YaÅŸam
Cihan Aktaş 'Gönüllü Şehir' Yazısı
İstanbul ve taşıdığı yük'e dair sosyolojik bir değerlendirme.
Åžehrin hal ve gidiÅŸatına dönük bir rahatsızlık yeni çözümlerin arayışına sevk ediyor ÅŸehir eleÅŸtirmenlerini son zamanlarda. Nasıl stresten arınmış bir hayat sunabilir megapol, bunun imkânı var mı? Medyada sıklıkla “akıllı” ÅŸehir üzerine haberler yayımlanıyor. Åžehri her türlü kirlilikten arındırmaya dönük “çevre dostu” projelerle tarif ediliyor akıllı ÅŸehir. Teknolojiyi akıllıca kullanarak vatandaşın hayat kalitesini yükseltmek bu projeleri yönlendiren amaç. Beri taraftan daha fazla düğme ve otomasyonun ÅŸehri nasıl etkileyeceÄŸi üzerine yorumların eksikliÄŸi hissediliyor. Akıllı ÅŸehir gökyüzünün giderek görünmez olduÄŸu bir çelik kafesler ağına mı dönüşecek sonunda… Haddinden fazla düğmeye bağımlı bir hayat akla Chaplin’in Modern Zamanlar’ını getiriyor.
Bir ÅŸehir hangi noktaya kadar benzeri denemelerin yüklenmesine tahammül edebilir? Åžehircilikle ilgili yeni hedeflerin Ä°stanbul üzerine yoÄŸunlaÅŸtırılması, tembel iÅŸi bir alışkanlık. Her türlü yeni tasarımın atölyesi olarak görülmesi, nüfusu zaten çok yüksek olan bu ÅŸehre göçü cazip kılan bir etki uyandırıyor. DiÄŸer ÅŸehirler –gençlere yerlerinde kalmaları için teÅŸvik ödenekleri saÄŸlansa bile- Ä°stanbul’un yanında bütün olarak taÅŸraya dönüşüyor. Ä°stanbul’a dönük tantanalı bir inÅŸaat hamlesi, yepyeni teknolojilerle ilgili bir ilave, yeni bir göç dalgası anlamına geliyor. Bu nüfus artışı karşısında bir ÅŸehri nereye kadar geniÅŸletebilirsiniz? Ä°stanbul sürekli taÅŸma eÄŸiliminde, Kuzey ormanlarına, Aydos ormanlarına taşıyor; D-100 Karayolu’nun etrafında gökdelenlerle bir koridor oluÅŸturuyor. Buna kim, ne zaman karar veriyor, emin olamıyoruz. Yeni bir köprü, yeni bir havaalanı istiyor ÅŸehir ve ardından yeni göçmenler geliyor. Kendi tarihi bünyesini yok edecek yenilemelerle sürdürüyor taÅŸkınlığını. Çünkü çağırdığı nüfusu barındırması, onlara iÅŸ ve teneffüs alanları sunması gerek.
Åžehir sürekli göç alacak ÅŸekilde kalkındırılıyor. Buna karşılık dün olduÄŸu gibi bugün de yeni gelenlere dönük bir hoÅŸ karşılamadan söz edilemez. Eskiden gecekondu mahallelerinin yaydığı tekinsizlik özellikle ÅŸehrin kıdemli sakinleri tarafından eleÅŸtiri konusu olurdu. Åžimdilerde mütedeyyin insanlar da göçmenler ve taÅŸralılarla karışmamak için çareler arıyor, BaÅŸakÅŸehir gibi korunaklı sitelere taşınıyorlar. Åžehir bir taraftan huzur arayışı adına daha “akıllı”, daha karmaşık bir yapı ediniyor. Buna karşılık içtenlik, ilgi, merhamet, ÅŸefkat, kardeÅŸlik, yardımlaÅŸma gibi sıfatlar ancak Ramazan ayında bütün ÅŸehri kuÅŸatacak bir dolaşım imkânı kazanıyor.
