Sosyal Medya

Ekonomi

Neden tasarruf edemiyoruz?

Kişi başı milli geliri Türkiye'den daha düşük birçok ülkenin tasarruf oranı bizden yüksek. Nedenini, davranışsal ekonomi alanında çalışan Gökhan Karabulut'a sorduk. Ona göre, tasarruf gelirle alâkalı ama Türkiye'ye özgü bir durum da var



KiÅŸi başı milli geliri Türkiye’den daha düşük olan bir çok ülke bizden daha fazla tasarruf  ediyor. Hükümet, tasarrufu artıracak yapısal reformlar yapmayı planlıyor. Son yıllarda, tasarruf oranları yüzde 10’lardan yüzde 15’lere çıksa da, yine de tasarruf konusunda iyi deÄŸiliz.

Peki neden? Bu soruyu davranışsal ekonomi alanında çalışan Doç. Dr. Gökhan Karabulut’a sorduk. Tasarrufun, ‘gelirin bir fonksiyonu olduÄŸunu’ söyledi ama ekledi: Türkiye’ye özel bir durum da var.

Karabulut’a göre, o ‘özel durumun’ çeÅŸitli nedenleri var: Tasarruf etmiyoruz çünkü tüketime doymadık; deneysel çalışmaların da gösterdiÄŸi gibi, tüketimle ortaya koyduÄŸumuz toplumsal statümüzü önemsiyoruz. Kapitalizmi çok yanlış anladık. Gelecek korkumuz çok yüksek deÄŸil çünkü bütün aksaklıklarına raÄŸmen, iyi kötü iÅŸleyen eÄŸitim, saÄŸlık, emeklilik sistemimiz var. "Çocuklar bize bakar" diye düşünüyoruz. Tasarruf etsek bile, nereye yatıracağımızı da çok iyi bilmiyoruz, banker faciası yaÅŸamış bir ülke olarak, aracı kurumlara pek güvenimiz yok. Ama yine de bir noktada, tasarruf etmeye baÅŸlayacağız.

 

 
 
 

“Hâlâ tüketim çılgınlığımız var”

KiÅŸi başı geliri Türkiye’den düşük olmasına raÄŸmen, bir çok ülkenin bireysel tasarruf oranı bizden fazla. Neden?

Zorunlu bir takım önlemler alınmıyorsa gelişmekte olan ülkelerde, gelişmiş ülkelere göre tasarruf daha düşük. Çünkü normalde teoriye göre, tasarruf gelirin bir fonksiyonu. Geliriniz arttıkça mutlak tasarruf da artıyor. Bu gelir belli bir eşiğin üstüne çıktıktan sonra, daha hızlıca artmaya başlar tasarruflarınız. Buna istisna oluşturan ülkelerde, yani kişi başı milli gelirleri düşük olduğu halde tasarrufları yüksek olan ülkelerde ciddi zorunlu tasarruf uygulamaları görüyoruz.

Ülkelerin kalkınma aşamalarının belli safhalarında tüketim patlamaları, tüketime doymama durumları gerçekleşiyor. Tüketime bir miktar doyduğumuzu temel ihtiyaçlarımızın karşılandığını düşünelim. Televizyonumuz var. Cep telefonumuz, arabamız evimiz var. Hâlâ yüksek gelir elde etmeye devam ediyorsak, tasarruf oranımızı er ya da geç doygunluğumuz nedeniyle arttırıyor. Ama Türkiye için baktığımızda o gelir düzeylerine gelmiş değiliz. Dolayısıyla ne kadar tasarrufu teşvik ederseniz edin, temelde insanların hâlâ tüketim çılgınlığı var. Tüketmeye doymuş değiller. Bir yerde olgunlaşıp büyük bir yatırım yapayım, uzun vadeli bir arsa yatırımı yapayım veya emekliliğim için bankaya atayım gibi dertlerden öte, televizyonun modelini değiştireyim gibi şeyler daha fazla.

“Kapitalizmi yanlış anladık”

Bildiğimiz kadarıyla cep telefonu modelini en sık değiştiren toplumlardan biriyiz. Biz neden o tüketime doymuşluk noktasına gelmiyoruz? Bizden daha fakir olan ülkeler daha çok tasarruf yapıyor. Biz neyi yanlış yapıyoruz?

