Sosyal Medya

Kürsü

Dücane Cündioğlu'nun 'Türkiye çelişkiler ülkesidir' konulu söyleşisi

Hız,teknoloji ve bireysellikten oluşan 'yeni dünya düzeni'ni,türkiyenin, bu yeni dünya düzeninin neresinde olduğu ve sosyolojik olarak ,Türk toplumunun son yıllardaki değişimine yönelik bir söyleşi.



Bir düşünür olarak, hız, teknoloji ve bireysellikten oluÅŸan ‘yeni dünya düzeni’ni nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?

Bu ne kadar yeni, onu bilemiyorum. Çünkü 18. yüzyıldan beri dünya bu kavramlarla ÅŸekilleniyor. Bu da çok doÄŸal. KliÅŸedir ama gerçek bu. Neden? Dünyayı, toplumu artık rasyonel olarak örgütlüyoruz. Ratio, sürekli böler. Ratio, birleÅŸtirerek deÄŸil ayırarak çalışır. Biz duygularla dünyayı birliÄŸe getiririz, ama düşündükçe onu böleriz. Bu bölme, bize, özünde, hız, teknoloji ve bireyselliÄŸi mümkün kılan bilimsel temeli saÄŸlıyor. Bu nedenledir ki insanlık son 300 yıldır Weber’in tabiriyle ‘büyü bozuldu’ diye çığlık atıyor. Dünya artık bu hızla deviniyor. Hız klasik fizikte olmayan bir kavram. Klasik fizikte hız, nesnenin devinimine iliÅŸen ikincil ilinekti, yani devinim töze iliÅŸirdi, nesne hareket ederdi. Peki hız neye iliÅŸir? Devinime. Åžimdi hız nesnenin tözü halini aldı. Modern bilim de ister istemez bu deÄŸiÅŸimi haklılaÅŸtırıyor. Ãœst yapının temelinde, yani ahlakın, siyasetin, toplum ve kültürün en temelinde iÅŸbu bilimsel bilgi vardır. Hız, antik çaÄŸa göre yeni bir moment, son 300 yılın ürünü. Bizler artık endüstri devrimi sonrasında dünyayı çok farklı kavrıyoruz. Ãœretimden veya deÄŸiÅŸ‐tokuÅŸtan hareketle deÄŸil mübadeleden, alış‐veriÅŸten, deÄŸiÅŸimden hareketle. O yüzden deÄŸerler, kullanım deÄŸerleri deÄŸil, deÄŸiÅŸim deÄŸerleri. Mübadele, modern yaÅŸamın özüdür. Hıza ihtiyacı var ve kendini yok edene kadar hızlanacak, çünkü hızın sonu çaresiz sükundur, duraÄŸanlık ve dinginlik. Dünya bir bakıma durmak için deviniyor, yeniden baÅŸlayabilmesi için önce durması gerekir. Ne ki durmak demek aynı zamanda yıkım demektir.

Türkiye, kökleri doğuda ancak uzun yıllardır yüzünü batıya dönmüş bir ülke olarak, bu yeni dünya düzeninin neresinde?

Bugün doÄŸu‐batı kavramlarının kayda deÄŸer bir açıklama deÄŸeri kalmadı. Çin’e göre biz neredeyiz? Gerçi bir OrtadoÄŸu kavramsallaÅŸtırması var ama o da çok sorunlu. ÖrneÄŸin Türkiye’nin kökleri doÄŸuda deÄŸil, Türkiye zaten doÄŸu. Ama hangi anlamda doÄŸu? Troya Savaşı’ndan beri Akhalarla Troyalılar arasındakikarşıtlık aslında doÄŸu‐batı ayrımından kaynaklanıyordu ve ayrım Çanakkale BoÄŸazı temelliydi. Daha sonra da Haçlı Seferleri. Bugün sorun artık Türkiye’nin coÄŸrafi tanımıyla ilgili deÄŸil. Çünkü ilk sorunuza baÄŸlı olarak hız olgusu, coÄŸrafi tanımı deÄŸersiz kılıyor. Sabah uçaÄŸa biner, akÅŸam dünyanın öteki ucunda yemeÄŸinizi yiyebilirsiniz. Artık doÄŸu‐batı ayrımı bugün gücünü yitirmiÅŸ olan eski dünyaya ait bir kavramsallaÅŸtırma. Atlantik‐Pasifik ayrımı, denizin, yani iletiÅŸimin ve ulaşımın gücünü ifade etmek bakımından hiç deÄŸilse daha açıklayıcı görünüyor. Kısaca Türkiye’nin sorunu artık batılılaÅŸma sorunu deÄŸil, modernleÅŸme sorunudur, yani mekansal deÄŸil, zamansal bir sorun. Bu bakımdan ülke sorunlarının doÄŸu‐batı çeliÅŸkisi baÄŸlamında deÄŸil, eski‐yeni çeliÅŸkisi baÄŸlamında yorumlanması gerekiyor. Çünkü Türkiye’nin sorunu artık mekansal deÄŸil, zamansaldır. Fetholunacak olan artık Batı deÄŸil, Gelecek’tir.

