Dünya
Trump zaferi 'Amerikan faşizmine' yol açar mı?
Amerika’da yapılan seçimlerde Trump’ın kazanması kadar, Trump’ın kazanmasının genç nesillerde yarattığı büyük şok da konuşuluyor.
Amerika’da yapılan seçimlerde Trump’ın kazanması kadar, Trump’ın kazanmasının genç nesillerde yarattığı büyük ÅŸok da konuÅŸuluyor. Nasıl oldu da ırkçılığını, yabancı düşmanlığını, Yahudi ve Müslüman karşıtlığını açıkça beyan eden ve karşısında duran her farklı sesi eril bir dille, bağıra bağıra bastıran böylesine uçarı bir figür, gündemimizi iki yıldır olumsuz bir ÅŸekilde iÅŸgal edip göz göre göre baÅŸkanlığa kadar ilerleyebildi? Bu sorunun cevabı uzunca bir analizi gerektiriyor. Bu yazıda ise Amerikan solculuÄŸunun merkezlerinden biri olan New York’ta, ‘en solcu’ felsefe bölümlerinden birinde gözlemlenen durum özetlenecek; Amerika’daki genç solcular neden bu denli ÅŸaÅŸkınlığa uÄŸradı, adım adım gelen ‘faÅŸizmi’ neden tahmin edemedi, gelecek öngörüleri neler ve ne yapılabileceÄŸini düşünüyorlar gibi sorular cevaplanacak.
Seçim gecesinin ve ertesi günün tablosu, New York’a gün boyu yaÄŸan saÄŸanak yaÄŸmurun da yol açtığı havayla oluÅŸan ÅŸok ve hüzündü. AkÅŸam saatlerinden itibaren ise bu duygu bunalımı yerini kızgınlık ve öfkeye bıraktı. Görünen o ki bu uzun soluklu bir öfke olacak; nefeslerin kısa sürede tükenmediÄŸi ve nefes nefes artacağı bir öfke. Amerikan halkının verdiÄŸi karara duyulan bu öfke, daha haftasını doldurmadan, yapılan hataların konuÅŸulmasına, seçim sisteminin eleÅŸtirisine, olası bir faÅŸizmin önüne nasıl geçilebileceÄŸi iliÅŸkin çalışmalara, ‘birlik ve beraberlik’ söylemlerine yol açtı. Fakat genel havayı bir panik durumu olarak niteleyebiliriz. Bu panik durumunda konuÅŸulan meselelerin başında ise elbette “Trump nasıl kazandı, Clinton neden kaybetti” soruları geliyor.
Trump, sesi iÅŸitilmeyen kitleye hitap etti
Trump kazandı, çünkü Trump okumuÅŸ̧ kesimlerin dinlemeye bile katlanamadığı bir kitleye hitap ediyordu. Latin Amerika’dan gelip yarı fiyata çalışan kaçak işÃ§ilerin, dünyanın bir ucundan dinini getirip rahat rahat mescidini kuran Müslümanın her ne pahasına olursa olsun topraklarından gitmesini isteyen, Nazi sembollerini daÄŸa taşa kazıyan, köle-efendi kültüründen uzaklaÅŸamamış̧ beyaz Amerikalıya, yani Amerika’nın gerçek yüzüne tane tane konuÅŸtu Trump. Burada ona oy veren herkesin ırkçı olduÄŸunu söylemek de fazla yanıltıcı bir yorum olur. Ancak Trump’ı baÅŸkan seçen herkesin ırkçı birine oy vermiÅŸ̧ olduÄŸu da su götürmez bir gerçek.
2012 seçimlerinde Obama yönetimine karşı kazanılmasına kesin gözüyle bakılan bir zaferi bile harcamış Cumhuriyetçi partiyle arasına mesafe koyduÄŸu için kazandı Trump. Amerika’nın bembeyaz yüzünü peçeyle örterek ÅŸirinlik peÅŸinde olan Cumhuriyetçi Parti’nin örtüsünü kaldırdığı, asıl tabloyu halka açtığı için kazandı. Yoksa kimse sarı saçına, yatak odalarına hayran olduÄŸundan oy vermedi ona. Amerikan solu iki yıldır yatak odası analizlerinden çıkamadığı için ÅŸu an ÅŸok yaşıyor; en azından iki yıldır dinlemeye bile tahammül edemediÄŸi ‘faÅŸist’ komÅŸusunun zafer naraları altında yasını tutuyor.