Türkiye’nin özel bir durumu var. Mesela sosyal medyayı da dünyada en çok kullanan ülkelerden biriyiz. Teknolojiye olan merakımız tabii ki dış açığımızda bir rol oynuyor ama bu merakımız iyi midir, kötü müdür, bir yargıya varamayız. Fakat Türkiye’de bir yarış oluÅŸmuÅŸ durumda gerçekten. Kendi kendini besleyen bir süreç, bir dalga. Dışarıdan müdahale edilen pompalanan, cep telefonu taksitlerini arttıralım da daha çok satılısın diye deÄŸil, sistemin toplumun kendi içinden ürettiÄŸi bir durum bu. Burada tükettirme teknikleri ABD’den daha fazla falan deÄŸil.

Biz bir deney yaptık. Yaklaşık bir yıl önce, 600 kiÅŸiye ÅŸu soruyu sorduk: Ä°ki toplum düşünün. A toplumunda kiÅŸi başı düşen milli gelir 2500 dolar. DiÄŸer bütün ÅŸartlar ve fiyatlar aynı olmak koÅŸuluyla sizin geliriniz 2300 dolar olacak. Ä°kinci toplumda kiÅŸi başı milli gelir 1800 ve sizin geliriniz 2000 dolar olacak. 2300'ü mü 2000’i mi tercih edersiniz? Dünya ortalaması yüzde 40 civarında 2000’i tercih ediyor. Yani 1800’lük bir ortalamada daha iyi olayım, daha az para alayım ama yeter ki diÄŸerlerine göre daha iyi olayım. Türkiye’de bu oran yüzde 65’e çıkıyor. Yani Türkler, ben önde olayım hırsı içindeler. Bizler kapitalizmi yanlış algılamış, en vahÅŸisinden algılamış durumdayız. Özel sektördeki kırıcılığı, rekabeti Dallas filmlerindeki gibi algılamış durumdayız. Amerika’da da rekabet çok yüksek ama onlar iÅŸ saatlerinden, insanların birbirine olan nezaketine kadar, hukuki sınırlar, insani sınırları ne olmalı konusunda yol almış durumdalar. Bizde öyle deÄŸil.

Niye bu kadar yanlış anladık kapitalizmi?

BaÅŸlangıçta böyle olur zaten. Anormal deÄŸil kapitalizmin baÅŸlangıcında böyle algılanması. Liberal düşüncenin en yakın, en önemli düşünürlerinin biri olan Milton Friedman kapitalizmin ruhunun burada olduÄŸunu iddia ediyor. Kuralsızlığın ve acımasızlığın olduÄŸu yapıya, 1900’lü yılların tam baÅŸlarındaki New York’u ve 1960’lardaki Hong Kong’u örnek veriyor. Ne kadar çok kural, ne kadar çok etik deÄŸer yüklersen ekonomik ilerlemesi yönünde engel. Ama sonuçta bu doÄŸrudur diye söylemiyoruz. Bir ÅŸekilde daha insanca bir yere evriliyor hepsinde. Kapitalizmin geldiÄŸi yer, kendi içinde hukuku, etiÄŸi olan bir yer. Bizde henüz öyle deÄŸil. Aynı ÅŸey toplumsal pozisyonumuz için de geçerli. "Ben insanlardan üstün olmalıyım" diye düşünüyoruz, "Ben baÅŸarılı olmalıyım." OlgunlaÅŸmış ülkelerde aileler çocukları için “O baÅŸarının yanı sıra ahlâki deÄŸerleri de olsun, mutluluÄŸu da olsun” diye düşünürken bizde “BaÅŸarılı olsun” daha ön planda. Gerçi o baÅŸarı pompasının yavaÅŸ yavaÅŸ deÄŸiÅŸtiÄŸini de görüyoruz.

“YavaÅŸ yavaÅŸ olacak”

Yani, trafikte niye birbirimize saygısızsak o yüzden de tasarruf yapamıyoruz, doğru mu anlıyorum?

