Güncel
Rusya ile savunma iÅŸbirliÄŸi ihtimali
“Batı vermezse Rusya’dan alırız” yaklaşımı sadece Türkiye’nin kararına bağlı bir seçenek değildir. Bu yönde ciddi girişimler hemen başlasa ve kısa sürede siyasi karar alınsa dahi, bataryaların Türkiye’ye intikali 3 ila 5 seneden önce gerçekleşmeyebilir.
Mustafa KibaroÄŸlu - aljazeera.com.tr
Türkiye’nin içinde bulunduÄŸu coÄŸrafya ve buna baÄŸlı olarak algıladığı güvenlik tehditleri dikkate alındığında, ülkenin birçok bölgesinde etkin hava savunma sistemlerinin çoktan konuÅŸlandırılmış olması gerekirdi demek yanlış olmaz.
Türkiye’nin hava savunma sistemlerine ilgisi SoÄŸuk SavaÅŸ döneminden itibaren hep olagelmiÅŸtir. O dönemde Amerika BirleÅŸik Devletleri (ABD) öncülüğünde Kuzey Atlantik Ä°ttifakı (NATO) bünyesinde saÄŸlanan güvenlik garantileri ve Türkiye topraklarını da kapsayan “nükleer ÅŸemsiye” ile saÄŸlanan caydırıcılık sebebiyle bu konuda kayda deÄŸer bir giriÅŸimde bulunulmamıştır.
SoÄŸuk SavaÅŸ’ın bitimini takip eden süreçte, Irak’ın Kuveyt’i iÅŸgali sonrası Ocak-Mart 1991’de yaÅŸanan Körfez Savaşı sırasında ABD’nin Türkiye de dahil bazı bölge ülkelerine konuÅŸlandırdığı “Patriot” hava savunma bataryaları, Türk askerî yetkililerin ve güvenlik uzmanlarının konuya büyük ilgi duymasına yol açmış ve takip eden yıllar Türkiye’nin de bu savunma sistemlerine sahip olması tartışmalarıyla geçmiÅŸtir.
Türkiye’nin hava savunma ihtiyacına yönelik uzun erimli deÄŸerlendirmelerde ilk etapta belli sayıda bataryanın ülkenin özellikle tehdidin daha güçlü algılandığı OrtadoÄŸu’ya sınırı olan doÄŸu ve güneydoÄŸu bölgelerine konuÅŸlandırılması, bununla beraber bu sistemlerin ortak üretimi hedeflenmiÅŸtir.
Bu hedef doÄŸrultusunda öncelikle ABD ile uzun yıllar süren görüşmeler yapılmış, zaman içinde sürece Ä°srail de dahil olmuÅŸ ve ABD-Ä°srail ortak projesi olan “Arrow” hava savunma sistemlerinin geliÅŸtirilmesinde Türkiye’nin de yer alması talebi Türk yetkililerce sıklıkla dile getirilmiÅŸtir.
Kısmen diplomatik manevralarla, kısmen siyasi ortamın getirdiÄŸi kısıtlar sebebiyle Türkiye’nin ne ABD ile ikili düzeyde, ne buna Ä°srail’in de dahil olduÄŸu üçlü ortaklık geliÅŸtirme çabaları hiçbir sonuç vermemiÅŸtir. Bütün bu yıllar boyunca ise, Türkiye’nin hava savunma sistemlerine olan ihtiyacı, bölgesel geliÅŸmelerin de iÅŸaret ettiÄŸi gibi artarak devam etmiÅŸtir.
Çin ile ortaklık neden yürümedi?
Ä°ran’ın nükleer kapasitesini geliÅŸtirmesinin yanında sahip olduÄŸu balistik füzelerin menzillerini 2.500 km seviyesine çıkartması, Suriye’de baÅŸlayan iç savaÅŸ sebebiyle Ankara-Åžam iliÅŸkilerinin gerilmesi ve bu ülkenin sahip olduÄŸu balistik füze ve kitle imha silahı kapasitesinin dikkate alınmasıyla konuya daha bir kararlılıkla yaklaÅŸan Türkiye, 2013’te hava savunma sistemlerine sahip olmak için ihaleye çıkmıştır.
Ä°haleyi, dünyada önde gelen Amerikan, Fransız, Ä°talyan ÅŸirketleri ile rekabet ederek, hem mali açıdan en cazip fiyatı veren hem de Türkiye’nin ÅŸart koÅŸtuÄŸu teknoloji transferini de saÄŸlamayı taahhüt eden Çin’in CPMIEC firmasının kazanması, Türkiye’nin NATO’daki müttefikleri ile ciddi sorunların yaÅŸanmasına yol açmıştır.