'Aday Sanders olmalıydı' argümanı
Hillary Clinton’ın adaylık süreci ise baÅŸlı başına bir tartışma konusu. Bernie Sanders ile baÅŸlayan demokratik-sosyalist dalgalanma, Clinton’ın beklenmedik galibiyetinin kıyılarında parçalandı. Birçok kiÅŸi için yarış̧ zaten tam da burada noktalanmıştı: Ortalama bir Cumhuriyetçiden daha savaÅŸ̧ yanlısı, seçimde kaybettiÄŸi eyaletlerin orta sınıf halkını zerre umursamayan (öyle ki normalde demokrat bir eyalet olan Wisconsin’e kampanya sürecinde bir kez dahi gitmedi), Obama yönetimi altında ekonomik ve sosyal açıdan zarar gören halk yerine zenginlerin yanında poz veren Clinton gibi biri aday olmamalıydı. Zira Trump’ın en iyi seçim sloganı “Bir üçüncü Obama dönemine hayır”dı ve Clinton’ın bu argümana karşÄ± söyleyebileceÄŸi hiçbir ÅŸey yoktu. Dahası, Obama’nın kazandığı eyaletleri kaybetmesini de, seçime katılım oranının giderek düşmesini engelleyecek bir çözümü de yoktu.
Sanders’ın Clinton’a kaybetmesiyle yaÅŸanan büyük hayal kırıklığı hâlâ atlatılmış̧ deÄŸil; “aday Sandersolmalıydı” tezi hâlâ tartışılıyor. Fakat gerçeklerle uyuÅŸmayan bu yaklaşıma sahip olanların cevap veremediÄŸi bir argüman var: Şu an yaÅŸanan şoka ve en az dört yıl sürecek olan bu Cadılar Bayramı sahnesine ÅŸahit olmak istemiyorsan, baÄŸrına taş basıp Clinton’a oy verecektin. Çünkü mevcut sistemde Trump’ın kazanacağı gün gibi belliydi. Öte yandan, bu çift taraflı deÄŸneÄŸin diÄŸer ucundaysa bir baÅŸka ikilem yatıyor: Yukarıdaki sebeplerden ötürü Clinton’dan hoÅŸlanmayan birini ona oy vermeye ikna etmek neredeyse mümkün deÄŸil. “Sanders olmadı; ne haliniz varsa görün” diye özetlenebilecek bir sinik yaklaşım da söz konusu.
Bu sonuçla, baÅŸkanlık seçiminde uygulanan sistemin ciddi ciddi tartışılmasının vaktinin geldiÄŸi de gözler önüne serildi. Ancak bu durum siyasetin her kanalı için geçerli. ÖrneÄŸin parti adaylarından baÅŸlayacak olursak, Sanders halkın desteÄŸini almış̧ ve yeni bir söylem tutturmuÅŸken, kendi partisinin destek vermemesiyle Clinton’a kaybetti. Sanders’ın bu sistemi eleÅŸtirmekte yetersiz kalışıysa mevzubahis vaziyete tuz biber ekti. Öte yandan, 2012’den bu yana etkisi giderek artan Cumhuriyetçi kesimin bu kadar kötü adaylar çıkarmasına da tahammül edemedi seçmen. Trump kendi partisinin desteÄŸini dahi almadan ilerledi. Halk kendisini uyutan bir Cumhuriyetçiyi deÄŸil, kendi fikirlerini ‘düşman’ ve ‘öteki’ olarak bellediklerine karşÄ± ‘cesurca’ savunacak aşırı saÄŸcı bir vatanseveri istiyordu. Bu yüzden, Cumhuriyetçi seçmenin bu seçimi daha çok ciddiye aldığını söylemek yerinde olur.
