesmiye olunur. Ancak aslında dünyanın da hakkının verilemediği, dünyanın da hukukunun çiğnendiği bir süreçtir dünyevileşme. Ahiretin bir tarlası olarak görülmediğinde, dünya, üzerinde yaşayanların zulmüne ancak Allah'ın verdiği güç ve tahammülle katlanabiliyor, ama her şeye şahit oluyor.
Dünyevileşme, özü itibariyle bir düşüştür, ama zannedildiği gibi bütün dünyayı kaplayan, evrimsel bir aşamaya tekabül etmez. Çok şükür ki, öyle değildir. Dünyada aynı anda ve aynı mekanda dünyeviliğin en alçak sınırlarında gezenler olduğu gibi, insanlığın en şerefli mertebelerinde insanlığını gerçekleştirenler, yani kula kulluk seviyesinden özgürleşip sadece Allah'a kulluk edenler beraber var olabiliyor.
Bu beraberlik, elbette gergin bir beraberliktir, tartışmalı, çekişmeli, karşılaşmalı bir beraberlik.
Sekülerleşme bir tarihsel aşama değil bir insani durumdur. Bu durumun kaynağı bizatihi insanın kendi iradesi, kendi tercihidir.
Dünyevilik, yani insanın dünyaya gark olup, insana yaratıcının yazdığı misyondan sapması, esasen farklı biçimler de alabiliyor ve işin ilginci bu roller arasında yoğun bir dinsellik görüntüsü de yer alabiliyor.
Fetişleştirilmiş bir sekülerizmin içerdiği dindarca duyguları nereye koyacağımız bu noktada ciddi bir tartışma konusudur. Birçok sekülerist veya laisist için laiklik devletin işlevinden, insanların barış içinde bir arada yaşamalarını temin eden bir düzenleyici ilkeden ibaret değil, kendine özgü ritüelleri ve fetiş nesneleri de olan bir alternatif din mesabesindedir.
Doğrusu bu şekilde algılandığı bir düzeyde laiklik üzerine yapılacak tartışmanın bir din barışına veya vatandaşlar arasındaki barışa hizmet etmesi mümkün olmaz. Laikliği kendi dinlerine rakip olma iddiasında, üstelik ceberut bir iktidar ideolojisi olarak algılayan hiç kimsenin de ondan herhangi bir hayır umması mümkün olmaz.
Türkiye'de laikliğin, dindar insanlar nezdinde böylesi bir algıya sahip olması yaşanmış somut tecrübelerle ilgilidir. Buna rağmen AK Parti iktidarı döneminde laikliğin bir düzenleyici ilke, din özgürlüğünü temin eden bir vatandaşlık pratiği olarak yeniden tanımlanmış olduğu ve bu tanımın eskisine nazaran çok daha fazla kabul görmüş olduğu da açıktır. O kadar ki, bugün laiklik etrafında ciddi bir tartışma yaşanmamaktadır. Dün başörtüsünün herhangi bir alandaki varlığını tehdit olarak gören histerik laiklik anlayışı bugün yerini tam olarak din ve vicdan özgürlüğü olarak yaşanan bir laiklik anlayışına bırakmış, bir rejim olarak laiklik tartışması böylece gündemden düşmüştür.
Esasen bir düzenleyici ilke düzeyinde bu pratiğin İslam'ın veya Müslüman bireyin anlam dünyasına hiçbir olumsuz yansıması olmaz. Müslümanlar için zaten hem dinde zorlama yoktur, hem de herkesin dini kendinedir. Geriye, başka insanlarla paylaşılan dünyada ortak alanın herkesin rızasını alarak düzenlenmesiyse bu alana katılım niyetine hangi duygu ve motivasyonun yön verdiği kalıyor. Neticede herkes için bu duygu hala kendi inanç ve anlam dünyasıdır ve bu anlam dünyaları pekala birbirinden ayrıştığı halde ortak bir alanı, bir kamu alanını güvenle ve barışla var edebilir. Bu alan seküler bir dünya algısına sahip olanlarla, kendi dünyalarını ahiretin bir tarlası olarak görerek buna uygun yaşayanları bir arada barındırabilir.
Ancak bir düzenleyici ilke olarak laiklik ile hayatı, insanı, dünyayı ve tanrıyı algılama tarzı olarak sekülerleşme arasında bir ayırım yapmak gerekiyor. Tarihsel evrimin bir bilinç düzeyi olarak görülen bu sekülerleşmenin psikolojik ve sosyolojik kaynakları üzerinde dururken, birer psikolojik veya sosyolojik hal olarak liberalliğe de, muhafazakarlığa da, gelenekselciliğe de takılmadan geçemeyeceğiz.
YASÄ°N AKTAY - YENÄ° ÅžAFAK
Henüz yorum yapılmamış.