NATO ülkelerinin Türkiye’ye yönelik en önemli eleÅŸtirisi, Çin’den alınacak hava savunma sistemlerinin Ä°ttifak’ın ortak projesi olan ve Türkiye’nin de Malatya Kürecik’te bulunan radar tesisi ile aktif katılımının bulunduÄŸu “Füze Kalkanı” ile uyumlu çalışmasının mümkün olamayacağı yönünde idi. Bununla birlikte Çin’in Türkiye’de kurulacak sistem üzerinden NATO’ya ait gizli bilgilere eriÅŸebileceÄŸi endiÅŸesi de dile getiriliyordu.
Bu eleÅŸtirilere Türk yetkililer önceleri, bir “arayüz” geliÅŸtirilerek Çin’in saÄŸlayacağı sistem ile Füze Kalkanı’nın uyumlaÅŸtırılabileceÄŸi ÅŸeklinde karşılık vermiÅŸler, daha sonraları da, Çin firmasından alınacak sistemin milli ve bağımsız bir yapı olarak kullanılacağı ifade edilmiÅŸtir.
Bu tartışmalar sırasında, bir yandan da, Türk yetkililerin de direkt ya da dolaylı ifadelerinden anlaşılabileceÄŸi gibi, ideal durum olan Batılı müttefikleri ile ortak üretim yapılması yönündeki Türkiye’nin deÄŸiÅŸmez talebinin kabul edilebileceÄŸi umuduyla, ihale süreci defalarca uzatılmış ve Çin firması ile nihai imzanın atılması geciktirilmiÅŸtir.
Kendi hava savunma sistemini geliÅŸtirmek
Gerek Batılı müttefiklerin tutumlarının fazlaca deÄŸiÅŸmemesi, gerek Çin firmasının sürecin uzatılmasından duyduÄŸu rahatsızlık sebebiyle, iki seneyi aÅŸkın gündemi meÅŸgul eden ihale Kasım 2015’te iptal edilerek “Türkiye’nin hava savunma sistemlerini kendi imkanları ile geliÅŸtirmesi hedefi” ortaya konulmuÅŸtur.
Arka planda bu geliÅŸmeler yaÅŸanırken Türkiye’nin algıladığı tehditler azalmamış, aksine artmıştır. Hava savunma sistemlerinin konuÅŸlandırılması gereÄŸi artık “acil ihtiyaç” seviyesine yükselmiÅŸtir.
Bu nedenledir ki, Batı’nın vermediÄŸi sistemleri, kısa süreli ciddi bir kırılma yaÅŸansa da, tekrar stratejik düzeyde iliÅŸkiler geliÅŸtirilen Rusya’nın saÄŸlaması konusu gündeme gelmiÅŸtir.
Çin firmasının kazandığı ihale sürecinde yaÅŸanan tartışmalar halen akıllardayken bu kez Rusya’dan hava savunma sistemleri alınması yoluna gidilmesi ne kadar isabetli, gerçekçi ve ne kadar Türkiye’nin uzun vadeli ihtiyacını gidermeye yönelik bir giriÅŸim olabilir?
Rusya’dan hava savunma sistemleri alınması konusunda ne Türk, ne Rus yetkililer tarafından resmi düzeyde net bir açıklama yapılmadı. Basında yer alan dolaylı bazı ifadeler ise tarafların tutumlarını anlamaya ve saÄŸlıklı bir öngörüde bulunmaya yeterli deÄŸil ancak yine de bu konuyu tartışmak, Türkiye’nin tabi olduÄŸu seçenekleri deÄŸerlendirmeye katkı saÄŸlayabilir.
Rusya ile ortaklık, artılar, eksiler
EÄŸer Türkiye’nin Rusya’dan hava savunma sistemleri alması söz konusu olursa, sorulması gereken ilk soru “hangisi” olacaktır? 1970’lerde Moskova ve çevresini korumaya yönelik olarak geliÅŸtirilen ve 1990’larda dikkat çeken S-300'ler mi yoksa yeni geliÅŸtirilmekte olan ve Rus yetkililerin ancak “yakın müttefik olarak gördükleri Çin ve Hindistan gibi birkaç ülke ile paylaÅŸabileceklerini” ifade ettikleri S-400'ler mi olmalı?
EÄŸer S-300 ya da S-400’lere dair bir alım süreci söz konusu olursa, NATO merkezli sert eleÅŸtiriler de tekrar gündeme gelecektir. O zaman da denilebilir ki, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) 1997’de S-300 almak istediÄŸi zaman sesini fazla yükseltmeyen, daha sonra da bataryanın Yunanistan’ın Girit adasında depolanmasına göz yuman NATO ÅŸimdi Türkiye’ye neden karşı çıksın?
Bu sorunun bilinen cevabı, S-300’lerin GKRY yerine Yunanistan’a gönderilmesinin o zaman yaÅŸanan krize bir çözüm olarak görülmesi idi. Böylelikle, NATO ülkeleri, iki müttefikleri arasında çatışmaya yol açabilecek bir sorunun her ikisinin de taleplerinin bir miktar karşılanarak çözüldüğünü düşünmüşlerdi.