Evet, o iki konu arasında bir baÄŸlantı var. DiÄŸerlerinden üstün olma, baÅŸarılı olma, kendini ezdirmeme, özgüveninin düşük olmaması gibi deÄŸerler rasyonalitenin ve kapitalizmin aynı anda gelmesi ve zirveye çıkmasıyla had safhaya çıktı. Rekabetin yüksek, insanların birbirine karşı anlayışsız ve etik deÄŸerlerin sorunlu olduÄŸu bir yapı oluÅŸtu. Ama bu yapı bir geçiÅŸ dönemi. Sonuçta “Türkiye’ye kötüye gidiyor yozlaşıyor” gibi bir sonuç çıkartamayız buradan. Bir yerde, bir ÅŸekilde yavaÅŸ yavaÅŸ o mücadelelerle hukuki ve etik yönünden bir nokta olacak. O noktada tasarrufun daha yüksek olacağı ev gibi, iÅŸ gibi yatırımlara belli bir gelir düzeyine çıktığı zaman yönelecek. Åžimdi iÅŸin kolay tarafı televizyon gibi araba gibi ve cep telefonu gibi daha kısa süreli tüketim maddeleri üzerinden dönse de.

Eskiden beri böyle miydi? Bizim anneannelerimiz tasarruflu kadınlardı. Kendilerine verilen mutfak harçlığından bir yere bir şeyler atarlardı?

Evet ama o zaman da gelir yoktu. Eski tasarruf oranları kayıtları ne kadar sağlıklı tartışmalı ama baktığımızda düşüktü çünkü o zaman da gelir yoktu. Ucu ucuna geçinen bir ülke, kişi başı milli gelir bin dolar, tasarruf mümkün olmuyordu.

“Tasarruf oranları arttı aslında”

Şimdi gelir arttı ama tasarruf artmadı?

Tasarruf eÄŸiliminde oran olarak hafif birartış var. Son yirmi yılda yüzde 10’lardan yüzde 15’lere çıkış var, gelir artışının etkisi olarak. Ama bu tasarruf edememe durumu genel olarak geçici bir durum. Tasarruf ne iÅŸe yarar? Kimisinin üç aylık, kimisinin altı yıllık birikmiÅŸ parası vardır. Kimisi uzun vadeli yatırımlara yönlendirir, emekliliÄŸi için biriktirmeye, bireysel emeklik fonlarına yönlendirir. Kimisi de bir ÅŸekilde biriktirir. Bazıları da kısa vadelidir. Kısa vadelileri bankalar aracı olarak alır paketleyerek uzun vadeli bir krediye dönüştürür. Böylece dış kaynaÄŸa ihtiyacınız olmadan büyük yatırımlar, büyük fabrikalar, köprüler alt yapınızı tamamlama gibi olanaklara sahip olursunuz. Bu açıdan bakıldığında eÄŸer ki o fonları dışarıdan bulabiliyorsanız bu geçici olarak sorununuzu çözer. Tabii ki dışarıya bir faiz kaybı yaÅŸama pahasına. Ä°ki seçeneÄŸiniz var; ya uzun vadeli yatırımlar yapmakta zorlanacaksınız ya da fonları dışarıdan bulacaksınız ve yatırımlardan elde ettiÄŸiniz gelirlerin bir kısmını dışarıya transfer olarak aktaracaksınız. Bir çeÅŸit haraç ödeyeceksiniz. Türkiye uzun süredir bunu yapıyor çünkü tasarrufları düşük. Bu da ona iç piyasada bir esneklik kazandırıyor. Dış dengeyle bir sorunu, bir krizi, fon bulamam durumu olduÄŸu zaman dönüp içerideki piyasaya hazır talebe malını satabiliyor üreticiler. Meselâ televizyon üreticisisiniz, Avrupa’ya satıyorsunuz. Bir kriz yaÅŸanıyor ve elinizde mal kalıyor dönüp bunu iç tüketiciye hazır talebi var, satabiliyorsunuz. Dolayısıyla sisteminizde batmalar, aksamalar daha az oluyor. Ama dediÄŸim gibi ciddi bir kaynak aktarımı bedeliyle.

 

 
 
[[FotoÄŸraf: Al Jazeera]]

“Gelecek endiÅŸesi o kadar yoÄŸun deÄŸil”

Bizim gelecek korkumuz mu yok, emekli olunca da bir şekilde yaşarız, gibi bir fikrimiz var, o yüzden mi kenara para koymuyoruz?

