Sosyal Medya

Güncel

Suudi-İran çekişmesi nereye gidiyor?

Riyad-Tahran hattında yaşanan gerilimin kökenini ve olası sonuçlarını İRAM Başkan Yardımcısı Dr. Hakkı Uygur kaleme aldı.



Dr. Hakkı Uygur

Ä°ran’ın dış politikasıyla ilgili birçok konuda olduÄŸu gibi Suudi Arabistan ile gerilimli iliÅŸkilerin baÅŸlangıç noktasını anlamak için de 1979 Ä°slam Devrimi’ne dönmek gerekiyor. Dönemin Suudi hükümetinin baÅŸlangıçta Åžah karşıtı devrimcileri tebrik etmesine ve iyi iliÅŸkiler kurma temennisine raÄŸmen, gerek kısa süre içinde Ä°ranlı devrimcilerin dış politikada agresif bir yaklaşım takınacaklarını belli etmeleri ve en üst düzey yetkililerin “devrim ihracı” söylemini kullanmaları, gerekse de Arabistan’da meydana gelen ve Kâbe’nin kısa süreli iÅŸgaliyle sonuçlanan Ä°slamcı-Askeri ayaklanmanın Riyad yönetiminde yarattığı tedirginlik, iki ülkenin hızla hasmâne iliÅŸkiler içine girmesine neden oldu. Ä°ran-Irak savaşının baÅŸlaması ve Arabistan öncülüğündeki Körfez ülkelerinin maddi-askeri olarak Irak’ı desteklemeleri,  iliÅŸkilerin iyice bozulmasına yol açtı. Ä°ranlı liderlerin Suudi Arabistan’dan bahsederken sürekli “Amerikancı Ä°slam”

vurgusunda bulunmaları ve bölgesel monarÅŸilerin yıkılması yönündeki çaÄŸrıları, 1986 hac olaylarında örneÄŸi görüldüğü üzere kanlı hadiselerin meydana gelmesinde etkili oldu ve Ä°ranlı hacılar Humeyni’nin ölümüne kadar hacca gitmekten men edildiler.

İlişkilerinin geçici iyileşmesi

Ä°ran-Irak savaşının sona ermesi ve Saddam Hüseyin’in savaÅŸ yaralarını sarmak için kısa yolu seçerek, ABD’nin örtülü yönlendirmesinin de etkisiyle 1991 yılında Kuveyt’i iÅŸgal etmesi Ä°ran-Suudi Arabistan iliÅŸkilerinde önemli deÄŸiÅŸikliÄŸe yol açtı. Tahran’ın, ABD’nin Irak’a saldırısına tepki göstermemesi Riyad’da memnuniyetle karşılandı. Bu dönemde Ä°ran’da ılımlı kimliÄŸiyle bilinen ve dış siyasette yeni bir sayfa açmak isteyen HaÅŸimi Rafsancani’nin cumhurbaÅŸkanı olması ikili iliÅŸkileri oldukça ileri seviyeye taşıdı. HaÅŸimi’nin çabalarının meyvelerini vermesi reformcu lider Muhammed Hatemi zamanında oldu. Aralık 1997’de Tahran’da düzenlenen Ä°slam Konferansı Örgütü TeÅŸkilatı Zirvesi’ne Suudi Arabistan’ın Veliaht Prens Abdullah liderliÄŸindeki üst düzey bir delegasyonla katılması ve Ä°ran dini lideri Hameney ile sonradan krallığa yükselen Abdullah arasındaki görüşme, ikili iliÅŸkilerde zirve noktasını temsil etmektedir. Rafsancani’nin 1998’de yaklaşık on gün süren Suudi Arabistan ziyareti esnasında Kral Fahd ile samimi görüşmeleri ve hassas askeri tesislerde incelemelerde bulunması, aynı ÅŸekilde Ä°ran savaÅŸ gemilerinin Suudi limanlarını ziyaret etmesi bu dönemde Körfez’in en önemli iki ülkesi arasındaki 20 yıllık buzların eridiÄŸi ÅŸeklinde yorumlandı.