Peki Türkiye’nin bu hıza uyum saÄŸlaması konusunu nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?

Soru deÄŸiÅŸti, çünkü ÅŸimdi yönümüzü sormuyorsunuz. Öyle ya, yön mekanda olur, hız ise zamanda. Türkiye modern toplumun bulunduÄŸu düzeye güya yürüyerek deÄŸil, sıçrayarak, hatta uçarak gidiyor. Bence temel sorun da burada. Eskiden saÄŸcı liderler, çağı yakalamak anlamında “muasır medeniyetler seviyesine sıçramak”tan söz ederlerdi. Endüstriyel olarak, teknolojik olarak Türkiye çağı yakalamaya çalışıyor. Fena durumda da deÄŸil, OrtadoÄŸu ülkeleri içerisinde en iyilerdeniz, çünkü Batı’ya en yakın sınırda bulunuyoruz. Dolayısıyla modernliÄŸe ister istemez zamansal olarak da yakın durumdayız. Ancak bu sıçrama hamleleri eÄŸitim ve kültür alanında deÄŸil, teknoloji alanında. Biz de artık kocaman gökdelenler yapıyoruz. Ne ki gökdelende yaÅŸama kültürü çok sonra gelecek, ve iÅŸte o zaman sıçramak neymiÅŸ göreceÄŸiz.

Türkiye’yi “doÄŸu ve batı arasında sıkışmış bir ülke” olarak görenler de var, “iki yakanın zenginliÄŸini barındıran bir ülke” olarak tanımlayanlar da. Siz nasıl yorumluyorsunuz?

Türkiye bir çeliÅŸkiler ülkesidir ve iyi ki öyledir. Ne tam anlamıyla doÄŸudur, ne de tam anlamıyla batı. Hem doÄŸudur hem batıdır çünkü. Karışık, çeliÅŸkili, çatışkılar tarafından zorlanan bir bünyesi var Türkiye’nin. Ama bu dezavantaj deÄŸil, bilakis avantajdır. O yüzden enerjisi var. YaÅŸamın diyalektik kavranışı, çatışmalar üzerinden güçlü bir itilim saÄŸlar. O bakımdan Türkiye dünyanın en ÅŸanslı coÄŸrafyalarından birind ikamet ediyor, çünkü karşıtlığı özünde saklıyor. Bu karşıtlıklardan birine asılması büyük bir kayıp anlamına gelir. Hep böyle oldu. Ya doÄŸu ya batı, ya eski ya yeni gibi karşıtlıklar çeliÅŸkinin bir yanında asılı kalmak demektir, ki Türkiye’de siyaset bu yanlara asılı kalarak sürdürüldüğü için ÅŸiddet de buradan doÄŸuyor. Oysa hem doÄŸu hem batı, hem eski hem yeni denilebilse, bu çeliÅŸki o takdirde olumlu hale dönüşebilir, bir yıkıma deÄŸil.

Şu an için bir itilim yok diyebilir miyiz?