Seçim sistemi tartışmaya açılacak
Bunlara ek olarak, genel oy sayısında önde olan Clinton’ın eyalet sistemine yenik düşmesi meselesi de var. Belki de bu dönem, parlamenter sisteme geçiÅŸin tartışılacağı bir dönem olacak. Çünkü mevcut sistemin bir handikapı da, seçimi iki partiye indirgeyip bir üçüncüye izin vermemesi. Fakat bu seçimin iki adayını beÄŸenmeyenler, önceki seçimlere oranla, diÄŸer adaylara daha çok yönelmiÅŸ̧ görülüyor. ÖrneÄŸin Liberteryen Parti adayı Gary Johnson olmasa, Trump çok daha büyük bir oy oranıyla bitirecekti yarışÄ±. YeÅŸil Parti’nin adayı Jill Stein de Clinton’a katlanamayan seçmenleri cezbetti, diÄŸer yandan.
Buradan hareketle tartışılan mesele ise iki baÅŸat aday dışında oy kullanmanın, seçimin sonucunu gerçekten etkileyip etkilemediÄŸi. Ana-akım medya daha ÅŸimdiden, Demokratların kazanamamasının en büyük sebeplerinden biri olarak, makul seçmenin Clinton yerine, anlamı olmayan bu seçeneklere yönelmesini gösterdi bile. Trump tehlikesine karşÄ± her ÅŸeye raÄŸmen Clinton diyen kesimler için de öyle. Ancak üçüncü parti meselesi, bu kadar üstüne yüklenilecek bir seçenek deÄŸil: Günümüze kadar bu partilerin çalışma saatleri, kadın hakları, çocuk isçiler, sosyal güvenlik, senatör seçimleri gibi pek çok olumlu geliÅŸmede hükümetlerin genel işleyişlerine etkileri oldukça fazla oldu. Böylesine kötü ikilemli bir seçimde, yüksek oranda diÄŸer partilere gidiyor olmasının, seçmenin sisteme yönelik en büyük eleÅŸtirisi olduÄŸu söylenebilir.
Amerikan medyasının kaybettiÄŸi üzerine de çok yazılıp çizildi. Trump’ın ana-akım medyaya ‘raÄŸmen’ kazanması hiç beklenmiyordu. Anketlerde Trump’ı oldukça gerilerde ve kazanma ihtimalini de imkansız olarak göstermelerine raÄŸmen gelen bir galibiyet oldu bu. Ancak mesele medya yalanları deÄŸil, bu peri masalını bir güzel yutan genç nesiller. Tüm Amerika’nın New York Times okuduÄŸu varsayımı ne New York Times editörlerine ne de Türkiye’deki ateÅŸli Twitter önderlerine mahsus elbette. Yükselen bir figür olarak Trump, yerel medyada çarÅŸaf çarÅŸaf boy gösterirken, Amerikan solu belki New York Times’ı deÄŸil, ama kendi ‘alternatif’ medyasını göz önünde tutuyordu. Sanırım bu mevzunun, dinlemeye katlanamadıkları kitlenin medyasını da takip etmeye katlanamamakla ilgisi var. Bu haliyle, öngörülmesi mümkün olmayan bir hezimetin yaÅŸanması da kaçınılmazdı tabii.
Trump zaferi 'Amerikan faşizmine' yol açar mı?
Ne olduÄŸunun anlaşılmasının yanı sıra, “şimdi ne olacak” sorusu da Amerika’daki genç solcuları endiÅŸelendiriyor. Açıkçası kimse Trump’tan da, Trump’ın vaat ettiÄŸi ÅŸeyleri yapmasından da korkmuyor. Bu vaatlerin uygulanabilir olduklarını pek düşünmüyor. Asıl kaygı veren ÅŸey, Obama döneminde yükselen ve Trump’la birlikte iyice gün yüzüne çıkan ‘Amerikan faÅŸizmi’nin ya da yeni etiketiyle ‘Trumpizm’in azgın taraftarları. BeÄŸenmediÄŸi siyahilerin darp edilmesini, hapse atılmasını ya da öldürmesini açık açık dile getiren, Ku Klux Klan’ı hortlatan, etrafa Nazi sembolleri çizen, mescitlere zarar verip Müslümanlara sözlü tacizde bulunan, yeri geldiÄŸinde onu da öldüren, her gördüğü Latino’ya artık ülkesine dönmesi gerektiÄŸini buyuran beyaz adamın öfkesi. Çünkü artık deyim yerindeyse, herkesin rahatı bozuldu: Beyaz adam karşısında azınlıkta kalan herkesin derdi, artık basit bir kötü yönetim endiÅŸesi deÄŸil, yaşam hakkını geri kazanma mücadelesi. Demokratların insafına kalmış̧ siyahiler, uzun yıllardır sistemle barışık yaÅŸamış Müslümanlar, özgürlükçü olmayı ve hak hukuk gözetmeyi Demokrat partiye oy vermekle eÅŸitleyen bir takım solcular için artık takke düştü, kel göründü: Mücadele Demokrat Parti için deÄŸil, sistemin altında ezilen azınlıklar için verilmeli.
