Düşünce Platformu
Tarihin sessizce yutkunduÄŸu yer
Umutla olanın artık olmamasını, olmayanın olmasını bekleyenler var. Aş bekleyenler, iş bekleyenler, kısmet bekleyenler var. Şifasını, devasını bekleyenler var.
Gökhan Özcan - Yeni Şafak
Umutla olanın artık olmamasını, olmayanın olmasını bekleyenler var. Aş bekleyenler, iş bekleyenler, kısmet bekleyenler var. Şifasını, devasını bekleyenler var. Bin bir endişe ile akıbetini bekleyenler var. Mezuniyet bekleyenler, karne bekleyenler, emeklilik bekleyenler var. Borcunun bitişini, huzurun gelişini bekleyenler var. Baharı, yazı bekleyenler, mevsimi mevsime ekleyenler var. Eşini, evladını, ahbabını bekleyenler var. Sanki yirmi dört saat bir durakta otobüsün gelmesini bekleyenler var. Kapıların açılmasını, bahtının açılmasını, ufkunun açılmasını bekleyenler var. Sabahı bekleyenler, akşamı bekleyenler var. Bitmek bilmeyen uzun bir bekleyiş hali içindeyiz hepimiz. Biz böyle bekleyedururken şimdiki zaman ayaklarının ucuna basarak gelip geçiyor içimizden.
“Bir ÅŸey kaçırdım mı?” diye sordu nefes nefese gelen. “Evet kaçırdın” dedi orada olan, “geride bıraktıklarını ve ulaÅŸmaya çalıştıklarını”.
Bil ki her ân sadece bulunduğun yerdesin, ne bir adım öncesinde, ne bir adım sonrasında...
Åževki Bey'in Hicaz ÅŸarkısını dinleyecek demleri yavaÅŸ yavaÅŸ geliyor bu senenin de: “Kış geldi firak açmadadır sinede yâre/ Vuslat yine mi kaldı güzel baÅŸka bahâre”
Her şeyin tadını kaçırmadan edemiyordu; sessiz ve sakin bir romanın içinde bağırıp çağırarak konuşmayı alışkanlık edinmiş oyunbozan bir final cümlesiydi.
Bir gazozun kapağını açtığınız anda aslında o an bir şey içmek istemediğinizi anlayıp pişman olursunuz ya, işte bazı ortamlarda kazara açtığınız bir mevzuun neticesi de aynen öyle oluyor. Gazozun gazı, mevzuun tadı kaçıveriyor.
Bir gün, bütün şairler aralarında anlaşarak aniden serbest şiire geçiverdiklerinde, elde kalan kullanılmamış o son birkaç kafiye nasıl da mahzun olmuştu!
Yarım kalmış bazı cümleler var ki, sanki üstlerine kelimeleri boğazında düğümlenmiş insanların suretleri düşüyor.
Canı yananın, canının yandığını söylemeye mecali olmaz, 'ah' eder, orada kalır. Can yanmasına dair edilmiş cümle kelam, ahir vakitten derlenmiş rivayettir.
Tarih kitabının her açıldığında sessizce yutkunduğu bir acı sayfadır Kerbela!
Bunca asır geldi geçti, hiç ağarmadı Kerbelâ'ya vurulan o insanlık karası... Kanasın hiç değilse şu rahata alışmış tenimizde bir Hüseyn yarası...
Mâh-ı Muharrem geldi, âlemin gözü yaÅŸlı... “Bir melek itmede arÅŸ üzre bu gün şöyle nidâ/ Dinledim gûşuma gelmekde idi böyle sadâ/ Eyle tecdîd-i elem mâh-ı Muharrem geldi/ Firkat-i nâr-ı Hüseyn ile yanar arz u semâ” diye inlemiÅŸ adeta Allah'ın Aziz nâmında güzel bir kulu...
“KeÅŸke” dedi beyaz saçlı adam, “içimin cız ettiÄŸi o yeri tespit edip çerçeve içine alabilsem!”
Bir günün feryâd-ü figânını bir yılın sükûtunda sabır ateşiyle demleyen insanlar da var.
“AteÅŸ daha ne yapsın bana” dedi meczup, “yanmadığım gün mü var!”
Henüz yorum yapılmamış.