Åžehirli olarak sorumluluklardan kaçındığımız için çevremiz ve oturduÄŸumuz evler de merkezi siyaset dinamiklerinin çatışmaları tarafından biçimlendirilmeye açık oluyor. TaÅŸra ÅŸehirlerine ise hiç mantıklı olmayan seçimlerle yansıyor bu gidiÅŸat. Ä°htiyaç duyulmayan kentsel dönüşümler, hiç anlamlı olmayan siteler, toplu konutlar, gökdelenler… Nüfusu taşıyamayan yollar, sıkışma ve daralma hissini artırıyor. Hızlanma ise yer yer tıkanmalara sebep oluyor. Raylı sisteme, metroya raÄŸmen trafik rahatlamıyor, tersine, yapısal planda geniÅŸleme ve yükselmenin tırmanması yüzünden sürekli bir sıkıntı mevcut. Daralma hissi evsiz barksızlara dönük korku da eklendiÄŸinde, kaçış isteÄŸine yol açıyor. Kesimler türdeÅŸiyle birlikte yüksek duvarların ardına çekiliyor. Akılcı yaklaşımlar, güvenlik gereÄŸini öne çıkartmayı önemsiyor elbette. Bununla birlikte maddileÅŸen çevreye raÄŸmen maneviyatı temsil eden deÄŸerlere dönük vurgular da ağırlık kazanmaya baÅŸladı. Ä°nÅŸaat firmalarının reklamlarında yıllardır konfor, kalite, güven, yenilik, çaÄŸdaÅŸlık ve çevre gibi orta sınıfa özgü sayılan kavramlar öne çıkarken, bunlara gelenek, komÅŸuluk, huzur, sükûnet, mahremiyet gibi vaatler de ekleniyor artık.
Birçok ülkede benzeri geliÅŸmelerin yaÅŸanması, Thatcher’cı “alternatifi yoktur” tesellisini getiriyor önümüze. BaÅŸka bir ÅŸansımız yok mu gerçekten? Yani fiziki çevremiz gibi manevi dünyamıza özgü deÄŸerlerin de büyük holdinglerin yaÄŸması tarafından istismar edildiÄŸi bir gidiÅŸata mecbur muyuz?
Esasında layıkıyla olamadığımız için payımıza düşüyor bu istismar tablolar karşısındaki acz hissi. Bir ÅŸehrin oturmuÅŸ dokusunda yapılacak deÄŸiÅŸikliklere kim, nasıl karar vermeli? Bu sorunun içimize yatan cevabı, “ÅŸehirlinin ta kendisi” olurdu. Fakat bizde ÅŸehirli sorumluluÄŸunu oluÅŸturan kadim yapılar ortadan kaybolurken mahalle ile birlikte, yeni yapılaÅŸmaların içinden sorumluluk almaya açık bir bilinç güçlükle geliÅŸiyor. Engel tanımamayı bir hak gibi benimseyen betonlaÅŸma bazen gökyüzünü kapatıyor, bazen Atik Valide Külliye’si gibi 450 yıllık bir yapının uzamını. Öne çıkan duyarlıklar ve gönüllülük esasındaki katılımlar siyasal kutuplaÅŸmaların hanesine kaydedilerek harcanıyor.
Silueti yarmak, delmek, lekelemek, manzaraları kapatmak holdingler için hiç sıkıntı teÅŸkil etmiyor. Buna karşılık incelediÄŸim kadarıyla okul binalarının çevre baÄŸlantıları hiç iyi düşünülmüş olmuyor. Cadde kıyısı mıdır, fabrika mı var yanında, önemsenmeden bulunan arsaya konduruluyor okullar anlaşılan. Son birkaç yıldır edebiyat söyleÅŸileri için sayısız okula gittim. Özellikle Ä°mam-Hatip liselerinin binalarının bahçeleri, öğrenci sayısına oranla son derece yetersiz. Tabii aslında sadece bahçeler deÄŸil, binalar, derslikler de dar tutuluyor. Arsa sıkıntısından söz edilemeyeceÄŸi muhakkak. Ä°stenildiÄŸinde “Miami tarzı” siteler için olur olmaz yerlerde arsalar bulunabiliyor.
Bir de huzurevleri açısından bakmayı deneyelim: GittiÄŸim, gördüğüm birçok huzurevi yeÅŸillikler arasında, bazılarının etrafı büyük yeÅŸil bahçelerle çevrili. Ä°dealtepe’de bulunan yolumun üstündeki bir parka yakın bir huzurevi biliyorum. Park orman misali yeÅŸil, havası temiz ve deniz manzaralı. YaÅŸlıları hemen hiç görmüyorum orada. Kapalı bir kutu içinde yaÅŸayıp gidiyor gibi görünüyorlar. Aile evinde barınamayan yaÅŸlıların sadece kendi akranlarıyla yaÅŸamaya mecbur edildiÄŸi bir sistem gerçekten problemli.