Haliyle, seçimden önce fenomen haline gelen Kanada’ya göç meselesi de bir şaka olarak kalacak gibi görünüyor. Zira Trump’ın zaferi sadece baÅŸkanlığı kazanmakla kalmadı. Trump senato ve meclisi de kazanarak, en azından önümüzdeki iki yıl boyunca önüne geçilemeyecek bir güç de elde etti. UÄŸranılan hezimetin bilançosu o kadar ağır ki ciddiyete davet kendiliÄŸinden geliverdi: Yapılacak çok ÅŸey olduÄŸu görülmüş̧ oldu. Öte yandan göçmenlerin ülkeyi terk etmelerine yönelik baskılar, önü alınamaz bir göç dalgasını beraberinde getirebilir. Vatanını çeÅŸitli sebeplerle arkada bırakıp buralara gelen birinin, burayı ‘daha’ katlanılmaz görerek dönüp ülkesinde yaÅŸamak istemesi, oldukça trajik bir hikayeye dönüşecek.
Çoksesli azınlık hareketi ufukta
Peki neler yapılabilir? Giderek artan öfke yerini sistemli bir hak mücadelesine bırakır mı? Muhtemelen Amerikan solunun en çok üzerinde duracağı mevzulardan biri de bu olacaktır. Siyahilerle Müslümanların geçmiÅŸte örneÄŸi görülen birlikte direniÅŸini, şimdi daha geniÅŸ̧ bir azınlıklar listesinden hareketle görebilmek mümkün. Çünkü majör siyasetin dili apaçık, bedeni çırılçıplak. Bu vaziyet altında dayanışma ve ‘faÅŸizmle mücadele’ sözde daha kolay olacaktır. Fiilde ise zahmetli, çetrefilli bir süreç içerisinde, birden devrimci deÄŸil, durumu okuyup yavaÅŸ̧ ilerleyen, yani attığı her adımda buzu çatlatmayacak kadar ihtiyatlı bir hareket sayesinde mümkün olabilir.
Ancak bu hareket bir sol hareket deÄŸil, çoksesli bir azınlık hareketi olabilir. Açıkçası, ilk günden itibaren süregelen protestoların genel karakteri de bu öngörüyü güçlendiriyor: Trump kimden nefret ettiyse, protestolar bu kitlelere hitap ediyor. Seçimden önceki parça bölük azınlıklar, gösteri alanlarında bir arada: Siyahiler, kadın hakları aktivistleri, bazı Müslümanlar, bazı Yahudiler, göçmenler, Filistin davası savunucuları, sosyalistler ve Amerikalı solcuların kendileri. ‘Her ÅŸeye raÄŸmen’, belki de elli yıldır birikmiÅŸ tozları üzerinden atarak, ilk günkü ÅŸaÅŸkınlığı terk edip siyasi mücadeleye yönelen, Minnesota’da Somalili Müslüman bir kadının parlamentoya seçilmesini bu hezimet karşısında alınan bir galibiyet, baÅŸlamak, yeniden ayaÄŸa kalkmak için bir sığınak olarak kullanacak olan çoÄŸulcu bir hareketten bahsetmek için henüz erken. Malcolm X’lerle, Martin Luther King’lerle oldu; yine olur mu? Soru biraz da bu.
Abdullah BaÅŸaran
Kaynak: AA
Henüz yorum yapılmamış.