Diyemeyiz, çünkü hala bir itilim var, çelişki var, çatışma var. Kaos henüz yok, kaos da gerçekte bir olanaktır, olumsuz bir şey değil. Yıkım her zaman yaratıcıdır. Ölüm yaşamın temelidir. Ölebildiğimiz için doğuyoruz, ölmesek doğmayız. Dolayısıyla doğduğumuz için de ölüyoruz. İnsan yaşam ile ölüm arasındadır. Yaşam olmadan ölümü, ölüm olmadan yaşamı düşlemek belki iyi bir fantezidir, ama yaşamın özünü tek yanlı olarak çocukça hülyalara havale etmektir. İnsan yaşamı da, ölümü de benimseyebildiğinde ancak insan olmayı becermiş olur. Ölümden kaçamazsınız. Kozmos da, düzen de kendinde bir düzensizlik barındırır. Sığ zekalar bunu bir olumsuzluk gibi algılar ama düzensizlik, düzenin olmazsa olmaz koşuludur.

Sosyolojik olarak Türk toplumunun son yıllardaki değişimini nasıl özetliyorsunuz?

Türkiye ilerlediÄŸi, geliÅŸtiÄŸi ve modernleÅŸtiÄŸi için ve bütün bu kavramlar da özünde rasyonel olduÄŸu için ülkenin buna bir tepki vermemesi düşünülemez. Türkiye bir yandan deÄŸiÅŸiyor, geliÅŸiyor ama bir yandan da kendi içinde bu hıza denk bir direnç de üretiyor. Bir itilimle birlikte itilim‐karşıtı itirazlar da oluÅŸuyor. Bu çatışma Türkiye’nin toplumsal yapısından bekleneceÄŸi üzere bazen gelenekçi refleksler üretiyor. Åžu evrede ülkemizde muhafazakarlığın daha yavaÅŸlatıcı yaklaşımlarının raÄŸbette olmasının bir sebebi de hızın ve deÄŸiÅŸimin çok güçlü olmasından kaynaklanıyor. Nerede durma direnci varsa, orada çok güçlü bir ilerleyiÅŸ var demektir. Bu çeliÅŸki de Türkiye’nin lehinedir. Dünyanın her yerinde de böyle olmuÅŸtur. Ahlak kitapları, ahlaksızlığın en çok olduÄŸu dönemlerde yazılır.

 

“YAÅžAM, AKLIN YASALARINI BOZAR”

‘KutuplaÅŸma’ artık çok sık kullanılan bir kavram, oysa Türk toplumunun bunu aÅŸacak çok büyük vasıfları, özellikleri ve kökleri var. Bu konuda ne düşünüyor ve ne öneriyorsunuz?