Büyük ÅŸehirde ihtiyarların yalnızlaÅŸmasına izin vermeyen çözümler aramak için hiçbir zaman geç deÄŸil. Ve zaten buna mecburuz. YaÅŸlılara dönük faaliyetler konusunda ilk ve orta öğrenim çağındaki öğrenciler gönüllülük esasında seferber edilemez mi? Huzurevlerine gitsinler, cadde ve sokaklarda yaÅŸlılarla ilgilenmenin alfabesini öğrensinler. Åžehirlilik bilincinin geliÅŸmesi için ilkokullara uygulamalı dersler konulması düşünülmeli kanımca. KuÅŸkusuz hedeflenmesi gereken sıkıcı derslerden geçmeyi saÄŸlayan ezberler deÄŸil, gönüllü katılımların alt yapısının hazırlanması. Sokakları çöplerden arındırmak herkesin sorumluluÄŸu ve sokak hayvanlarının açlığını susuzluÄŸunu dert edinebilmeli çocuklar. Yaz günlerinde sokaklar yer yer ikiye bölünmüş plastik su ÅŸiÅŸeleriyle kaplanıyor. Belediye sokak hayvanları için belirli yerlere mermer yalaklar yapamaz mı? Bu konuyu Twitter’da gündeme getirdiÄŸimde, yalakların çok geçmeden çöp kutusuna dönüşeceÄŸini öne sürenler oldu. Bu elbette olur. Ancak biz çocuklarımıza ve gençlerimize yalakları temiz tutma sorumluluÄŸunu da verebilmeliyiz.
Tek tek kişilerin, ailelerin, mahalle halkının ve bütün olarak toplumun sergilediği çevre konusunda mesuliyet üstlenmekten uzak tutum, belediyelerin ve merkezi siyaset dinamiklerinin şehir üzerindeki inisiyatiflerinin güçlenmesi anlamına geliyor. Şehirli geri çekildikçe ortaya çıkan boşluğa imtiyazlı holdinglerin tasarımları kuruluyor. Bu görkemli tasarımlar ise şehri balta görmemiş beton bir cangıla dönüştürüyor.
Ä°stanbul her zaman model taÅŸraya, oysa küçük ÅŸehirler potansiyellerini deÄŸerlendirebilecekleri usullerle Ä°stanbul’a ilham kaynağı olabilirler. Enes Battal Keskin, “YavaÅŸ Åžehir” kitabında “sakin ÅŸehir” olarak tanımlanan Seferihisar üzerinden tartışıyor bu konuyu. Terkip aslında “Fast Food”a karşı 1989’da Ä°talya’da baÅŸlatılan “Slow Food” (YavaÅŸ Yemek) hareketinden kaynağını alıyor. KüreselleÅŸmenin ÅŸehirlerin dokusunu, sükunetini ve yerel özelliklerini ortadan kaldırmasının önüne geçmek ve yine ÅŸehirlerdeki hayat tarzlarının standartlaÅŸmasını engellemek için baÅŸlatılan bir hareket, YavaÅŸ Yemek.
Metropolde, kanalları yavaşlamaya açık küçük bir şehirde olduğu gibi yaşayamazsınız, başka türlü sorumluluklarınız oluyor. Fakat yavaş şehre özgü kural ve usulleri taşıyarak yumuşatabilirsiniz görünür ve görünmez sınırları. Kadıköy civarındaki Hasanpaşa Camii aşevinde pişirilip de gece boyunca evsizlere dağıtılan çorba etrafında meydana gelen dayanışma, üzerinde durulması gereken bir örnek.
Sakarya Ãœniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Ãœyesi Yrd. Doç. Dr. Mahmut Karaman aracını bu amaçla aÅŸhaneye çevirmiÅŸ. “KomÅŸusu açken tok yatan bizden deÄŸildir” ÅŸeklindeki hadisten hareketle “KomÅŸum aç yatmayacak” yazısının yazılı olduÄŸu araç “sıcak çorba dağıtımı gerçekleÅŸtirilecek ÅŸekilde donatılmış. Çorba dağıtımının gönüllüleri ve güzergâhı var. Karaman, medyada yer alan ÅŸu ifadeleriyle “gönüllü ÅŸehir”i tanımlıyor: “Ä°stanbul gibi büyük bir metropole yayılmış 10 bin kiÅŸiye merkezi bir organizasyon ile hitap edilemez. Sorun yerinde çözülmeli. Sorun siyasi veya bürokratik bir sorun deÄŸil, sorun toplumsal ve yerel. O zaman çözüm de sivil ve yerel olmalı"
Oturmuş doku konusunda sorumluluk almadığımız sürece şehrin hırpalanmasına dönük sorgulamalarımızın kıymeti harbiyesi yok şehir mahrumlarının nezdinde. Gönüllü şehir, hatır saymakla yapılanıyor. Betondan sınırları aşındıran da ucu açık sofraların bereketi.
Henüz yorum yapılmamış.