Bununla birlikte iki ülke arasındaki sıcak iliÅŸkiler uzun sürmedi. 11 Eylül 2001 saldırısı ve ardından Afganistan ve Irak iÅŸgalleriyle birlikte Tahran-Riyad iliÅŸkileri hızla soÄŸudu. Bir anda kendisini çevreleyen iki düşman hükümetten kurtulan Ä°ran bölgesel etkinliÄŸini artırmaya baÅŸladı. Irak iÅŸgalinin kısa sürede sonuçlanmasına raÄŸmen ülkede istikrar saÄŸlanamaması ve ABD’nin askeri kayıplarının artmasıyla birlikte George Bush “ÅŸer ekseni” olarak ilan ettiÄŸi Ä°ran ve Suriye ikilisine saldırı seçeneÄŸini masadan kaldırmak zorunda kaldı. Ãœzerindeki ABD tehdidinin kalkması ve eÅŸ zamanlı olarak Irak’ta Åžii hükümetlerin kurulmasıyla birlikte Ä°ran tarihi bir fırsat yakaladığını düşündü.

Türkiye’nin Arabistan ve Körfez Ä°ÅŸbirliÄŸi Konseyi ile iliÅŸkilerini geliÅŸtirmesi Ä°ran’a uyarı anlamı da taşıyor, Tahran’ın mutedil politikalara dönmesi gerektiÄŸini vurguluyor.

Bu durum 2005 yılında cumhurbaÅŸkanlığına seçilen Ahmedinejad’ın yönetimindeki Tahran yönetiminin bölge ülkeleriyle uzlaşı arayışından uzaklaÅŸmasına ve çatışma stratejisine yönelmesine neden oldu. Bush’un tehditkâr söylemlerinin güç kazandırdığı Ä°ran’daki güvenlik elitleri, özellikle de Devrim Muhafızları Ordusu, Irak politikalarını pratikte DışiÅŸleri Bakanlığının elinden alarak BaÅŸbakan Nuri Maliki üzerinden Åžii-Sünni çatışmasını körüklemeye ve ülke yönetimini tamamen eline geçirmeye çalıştı. Obama’nın seçim vaadi olarak Irak’tan çekileceÄŸini açıklaması ve Tahran’a sıcak mesajlar göndermesi de Tahran’ın hırslarını kamçıladı. Suudi Arabistan’ın bu dönemde merkezî hükümete karşı savaÅŸan Sünni direniÅŸ gruplarına destek olması, Irak merkezî hükümeti ve neticede Ä°ran ile iliÅŸkilerinin iyice gerilmesine neden oldu.

Böylesi bir dönemde içine girilen “Arap Baharı” süreci iki ülke açısından da tehditler ve fırsatlar içeriyordu. Ä°ran, Arap Baharı’nın getirdiÄŸi demokratikleÅŸme dalgasını, siyasi olarak zıt pozisyonlar içinde olduÄŸu Fas, Mısır ya da üzerinde hak iddia ettiÄŸi Bahreyn’de desteklerken Suudi Arabistan var gücüyle Ä°ran’ın bölgedeki en önemli müttefiki gördüğü Suriye’deki muhalefete arka çıkıyor öte yandan Mısır’daki demokratik sürecin askeri bir darbeyle kesilmesini finanse ediyordu. Arabistan’ın Bahreyn’deki gösterileri bastırmak için Mart 2011’de ülkeye asker sevk etmesi ve Ä°ran ile fiilî çatışmaya yol açmasa da Tahran destekli Zeydî Husi kabilesinin ve müttefiklerinin Ocak 2016’da Yemen’in baÅŸkenti Sana’da kontrolü ele geçirmesi, Arabistan-Ä°ran gerilimini yeni bir aÅŸamaya soktu. Suudi Arabistan liderliÄŸindeki koalisyon güçlerinin mart ayında baÅŸlattığı askeri müdahale hava operasyonlarıyla sınırlı kalmadı, son günlerde görüldüğü üzere balistik ve gemisavar füzelerin de kullanıldığı ÅŸiddetli bir hal aldı. 8 Ekim’de Suudi uçaklarının bir cenaze törenini vurması ve çok sayıda sivili öldürmesi üzerine Husilerin ABD savaÅŸ gemilerine saldırıda bulunması durumun karmaşıklığını gözler önüne seriyor. ABD, Ä°ran müttefiklerinin benzeri görülmemiÅŸ bu saldırılarına, ÅŸimdilik Husi radarlarını bombalayarak cevap vermiÅŸ durumda.