KutuplaÅŸma esas itibariyle bilincin iki uçlu devinimidir. Bir dairede, diyelim ki bir aks oluÅŸsun, hemen iki kutup de oluÅŸur. Kutuplardan birinde asılı kalmak, mutlak bir karşıtlığa dayanır. Bu durumu, yine zihnin oluÅŸu kavrama yetersizliÄŸiyle açıklayabiliriz, çünkü bilinç özdeÅŸlik ilkesiyle devinir. Bilincin en doÄŸal refleksi ikiye bölmektir: ya‐ya da. Bu, “ben bensem sen deÄŸilim’ demektir. Bir ÅŸey kendisi ise baÅŸkası deÄŸildir çünkü. Bir yerde bir özdeÅŸlik varsa, bir belirlenim varsa o belirlenim zorunlu olarak karşıtını da kendinde barındırır ve dışarı iter. Yani siz “A A’dır” dediÄŸiniz sürece ‐ki bu özdeÅŸlik ilkesinin temelidir - olmayandır” demek zorundasınız. Bu aklın en temel iki ilkesidir. Akıl buradan bir üçüncü ilke daha çıkartır; üçüncü halin imkansızlığı, yani “A A ise, A A‐olmayan deÄŸildir” derseniz o halde bir ÅŸeye “hem A, hem A‐olmayan” veya “hem siyah, hem siyah‐olmayan” diyemezsiniz. Ne ki yaÅŸam, aklın bu yasalarını bozar ve darmadağın eder. YaÅŸamda siyah‐beyaz karşıtlığı olduÄŸu içindir ki griler vardır, siyah‐ yeÅŸil karşıtlığı vardır. YaÅŸamda “ya‐ya da” yoktur. YaÅŸam çoklu‐birlik halinde iÅŸler, iki deÄŸerli deÄŸil, üç deÄŸerli bir mantıkla. Bazıları buna fuzzy logic diyorlar. YaÅŸamda sonsuz merkez vardır. Dünyayı ve yaÅŸamı açıklarken tek bir merkeze dayandığınız sürece kutuplara dayanırsınız. Kutuplara dayandığınızda, bu kutuplardan birine asılı kaldığınız takdirde çok kesin, çok zorunlu, çok genel yargılara, yani dogmalara ulaşırsınız. Bu sizin kendi tinsel birliÄŸinizi saÄŸlamanız anlamına gelir ama baÅŸkaları ile diyalog içerisinde olmamanız koÅŸuluyla. Kutupların birbiriyle diyaloÄŸu olmaz. Ne ki yaÅŸam uçların bu kibirli kutuplaÅŸmasını çözer. Modern bilim, yani insanlığın ÅŸu anda ulaÅŸtığı bilgi birikimi ve biçimi zaten bu kutupluluÄŸu çözüyor. Bizler de yaÅŸama baktığımızda bu yüzden bir kutupluluk görmüyoruz. Dikkat edin, cinsler bile çözülüyor. Bugün hayvanlarda da, insanlarda da sadece iki cinsten söz edilmiyor. Ara‐cinsler ortaya çıktı ve bunun çoÄŸalacağı görülüyor. Ä°ster istemez buna karşı kendiliÄŸinden bir direnç de doÄŸuyor, direnç de toplumun geliÅŸmesini saÄŸlıyor. Ä°lerlemeyen ÅŸeyde gerileme olmaz. Gerileme olumsuz bir ÅŸey deÄŸildir. Sadece geçici olarak yıkıcıdır. Ama uzun vadede yaÅŸam kendisini yeniden üretmeyi baÅŸarır.