Åžunu söyleyebilirim; Türkiye’nin kısmen aksak da olsa, saÄŸlık, eÄŸitim ve emeklilik sistemi bir ÅŸekilde iÅŸliyor. ABD’den daha iyi iÅŸliyor meselâ. Net olarak biliyoruz ki Amerika’da emekli olduktan sonra bir iÅŸte çalışmazsınız saÄŸlık sigortanız muhtemelen hayatınızın en çok ihtiyacınız olduÄŸu dönemde hastalıklarınızın ve ilaçlarınızın önemli bir kısmını karşılayamıyor. Emeklilik sistemleri o kadar karmaşık ki, bir ÅŸekilde devlet minimum sürünme standartını verir gibi bir durum yok. Dolayısıyla orada gazeteler baktığınızda 55 yaşında emekli olmak için gelirinizi nasıl biriktirirsiniz, nereye yönlendirirsiniz haberleri her zaman vardır. Gerçekten dediÄŸiniz gibi burada daha o kadar zor deÄŸil gelecek endiÅŸesi.

Çok vahÅŸi ama bize gelecek endiÅŸesi yaÅŸatmıyor kapitalizmimiz yani? Bir de sanırım “Çocuklar bakar bana” yaÅŸlanınca gibi bir fikrimiz var...

Evet öyle. "Çocuklar bakar bana" kısmı Akdeniz’den OrtadoÄŸululuktan kaynaklanıyor. Çok güzel bir kısım. Kapitalizmin yaÅŸandığı ülkeler içinde en yaÅŸanabilir olanları bu ülkeler zaten. O dengeyi iyi korumak gerekiyor. Her an deÄŸiÅŸebilir ama.

“Toplumun iç dinamikleri önemli”

Tasarruf öğretilebilir bir şey mi?

Ä°ÅŸsizlik fonu ya da zorunlu bireysel emeklilik sistemi gibi zorunlu tasarruf sistemlerin ötesindeki teÅŸvikler maalesef sonuç vermiyor. Bu bir çeÅŸit toplumsal olgunlukla ilgili bir ÅŸey. Tasarruf etmek iyidir, ÅŸudur, budur gibi mesajlar sonuç vermiyor. Toplumsal yapının kendi iç dinamikleri ile ilgili. O tarz ÅŸeyler genel yapıyı deÄŸiÅŸtirmiyor. Bireysel emeklilik sistemi bir miktar artırdı yüzde 10 dan 15’e. Ama geliÅŸmiÅŸ ülkelerde yüzde 30-40 civarı. O noktanın çok uzağındayız.

Sabahtan akşama kamu spotu yayınlasa konuyla ilgili?

Ters bile teper bence. Kamu spotlarının çok net olanları var kötü bir eylemi gösteriyor ona kimse bir ÅŸey diyemez ama bu ÅŸekilde öğretilmesi de insanların hoÅŸlarına gitmiyor. Yerli malı haftalarının ne yaratıyorsa bu da onu yaratıyor. Bizim zamanımızdaki yerli malı haftaları bir sonuç yaratmadı. Bakın meselâ bir ayakkabı markası, adını vermeyeyim, çok fazla çeÅŸidi var ve bilenen markaların yarı fiyatına. Dayanıklılık da aynı. Fakat bir miktar daha ucuz. Geçenlerde biriyle konuÅŸuyordum bunu, yanıt “Abi o da çok fakir iÅŸi.” Bu mantığın kırılacağı yer neresi göreceÄŸiz ama ÅŸu anda kırılmış deÄŸil.

Çocuklara tasarruf öğretmenin yolu?

Tek yolu var, kendinizin yapması. Onun dışında sözle bir şey öğretemezsiniz. Artık kumbaralar da yok, banka amblemli kumbara da görmedim çok uzun süredir.

Tasarrufu artırmak için, tasarruf oranı daha yüksek olan ülkeler ne gibi politikalar izliyor?

