Sosyal Medya

Coğrafyamız

Ümmetçiliğin kayıp bayrağı

Bütün coğrafi sınırları kaldırarak “tek bir ümmet" olma iddiasını savunan 'ümmetçilik' cereyanının Türkiye'deki versiyonu, ırk mefhumunu uzun zaman yok saydı. Irk ismi anmak ayıp, hatta günahtı. Herkes eşitti, birdi. Herhangi bir ırkı vurgulamak, eşitliği ve birliği bozmak demekti. İslâm, hepimize yeterdi. Irk, coğrafya, kültür gibi 'alt' unsurları öne çıkarmak, İslâm'ın kapsayıcılığına inanmamak demekti.



Yıllar önce, Müslüman KardeÅŸler TeÅŸkilâtı'nın (kısaca: Ä°hvân) kurucusu Hasan el Bennâ'nın Araplıkla ilgili sözlerini okurken epey ÅŸaşırdığımı hatırlıyorum. “Bütün ırklar, ümmet birliÄŸi içinde erimeli" gibi bir ön kabule çok alışık olduÄŸumuzdan, Hasan el Bennâ'daki Araplık vurgusu hayallerimizdeki 'ümmet'le pek örtüşmüyordu çünkü. 

Bu yazıyı yazarken, cümleleri tam olarak aktarabileyim diye Risâleler'e yeniden müracaat ettim. Ä°ÅŸte Hasan el Bennâ'nın dilinden Araplar ve Araplık: 

“Davetimizde, Araplığın belirgin ve vazgeçilmez bir yeri vardır. Araplar, Ä°slâm'ın ilk ümmetidir. Arap coÄŸrafyasının her bir karışını kendi toprağımız gibi kabul ederiz."

“Fars Körfezi'nden [ifade Bennâ'ya ait] Atlas Okyanusu'nda Tanca ve MarâkeÅŸ'e kadar bütün Arap coÄŸrafyası, akidenin ve dilin birleÅŸtirdiÄŸi bir dünyadır. Bu sebeple, Araplık için çalıştığımızda aynı zamanda Ä°slâm için de çalışmış oluruz." 

“Hanîf Ä°slâm dini, Arap olarak yayıldı. DiÄŸer milletlere Araplar vasıtasıyla ulaÅŸtı. Kerîm kitabı, apaçık bir Arapça ile nâzil oldu. Ä°ÅŸte bu yüzden 'Araplar zelil olursa Ä°slâm da korumasız duruma düşer' denilmiÅŸtir." 

Hasan el Bennâ'daki Araplık vurgusu, Ä°hvân'ın siyasi manifestosunda da aynen tekrarlanıyordu. Arap dünyasında Ä°hvân'dan ilham alan birçok siyasi hareket ve önemli ÅŸahsiyet de Araplığa özel atıflarda bulunuyordu. ÖrneÄŸin Yusuf el Karadâvî, Filistin davasını “Arapların ve Müslümanların davası" olarak tanımlıyor, konuÅŸmalarında milletinin ismini 'ümmet'in önüne geçiriyordu. 

***

Bütün coÄŸrafi sınırları kaldırarak “tek bir ümmet" olma iddiasını savunan 'ümmetçilik' cereyanının Türkiye'deki versiyonu, ırk mefhumunu uzun zaman yok saydı. Irk ismi anmak ayıp, hatta günahtı. Herkes eÅŸitti, birdi. Herhangi bir ırkı vurgulamak, eÅŸitliÄŸi ve birliÄŸi bozmak demekti. Ä°slâm, hepimize yeterdi. Irk, coÄŸrafya, kültür gibi 'alt' unsurları öne çıkarmak, Ä°slâm'ın kapsayıcılığına inanmamak demekti. 


Hal böyle olunca, Türk bayrağı, ümmetin mazlum coÄŸrafyalarındaki insanlar için düzenlenen eylem ve protestolarda yıllarca yer bulamadı kendine. Ama ilginçtir: Aynı eylemlerde dönem dönem Filistin, Hizbullah, Ä°ran, Suudi Arabistan, Yemen vb. bayrakları bol bol açıldı. Bu bayraklardan bazılarının, coÄŸrafyaya yayılan bazı ırkçı cereyanların açık izlerini taşıdığı gerçeÄŸi bile önemsenmedi. Belki de hiç bilinmedi. 