“Ä°NSAN AKLI OLDUÄžU SÃœRECE KİŞİYE DÖNÜŞÜR”

‘Bireysellik’ ve ‘Bireycilik’ kavramlarının, topluma yansımasını bizim için deÄŸerlendirir misiniz? Bireysel hırsların artmasıyla eski deÄŸerlerin kaybolduÄŸunu söyleyebilir miyiz? Bu deÄŸerlerin kaybının, ülkelerin yolculuÄŸunda etkisi nedir?

Önce bireysellik (individualite) ile kiÅŸisellik (personalite) arasında bir ayrım yapmak gerek. Bireysellik, ferdiyet demektir ve sanıldığı gibi çok deÄŸerli bir ÅŸey deÄŸildir. Bir küme düşünün, kümenin birimleri eÅŸittir ama kiÅŸiliksizdir, hiçbir özellikleri yoktur. Bir pilavdaki pirinç tanelerinin her biri bir bireydir. Bir pirinç tanesinin ÅŸahsiyetinden, kiÅŸiliÄŸinden söz edemeyiz. Birey ile kiÅŸi arasındaki farklılıktır bu. BireyselliÄŸin ancak birimlerin kümeyle, bütünle olan iliÅŸkisine nispetle deÄŸeri vardır ama iÅŸin içine ÅŸahsiyet girerse o zaman birey deÄŸil aynı zamanda kiÅŸi olursunuz, çünkü size özgü ayırt edici farklılıklarınız olur. Bireysellikte farklılıklar aslında yadsınır. Bir kümedeki tüm birimler birbirine eÅŸittir, ama ÅŸahıslar eÅŸit deÄŸildir. Biri sarışındır, biri esmerdir, biri uzun boyludur, vs. Sayısal olarak 100 sayısında 100 tane 1 vardır. Ama 100 pirincin olduÄŸu bir pilavda her pirincin kendine özgü farklılıkları oluÅŸur. Pirinç olmak bakımından deÄŸil, büyüklük, renk gibi özelliklerinden farklılık olur. Bir meÅŸenin yapraklarının hiçbiri birbirine eÅŸit deÄŸildir. Ama onlar akıllı varlıklar olmadığı için kiÅŸiliÄŸi olmaz. O yüzden insan aklı olduÄŸu sürece kiÅŸiye dönüşür. KiÅŸinin temelinde birey vardır. Ama biz yine de birey deÄŸil, kiÅŸi olmaya çalışırız. Bir birim olmaktan kurtulmak isteriz, benzediÄŸimiz yanlara belki hürmet ederiz, nitekim siyaset bu benzerlikleri öne çıkarır, hepimiz Türküz, hepimiz Müslümanız, hepimiz beyazız, siyahız der, fakat yine de insan farklılıklarıyla ayrılmak ister. ÖzdeÅŸliÄŸe hürmet ettiÄŸimiz kadar kiÅŸiliklere dikkatle pekala farklılıklara da hürmet etmeyi öğrenebiliriz. BireyselliÄŸin çeliÅŸki olarak önümüze geldiÄŸi yer, aynı zamanda da toplumsallıktır. O yüzden birleÅŸmek, daha geniÅŸ ölçekte birliklere mensup olmak bizlerin aidiyet ve mensubiyet duygularını güçlendiriyor. Bu bir soya aidiyet olabilir, bir ÅŸehre, bir köye ya da belli bir inanca, hatta belli bir düşünceye, ideolojiye baÄŸlılık olabilir. Bireyle toplum arasındaki bu karşıtlık, bireyin kiÅŸilik kazanmasını engelleyen ve toplumda onun kiÅŸisel eÄŸilimlerini bastırmasına yol açan bir nitelik kazanabilir. Aşçılık sanatından örnek verebiliriz. Türlü yemeÄŸinde farklı sebzeler vardır, ama patates patates karakterini kaybetmemeli, fasulye fasulye karakterini kaybetmemeli, bezelye bezelye karakterini kaybetmemeli. YemeÄŸin ana lezzetine uyum saÄŸlarken her biri kendi özelliÄŸini de korumalı. BireyselliÄŸin güçlenme eÄŸilimleri, kutuplaÅŸma dönemlerinde, siyasetin toplumsal birliÄŸe ihtiyacı nedeniyle zayıflar. Bizim kiÅŸisel eÄŸilimlerimizi bastırmamız bezelye, fasulye ya da patates olmaktan çıkmamız demektir. Tek ses, tek renk, tek lezzet, tek ölçü. Oysa tinsel yaÅŸam buna direnir, “ben varım” demek ister. O zaman aidiyet ve mensubiyet duyguları çözülüyormuÅŸ gibi görünür. Oysa uygarlıklar, yüksek farklılıkları bir