Ä°ki ülke iliÅŸkilerinin kontrollü gerginlikten dolaylı çatışmaya evrilmesinde Ä°ran’ın nükleer faaliyetlerinin ABD liderliÄŸindeki küresel güçler tarafından resmen tanınması da etkili oldu. Kitle imha silahlarına sahip olduÄŸu bahanesiyle iÅŸgal edilen Irak’a açılan savaÅŸla baÅŸlayan ve bu ülkenin pratikte Ä°ran’ın kontrolüne bırakılmasıyla devam eden süreçte, ABD’nin önceleri kırmızı çizgi olarak ilan ettiÄŸi uranyum zenginleÅŸtirme iÅŸlemi dâhil, Ä°ran’ın nükleer faaliyetlerine göz yumacağının belli olması, Ä°ran’ın bölgedeki en önemli müttefiki olan Esed yönetiminin kimyasal silah kullanmasına raÄŸmen Washington’dan herhangi bir karşılık görmemesi, son olarak 11 Eylül maÄŸdurlarının Suudi Arabistan aleyhine dava açmalarına izin veren yasanın ABD Kongresi’nden geçmesi Riyad’da ciddi anlamda hayal kırıklığı ve ihanete uÄŸramışlık duygusu oluÅŸturmuÅŸ durumda. Ä°ran- ABD ikilisi tarafından sıkıştırıldığını ve çok yakında kendi sınırları içinde sorunlar yaÅŸamaya baÅŸlayacağını düşünen Suudi Arabistan bu duruma, bir yandan, baÅŸta Ä°srail ve Türkiye olmak üzere bölge ülkeleriyle iÅŸbirliÄŸini geliÅŸtirerek ve Rusya ile olan gerginliÄŸi azaltarak karşılık vermeye çalışırken diÄŸer yandan da Åžii lider Åžeyh Nimr’in idam edilmesi örneÄŸinde görüldüğü üzere içeride sorun çıkarması muhtemel gruplara karşı çok sert tedbirler alarak karşılık veriyor.

Siyasi ve mezhebi ihtilaflar

Körfezin en önemli iki ülkesi arasındaki iliÅŸkilerin bozulmasındaki etkenlerden birisi de mezhebî ihtilafların siyasi alana taşınmasıdır. Ä°slam dünyasındaki iki azınlık grubu temsil eden Selefilik ve Åžiilik arasındaki teolojik ve kelamî tartışmalar nispeten uzun bir geçmiÅŸe sahip olsa da Ä°ran Devrimi ile birlikte mezhebin siyaset alanında görünür hale gelmesi, Orta DoÄŸu’daki çatışma alanlarına bir yenisini ekledi. Bu grupların birbirlerini tekfir edecek ölçüde sapkın akımlar olarak kabul etmeleri özellikle SoÄŸuk SavaÅŸ sonrası dönemde kimliklerin iç ve dış politikada aktif hale gelmesiyle birlikte daha belirgin bir hâl aldı. Nevvab Safevi- Seyyid Kutup iliÅŸkisi, ardılları tarafından sürdürülmediÄŸi gibi taraflar çoÄŸu zaman sırf siyasi çıkarlar için mezhebi argümanları kullanmaya ve bu ÅŸekilde bölgesel politikalarını meÅŸrulaÅŸtırmaya baÅŸladılar ki Ä°ran’ın seküler-nasyonalist Baas rejimini korumak ve Halep’teki katliamları meÅŸrulaÅŸtırmak amacıyla Åžam’daki Ehl-i Beyt mezarlarını savunma mottosuna baÅŸvurması bunun en dikkat çekici örneklerinden birisidir.

