Genel
Silah ve para
Ömüzdeki bir kaç sene; gelişmeler gösteriyor ki çok; ama çok çetin geçecek. Kapital-dünyânın yapısal ve çevrimsel krizi bunun başat belirleyicisi durumunda. Üretim fetişizmi ve savaş arasındaki târihsel ilişkinin kanıtları mebzûl miktardaki tecrübe ile sâbitlenmiş durumda. Ama bu defa durum biraz daha farklı.
Gerilimli iliÅŸkiler finans kapital ile savaÅŸ arasında yaÅŸanıyor. Keynes'in “gölge ekonomi” dediÄŸi finansal kapital ile reel üretimin karşılığı olan kapital arasındaki açık o kadar büyüdü ki; çevrimi artık imkânsız hâle geldi. YaÅŸanan ve derinleÅŸen durgunluÄŸu aÅŸmak için küresel ölçekte yaygın bir savaÅŸ giderek kaçınılmaz bir zorunluluk olarak yerleÅŸiyor. Meselâ OrtadoÄŸu'daki tabloyu basit olarak bir enerji savaşı olarak okumak eksik ve yüzeysel bir bakışın ürünüdür. Elbette bu yoktur demek istemiyorum. Ama dikkat çekmek istediÄŸim; enerji meselesini “esas mesele” düzeyine yerleÅŸtirmektir. Bu karakter oyuncusunu baÅŸrol oyuncusu ile karıştırmak gibidir. Esas mesele, küreselleÅŸme dinamikleri içinde merkez kapital dünyâ ile baÅŸta Çin ve Hindistan olmak üzere artık hatırı sayılır üretim üssüne dönüşmüş olan yarı-merkez dünyâlar arasındaki karşılıklı bağımlılık iliÅŸkilerinin sürdürülebilir olmaktan çıkmasıdır. Hegemonik güçler için tek yol, finansal fazlanın emilmesini saÄŸlamaktır. Bu fazlanın emilmesi basit olarak fâiz rejiminde yapılacak basit deÄŸiÅŸikliklerle saÄŸlanamayacak kadar karmaşıktır. Burada yapılması gereken bu “fazlaya bir karşılık” bulmaktır. Arz ve talebi eÅŸ anlı yükseltecek formül ise târihsel olarak çok âşina olduÄŸumuz militarist büyümenin saÄŸlanmasıdır. Bu fazlanın çekilmesi birincil etap, karşılığının bulunması ikinci etap ve nihâyet tüketilmesi de üçüncü etabı oluÅŸturuyor. Adını koymak gerekirse bu savaÅŸtır.
SavaÅŸ denilince kafalar biraz karışabiliyor. Bunu giderebilmek için filmi biraz geriye sarmak gerekir. Ãœretim fetiÅŸizmi, durgunluk ve savaÅŸ arasındaki iliÅŸkiler 19. Asır itibârıyla mûtaddır. Bunun en ileri evresi II. Genel SavaÅŸtı. Nükleer tehlike bu döngüyü kırdı. Dünyânın çekirdek toplumları barışçıl, demokratik, yeniden bölüşümcü dönüşümlerle kendi steril alanlarını oluÅŸturdular. DiÄŸer taraftan iki kamplı dünyâ militarist ekonomiyi merkezden periferiye taşıdı. Bu merkez kaç dönüşüm, merkezi dehÅŸet dengesi içinde göreli bir çatışmazlık iklimine soktu. 1960'larda baÅŸlayan “Barış içinde var olmak” ve “YumuÅŸama” lâkırdıları sâdece lüzumsuz yükselen tansiyonlara müdahale etmek ile ilgiliydi. DeÄŸilse zâten Yalta Rûhu merkez dünyâ için çatışmasızlığı kurumsallaÅŸtırmıştı. SavaÅŸlar ise çeperlerde bütün ÅŸiddeti ile devam ediyordu. 1945'ten 1990'lara kadar süren dönemde büyük bir zihnî tutulmanın yaÅŸandığını görüyoruz. Bu tutulma ideolojik aygıtlarla saÄŸlandı. Ulusal kurtuluÅŸ savaÅŸları, sosyalist halk hareketleri, iç savaÅŸlar kendi ideolojik “yanılsamaları ” üzerinden bu büyük senaryoda yerlerini aldılar.
1990'lardan baÅŸlayarak deÄŸiÅŸen nedir? Bunu bir kaç boyutu olduÄŸunu söyleyebiliyoruz. Ä°lk olarak finansal büyüme ve üretim merkezlerinin merkezden periferiye kayması yarı-merkez dünyâyı güçlendirici bir etki doÄŸurdu. II. Genel SavaÅŸtan sonra Almanya ve Japonya'yı içine alan bir süreç derece derece olmak kaydıyla Çin, Hindistan, GüneydoÄŸu Asya, Brezilya ve Türkiye gibi yarı-merkez dünyâya sirâyet etti. Genel dengeler açısından 1970'lerden 1980'lere Almanya'nın, 1980'lerden 1990'lara Japonya'nın fazlaları hayli rahatsız ediciydi. Ama bu sivrilmeler bir ÅŸekilde yontuldu. 1990'lardan 2000'lere Çin, Hindistan ve Güney Kore ve Tayvan'ı içine alan baÅŸka karşılıklı bağımlılık iliÅŸkileri doÄŸdu. Zâten esas mesele de bağımlılık iliÅŸkilerinde “karşılıklılık” boyutunun doÄŸmasıdır. Bu, hegemonik güçler için yönetilmesi daha zor bir dünyâ anlamına gelmektedir. Kapital dünyânın krizleri buna eklemlendiÄŸinde sıkıntılar büyümektedir.
Görünen o ki, artık Yalta'nın bir hükmü kalmamıştır. Karşılıklı bağımlılık ilişkileri ve bunun doğurduğu çevrimsel ve yapısal krizleri aşmanın başka bir yolu kalmamış gözüküyor. Militarizmi vesâyetçi savaşlarla başlatmak yeterli olmuyor. Aşama aşama ve ister istemez savaş, kapital dünyâyı da içine alıyor. Târihin en belâlı karadeliklerinden birisine hızla yaklaşıyoruz. Bu tahlillerde yanılmış olmayı diliyorum.
Süleyman Seyfi Öğün/YENİ ŞAFAK
Henüz yorum yapılmamış.