arada tutabildiÄŸinde, bunu baÅŸarılabildiÄŸinde ancak ortaya çıkarlar. Standartlarda direnerek uygarlık yaratılamaz. Özellikler ve farklılıklar bir arada tutulabildiÄŸinde uygarlıklar ortaya çıkar. Nitekim dünyadaki bütün uygarlıklar kozmopolit uygarlıklardır. Kurtuba’ya bakın, Granada’ya bakın, 18’inci, 19’uncu yüzyıl Ä°stanbul’una bakın ya da 2500 yıl önceki Atina’ya bakın, 9’uncu yüzyıldaki BaÄŸdat’a bakın, uygarlığın olduÄŸu bütün evreler Ä°slam tarihi açısından en kozmopolit olduÄŸu devrelerdir. Farklılıkların bir arada yaÅŸanrmasına izin verildiÄŸinde uygarlıklar ortaya çıkar. Bu da mübadeleyle, deÄŸiÅŸimle, alış‐veriÅŸle olur. Bu anlamıyla ticaret bir erdemdir, çünkü hem etkilerseniz, hem etkilenirsiniz. Bireysel hırslar olmasa toplum devinim yeteneÄŸini yitirir. En baÅŸta belki toplumun ana gövdesi belli bir uyum ister, ortaya belli standartlar dizgesi çıkar ve fakat asıl itilim gücünü uyumlardan deÄŸil, uyumsuzluklardan alır. Farklılıkların bir arada yaÅŸaması ve çatışması olumludur. Nasıl? Elbette bu karşıtlıkları çözme biçimine göre. Çatışmanın yanlarından bir tanesi yok edilirse belki sükunet saÄŸlanır ama bu sefer de ilerleme olmaz. Oysa çatışma, devinimin nedenidir. Bu nedenle hırs‐ihtiras denilen duygulanımlar tek baÅŸlarına olumsuz deÄŸildir. Ticari hırs, ekonomik hırs, politik hırs, vb. Bunlar olumsuz deÄŸildir, kiÅŸi olmanın, kiÅŸilik sahibi olmanın gereÄŸidir. Çatışma, asla kaçınılması gereken bir durum deÄŸildir, aksine bir olanaktır, toplumsal itilimin gereÄŸi, hatta yasasıdır. Bireysel hırslar toplumsal standartları, sükunetleri bozarmış gibi görünür ama toplumsal ortalamayı da deÄŸiÅŸtirir. Bu yüzden de ne yazık ki toplum her zaman bu bireysel çıkışları bastırmak, ve olanaklı olduÄŸu ölçüde yok etmek ister. Onu özünde olumsuz görür, oysa deÄŸildir. Bencillik gibi görünen bireysellik belirlenimleri son tahlilde toplumun itilimi bakımından olumludur. Farklı olanı yok eden eden toplum kendini de çözmüş olur. Bugün modern toplumlarda her ne kadar bir bütünlük, birlik, toplumsallık duygusu muhafaza ediliyorsa da toplum rasyonalize oldukça aynı zamanda atomize de oluyor, yavaÅŸ yavaÅŸ çözülüyormuÅŸ gibi görünüyor ve bu da deÄŸiÅŸimi okuyamayanlarda haklı olarak bir dehÅŸet duygusu uyandırıyor. Oysa yaÅŸamın rasyonel kavranışı açısından bu durum kaçınılmaz. Böyle de olacak. Ä°nsan rasyonelleÅŸtikçe bölünür, duygusallaÅŸtıkça birleÅŸir. Ancak şöyle bir yasa da var: insan bölündükçe ve ayrıldıkça yetkinleÅŸir ve olgunlaşır. Anne rahminden ayrılıyoruz, anne memesinden ayrılıyoruz, anne evinden ayrılıyoruz, her defasında daha yetkinleÅŸiyoruz. EÄŸer ebeveyn çocuÄŸun ayrılmasına “bütünlük bozuluyor” diye izin vermezse, çocuÄŸun geliÅŸimini engeller. Ayrılık belki ruhsal olarak önceleri acı vericidir ama yine de olumlu bir ÅŸeydir. Gerileme durumlarında bu yüzden hep bir baÅŸa dönme arzusu baÅŸ gösterir. Bu bilindik bir dirençtir fakat özünde gerilemedir. Ruhsal olarak bir patolojidir. KorktuÄŸumuzda veya üşüdüğümüzde, yaÅŸam sevincimizi ve özgüvenimizi kaybettiÄŸimizde ister istemez bir cenin gibi dizlerimizi karnımıza çekeriz, ve böylelikle gerileriz. Toplum için de aynı analizi yapabiliriz sanırım. Gerilemenin sonu yıkımdır.