Özetle, en önemli küresel müttefiki tarafından ihanete uÄŸradığını düşünen ve nükleer anlaÅŸmanın imzalanmasından sonra bunu açıkça dile getirmekten çekinmeyen Riyad yönetimi kuÅŸatılmışlık düşüncesi içerisinde, üzerinde çok derin düşünülmeyen adımlar atıyor. Rus ve Ä°ran ekonomilerini çökertmek amacıyla baÅŸvurulan petrol fiyatlarını düşürme stratejisi iki ülke ekonomisine önemli darbeler vurmakla birlikte bu ülkelerin dış politikasında herhangi bir deÄŸiÅŸime yol açmadı, aksine Suudi ekonomisini de derinden etkiledi. Mısır’da Mursi hükümetini deviren cuntaya darbe öncesinde ve sonrasında her türlü maddi-siyasal desteÄŸi veren Riyad, General Sisi yönetimindeki Kahire’nin son dönemde baÅŸta Yemen ve Suriye olmak üzere bölgesel sorunlarda kendisini yalnız bırakması karşısında bu ülkeye petrol satışını durdurdu. Suriye muhalefeti desteklenirken silahlı gruplar arasında seçici davranmaması da Arabistan aleyhindeki uluslararası propagandanın güçlenmesine neden oldu. Bunun yanı sıra Yemen’e karşı giriÅŸilen askeri operasyon, aradan geçen nispeten uzun süreye raÄŸmen istenilen sunucu vermedi. Nitekim 17 Ekim günü Suudi DışiÅŸleri Bakanı Adil El Cübeyr’in yaptığı ateÅŸkes çaÄŸrısı bu durumu gözler önüne seriyor. Ayrıca siyasi çatışmaları dinî-mezhebî boyuta taşımanın ve Orta DoÄŸu’nun tarihî bir gerçekliÄŸi olan Åžiileri genelleyen ve düşmanlaÅŸtıran bir dil kullanılmasının bölgede kalıcı istikrara hizmet etmeyeceÄŸi de aÅŸikâr. Öte yandan Arabistan’ın bu adımları atmasında Tahran’ın tahrikleri şüphesiz önemli bir rol oynuyor.

Körfezin en önemli iki ülkesi arasındaki iliÅŸkilerin çatışmaya evrilmesinde Ä°ran’ın nükleer faaliyetlerinin ABD liderliÄŸindeki küresel güçlerce  tanınması da etkili oldu.

Zira krizin diÄŸer aktörü Ä°ran da benzer bir akıl tutulmasını tecrübe ediyor ve 8 yıllık Irak savaşından ders çıkarmamışa benziyor. Büyük güçlerin kendisi için alan açtığını zanneden Tahran’daki liderler uzun vadede herkesin kaybedeceÄŸi belli olan bölgesel çatışmaları körüklüyor ve ülkenin uluslararası yaptırımlardan ağır hasar görmüş ekonomik imkânlarını, kalıcı sonuç alamayacağı ortada olan krizlere harcıyor. Türkiye’nin son dönemde Arabistan ve Körfez Ä°ÅŸbirliÄŸi Konseyi ile olan iliÅŸkilerini geliÅŸtirmesi bir yönüyle Ä°ran’a uyarı anlamı da taşıyor ve bölgenin selameti için Tahran’ın özellikle vekiller üzerinden sürdürdüğü agresif tavırlarını terk ederek bir an önce serinkanlı ve mutedil politikalara dönmesi gerektiÄŸini vurguluyor. Aksi takdirde Irak’ta baÅŸlayan ve daha sonra Suriye ve Yemen’e sıçrayan bu çatışmaların bölgesel geniÅŸ çaplı bir savaÅŸa dönüşmesi ihtimali ne yazık ki hiç de düşük deÄŸil.

kaynak: KARAR

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.