DiÄŸer bayraklar bize 'kardeÅŸlerimizi' hatırlatırken, Türk bayrağı ise asla açılamazdı; devletçiliÄŸi, ırkçılığı, laikliÄŸi, batılılaÅŸmayı, yabancılaÅŸmayı çaÄŸrıştırırdı. Uzun süre meseleye böyle bakıldı. Ay-yıldızlı bayrak, ümmetçiliÄŸin kayıp bayrağı haline geldi adeta. 

Bu 'ırksızlaÅŸma' çabalarının sonucunda da kendi ülkesine, vatanına, coÄŸrafyasına, insanına ve kültürüne yabancı bir 'ümmetçilik' anlayışı meydana geldi. Bayrak, vatan, millet gibi kavramlar böylece milliyetçi akımların tekelinde kalınca, ayrışma daha da derinleÅŸti. Bir taraf DoÄŸu Türkistan'a yeterince gözünü çevirmezken, öbür taraf Filistin davasına yabancılaÅŸtı. Örnekler daha da çeÅŸitlendirilebilir. 

***

15 Temmuz'daki hain kalkışma, ümmetçilik saflarında da ilginç bir değişime yol açtı. Şimdiye kadar hiçbir eyleme elinde Türk bayrağıyla katılmayan çok sayıda insan, ay-yıldızın gölgesinde tanklarla çarpıştı, sonrasında yine elinde bayraklarla kışlaların önünde nöbet tuttu.


Bayrağın zihinlerdeki 'lâdinî' çaÄŸrışımı artık deÄŸiÅŸmiÅŸ, vatan ve millet kavramları yeniden tanımlanmıştı. DevletçiliÄŸi ve ırkçılığı hatırlattığı gerekçesiyle kendi bayrağına mesafeli duran kesimler için, yeni bir ufuk açılmıştı. Hasan el Bennâ ve diÄŸer 'ümmetçi öncüler'in yıllar önce verdiÄŸi “Ãœmmet olmak, ırkları yok saymayı ve ırklardan vazgeçmeyi gerektirmez" mesajı anlaşılmaya baÅŸlamıştı. 

Yıllar sonra kendi bayrağıyla buluşan ve barışan ümmetçilerin önünde şimdi yeni bir sınav duruyor: Sloganik milliyetçilik ve katı devletçilik tuzaklarına düşmemek. Bu, bir uçtan diğerine savrulmak anlamına gelir çünkü.

Kâbe'de Türkiye'ye gerçekten dua edildi mi?

15 Temmuz'un hemen ertesinde, Kâbe imamlarından Abdurrahman es-Sudeys'in Türkiye için dua ettiÄŸi ÅŸeklinde bir haber yayıldı. Ardından, Kâbe görüntüleri eÅŸliÄŸinde bu duanın videosu da ekranlara düştü. Dua eden ses, gerçekten de “Allahım, Türkiye'ye yardım et” diyor, bu ifadeyi de birkaç kere tekrarlıyordu. Ancak görüntülerde bir gariplik vardı. Mescid-i Haram'ın Ramazan ayındaki kalabalık fotoÄŸrafları geçiyordu arka arkaya. Ramazan ayı çoktan bittiÄŸi halde. 


Kısa zaman sonra gerçek anlaşıldı: Kâbe'de Türkiye için böyle bir dua hiç edilmemiÅŸti. Bir iÅŸgüzar, içinde Türkiye'nin geçtiÄŸi bir dua kaydının üzerine (ses de Sudeys'e ait deÄŸildi elbette) Kâbe görüntüleri ekleyip servis etmiÅŸti. Önce sosyal medyaya, ardından da televizyon ve gazetelere dağılmıştı bu 'müthiÅŸ haber'. Tabii o günlerde morale de yoÄŸun ÅŸekilde ihtiyaç duyduÄŸumuz için, “Kâbe'de Türkiye'ye edilen dua” hepimize çok iyi gelmiÅŸti. 

Ä°ÅŸin garibi, bu uydurma video hâlâ dolaşımda. Hatta bölgesel siyasi analizlere bile konu oluyor zaman zaman. Enteresan ülkeyiz vesselam. 

TAHA KILINÇ - YENİ ŞAFAK

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.