Oralarda bir eşik aşma durumu var. Bir kaç istisna ülke hariç. Gelirler yükselince tasarruflar yükseliyor ama o istenilen noktada durmuyor, bir süre sonra da belli bir eşiğin üstünde yükselmeye başlıyor. O zaman da tasarrufları değil tüketimi artırmaya yönelik oluyor politikalar. Zengin ülkeler de tüketimi teşvik etmeye çalışıyor. Bu bir hayat biçimi. Kapitalizmin gidişatı içinde belli bir nokta var. Bizim örneğimizde daha vahşi bir biçimde yaşanıyor tüketim çılgınlığı. Ama doğası gereği gelir yükseldikçe tasarruf da artacak. Sistemin böyle özel bir zorlayıcı tekniği yok. Sistemin kendi iç dizaynı istikrarı, faiz oranlarının düşüklüğü, gelirin belli bir eşiğin üzerinde olması tasarruf yaratıyor.

“Tasarrufu ne yapacağımızı bilmiyoruz”

Tasarruf yaptığımızda nasıl değerlendireceğimizi bilmemiz de tasarruftan kaçınmamız için bir neden olabilir mi?

1980’lere kadar bankacılık sistemi üzerinde ciddi bir regülasyonlar var. Faiz oranlarına tavanlar uygulanıyor, bu nedenle faizler negatife düşüyor. Bankerler ortaya çıkıyor. Faciası ortada bankerlerin. Borsa? Her ülkede spekülasyon serbest bir ÅŸeydir, bir miktar manipülasyon da olur ama bunu yeni yeni anlayıp kontrol etmeye baÅŸladı Türkiye. Uzun süre oyuncak gibiydi. Aynı ÅŸey hayat sigortaları için geçerli oldu. O kuralsızlık ÅŸirketlerin insanları aldatmasına neden oldu. Hayat sigortası yapıyorsunuz ondan sonra sonuçta size bir ÅŸey olduÄŸunuzda çocuÄŸunuz hayatı garanti olsun diye, hepimiz gördük ki boÅŸa gitmiÅŸ bir ÅŸekilde öyle maddeler konulmuÅŸ ki o para size verilmiyor. Bu tip güvensizlikler oldu. 1980’lerde, 1990’larda da faizle geçinen, hatta geçinme deÄŸil, iyi hayat yaÅŸayan insanlar vardı. Sonra o yok oldu.

Diyelim ki, paranız var. Nereye yatırım yaparsınız? Tabii ki bir iÅŸ kurmak en saÄŸlıklısı. Tasarruf bazı insanlar için o anlama gelir. Ama bu deÄŸilse? Altın, oynak bir piyasa. Borsa? Bireysel yatırımcının kazanması neredeyse imkânsız. Dolar? Ä°stikrar kazanmış durumda. O tarz finansal araçlardan yatırım yapabileceÄŸiniz bir ÅŸey yok. Uzun vadeli emlâk yatırımı yapacaksınız. Kısa vadeli emlâk yatırımından da hâlâ kazanç var Türkiye’de. Bir süre daha bu devam edecek. Her ne kadar çok pahalı görünse de genel olarak emlâk fiyatları Avrupa ortalamasına göre düşük, bu da bir miktar daha yolu var, demek.

Dolayısıyla nereye yatırım yapacağımızı bilmediğimiz için tasarruf da yapmıyoruz?

Tabii, en büyük sebeplerden biri de bu. Avrupa’da ÅŸirket hisseleri alanlar var ama burada aracı ÅŸirketlere güven az. Dünyada her zaman güçlüler kazanır. Zaman zaman finans piyasası dolandırır. En iyi örneÄŸi ABD’deki mortgage krizi.

“Tüketim geçici olarak iyi hissettiriyor”

Bir de tüketim amacıyla satın almak kendimizi daha mı iyi hissettiriyor?

Tabii ki. Daha fazla tüketmek insanı geçici olarak mutlu ediyor. İnsanlara lotodan para çıktığında ne kadar süre mutlu oluyorlar diye bakıldı. Üç yıl kadar mutlulukta bir patlama var. Bir de tüketimlerde hedonik adaptasyon diye bir şey var. Sezgisel olarak biliyorduk, bilimsel olarak da ispatlandı bu, aldıkça beklentiler de artıyor. Yat alacak paranız varsa, yan tarafa daha büyük bir yat gelince, "Ne kadar kötü yatım var" diye düşünmeye başlıyorsunuz.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.