Son yıllarda şiddetin tırmandığını ve her alana yayıldığını gözlemliyoruz. Bunun nedenleri nedir sizce? Aşılma yolları nedir? Nasıl bir eğitim sistemi, nasıl bir kamu hizmeti öngörülebilir?

Åžiddet, hakikat dairesinin darlığından kaynaklanan bir sonuç. Toplumu kavrama biçimimiz daraldıkça Åžiddet, hakikat dairesinin darlığından kaynaklanan bir sonuç. Toplumu kavrama biçimimiz daraldıkça dışarıda bıraktıklarımız çoÄŸalır, bu da ÅŸiddete yol açar. O bakımdan Türkiye’de de kutuplaÅŸma meselesine deÄŸinirken söylediÄŸim gibi ÅŸiddetin kaynağı asıl bizim yüreklerimizde, zihnimizde. YüreÄŸimiz daraldıkça ve orada yer alacak insan sayısı azaldıkça dışarıda bıraktıklarımız da çoÄŸalıyor. Dışarıda bıraktıklarımız düşman, içeri aldıklarımız dost oluyor. Oysa geleneksel dünya görüşümüzce insan bu evrene sığamaz ama evren insan kalbine sığar. ‘Cenab‐ı Hak evrene sığmaz, ama insan kalbine sığar’ der Hz. Mevlana. Bizim kalbimize de sadece bizim gibiler sığıyorsa kalbimiz katılaÅŸmış, küçülmüş demektir. Dışarıda bıraktıklarımızı düşman ilan etmek de çok kolay olduÄŸundan ÅŸiddet kaçınılmazdır. Formel eÄŸitim tek başına bu sorunu çözmez. Åžiddetin azalmasında hiç kuÅŸkusuz eÄŸitimin rolü çok önemli ama eÄŸitimin ideolojisi, amaçladığı ÅŸey ne, asıl bu soruyu yanıtlamalı. Åžayet eÄŸitimin özünde insani olan her ÅŸeye, tüm farklılıklara hürmet varsa, o takdirde pekala daha eÅŸitlikçi ve daha özgür bir dünya hayal edebiliriz, ama tam aksine eÄŸitimin amacı daraltıcı ise ve bize benzeyenleri yüceltip benzemeyenleri aÅŸağılıyorsa, ÅŸiddetin kaynağında bizzat eÄŸitim vardır diyebiliriz. EÄŸitim çift taraflı kesen bir kılıç gibidir, eÅŸdeyiÅŸle barışın kaynağı olan her ÅŸey aynı zamanda ÅŸiddetin de kaynağıdır.

“DÜŞLEMEYE DEVAM EDECEĞİZ”

Türkiye’nin toplumsal analizini yaptığınızda, hangi konular sizi endiÅŸelendiriyor, hangi konular umutlandırıyor?

Umut ile temenniyi ayırıyorum. Nedenlerini bildiÄŸimiz olgular için ümitvar olabiliriz, olumsuz nedenleri varsa “olmaz” deriz. Temenni ise uygun koÅŸulları olmadığı halde olmasını beklemektir. 120 kiloluk birinin sabah uyandığında 60 kilo olmasını beklemesi bir temennidir ve söylemek gerekirse temenni çokluk bir zeka geriliÄŸinin belirtisidir. Buna “hüsnükuruntu” da denir. Hüsnükuruntu, koÅŸulları bulunmadığı halde tikel olayları hep iyiye yormaktır. Türkiye’de barışın koÅŸulları ÅŸu anda çok iç açıcı görünmüyor, hem iç barış, hem de dış barış açısından. Siyaset, sorunlar karşısında geniÅŸ ve evrensel bir perspektif ortaya koymayı beceremediÄŸi için, sırf ayakta kalabilmek amacıyla sayısı az olan parçalara yaslanmayı tercih ediyor. Oysa barış parçanın deÄŸil, bütünün kurtuluÅŸu demektir. Toplumsal iyi, ortak iyi toplumun bütünü için iyi olandır. Ortak iyiye hürmet etmek gerek. Erdemli bir toplum düşü, yine erdemsiz bir toplum içerisinde erdemi amaçlayanlarca gerçekleÅŸtirilebilir, her ÅŸeye karşın bütünün iyiliÄŸini gözetenlerce hayal edilebilir. Umut etmek ortak yararı, ortak iyiyi amaçlamakla mümkün. Ne ki ortak iyiye de çatışma olmaksızın ulaşılamaz. O yüzden çatışma da toplumsallığın doÄŸasında var. Ä°htilafta pekala rahmet aranabilir. Türkiye böyle bir bütünlüğe muhakkak kavuÅŸacak, bunu umut ediyoruz. Biliyoruz ki insan gerçeÄŸe teslim olmayıp gerçeÄŸe raÄŸmen düşleyebildiÄŸi ölçüde insandır. Gerçek aleyhimize olandır. “Gerçek, gerçektir” demekle yetinmediÄŸimizde, belki ayaklarımız biraz yerden havalanıyor gibi görünür ama bizim insan yanımızın kaçınılmaz özelliklerinden biri de iÅŸbu kanatlanabilme yanımızdır: gerçeÄŸe kafa tutan yanımız. Parça için deÄŸil, bütün için iyi olanın, ortak iyinin en iyi olduÄŸunu söylemektir insan olmak. Biz bu yüzden eÅŸit ve özgür yarınlar düşlemekten vazgeçmeyeceÄŸiz. SÄ°MURG GURUBU

*Ato, Haziran 2016

Kaynak: http://dcsgsoylesiler.blogspot.com.tr/
 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.