Sorunun bir de pek bilinmeyen bir cevabı var. NATO ülkeleri, baÅŸta ABD, Rus yapımı S-300 bataryasının Yunanistan’da depolanmasını silah sistemi üzerinde kapsamlı bir inceleme yapma fırsatı olarak görmüşler ve fazla ses çıkarmamışlardı.
Müttefikleri, ÅŸimdi Türkiye’nin Rus yapımı hava savunma sistemleri almak istemesi durumunda benzer bir yaklaşım sergilerler mi bilinmez. Ancak, belki de sırf bu olasılık sebebiyle de Rusya en son teknolojileri kullandığı S-400'lerini Türkiye’ye vermek istemeyebilir.
Görünen o ki, “Batı vermezse Rusya’dan alırız” yaklaşımı sadece Türkiye’nin kararına baÄŸlı bir seçenek deÄŸildir. Bu yönde ciddi giriÅŸimler hemen baÅŸlasa ve kısa sürede siyasi karar alınsa dahi, diÄŸer örneklerden yol çıkarak denilebilir ki, kararın yürürlüğe konulması sürecinde iki ülke arasındaki iliÅŸkilerde siyasi, askeri, ekonomik ve toplumsal alanlarda meydana gelebilecek geliÅŸmelere de baÄŸlı olarak, bataryaların Türkiye’ye intikali 3 ila 5 seneden önce gerçekleÅŸmeyebilir. Bu olasılık da Türkiye’nin “acil ihtiyaç” durumuna uygun düşmüyor.
Yukarıdaki tablo, Türkiye’nin hem topraklarının büyük bölümünde konuÅŸlandırabileceÄŸi sayıda hava savunma sistemlerini tedarik etmesinin, hem de bu sistemlerin ortak üretiminde yer almasının kısa sürede gerçekleÅŸmesinin kolay olmadığını ortaya koyuyor.
Elde var “Füze Kalkanı”
Öte yandan, NATO’nun “Füze Kalkanı”nın 2014 itibarıyla operasyonel konumda bir proje olarak, Türkiye’nin doÄŸu ve güneydoÄŸu bölgelerinin dışındaki bölümünü de içine alan, Ä°ttifak üyesi ülkelere hava savunması saÄŸladığı unutulmamalıdır.
Türkiye’nin, ÅŸimdilik, Füze Kalkanı kapsama alanın dışında kalan bölgelerinde ise, Türk askeri uçağının Haziran 2012’de Suriye açıklarında uluslararası hava sahasında düşürülmesi sonrasında Ä°ttifak tarafından Patriot bataryaları konuÅŸlandırması kararı alınmıştır. Bu karar ile Suriye’ye karşı hem Türkiye ile Ä°ttifak arasındaki dayanışmanın vurgulanması, hem de caydırıcılık saÄŸlanması hedeflenmiÅŸtir.
DoÄŸu Akdeniz’de bulunan ABD donanmasına ait Aegis sınıfı firkateynlerde konuÅŸlandırılan bataryalarında kullanılan SM-3 füzelerinin menzillerinin geliÅŸtirilmesi ile birlikte, 2018 itibarıyla Türkiye’nin doÄŸu ve güneydoÄŸu bölgelerinin de Füze Kalkanı’nın kapsama alanında olması öngörülüyor.
Görünen o ki, Türkiye’nin, ister müttefiklerden ister Rusya’dan, satın alma yoluyla da olsa topraklarının geniÅŸ bir kısmında etkili olabilecek hava savunma sistemlerine sahip olması belli bir zaman alacak. O zaman kadar Füze Kalkanı’nın operasyonel yeteneÄŸinin saÄŸlayacağı caydırıcılık belli oranda güvence teÅŸkil edebilir.
Bu sebeple, ciddi eleÅŸtirilere tabi olsa da, Türkiye’nin savunmasında NATO’nun varlığı ve katkısı göz ardı edilmemelidir. Bu durumun, Batı’nın Türkiye’ye karşı bir lütfu deÄŸil, 4 Nisan 1949 tarihli Washington AntlaÅŸması’ndan kaynaklanan bir sorumluluÄŸu ve zorunluluÄŸu olduÄŸu her ortamda yoÄŸun bir ÅŸekilde vurgulanmalıdır.
Bununla birlikte, artık vakit kaybetmeden yapılması gereken, bu sistemlerin geliÅŸtirilmesinde görev alabilecek tüm birimlerin koordineli bir ÅŸekilde sürecin içine dahil edilmesi ve gerekli finansman desteÄŸi de saÄŸlanarak bilim ve teknoloji alanlarında var olan yetiÅŸmiÅŸ insan gücünün bir araya getirilmesidir. Bu yapıldığı takdirde, bugün için zor ve uzak gibi görünen hedefler “az zamanda çok ve büyük iÅŸler baÅŸarmış” nesillerin yetiÅŸtiÄŸi bu ülke insanı için hiç de zor, hiç de uzak olmayacaktır.
kaynak: aljazeera.com
Henüz yorum yapılmamış.